2005’ten 2020’ye: Adım adım İstanbul Sözleşmesi
İstanbul Sözleşmesi 9 yıl sonra “yuva yıkan” bir sözleşme haline nasıl geldi? 2005’ten 2020’ye adım adım İstanbul Sözleşmesi’nde nasıl yol alındı hatırlayalım…

“Arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, Türkiye bu sözleşmenin hazırlanmasında ve sonuçlandırılmasında öncülük eden ülkelerden bir tanesi, on üç ülkeden bir tanesi. ... Ve daha önemlisi belki, Parlamentosundan geçiren, yasalaştıran ilk ülke olma onuru da inşallah bize ait olacak biraz sonra. Hepimize ait olacak, bütün milletvekillerimize, Türkiye'ye ait olacak. Bu gurur gerçekten çok tarihî bir anın da yansımasını ifade ediyor.” 

Bu sözler AKP milletvekili Nurettin Canikli’nin İstanbul Sözleşmesi’nin 2011 yılında TBMM’de kabul edildiği oturumda sözleşmenin hazırlanması, imzalanması ve yürürlüğe konulması ile ilgili onur ve gururunu anlatan ifadeleri. İstanbul Sözleşmenin onaylanması oybirliği ile olmuş ve 85 sayfalık meclis tutanaklarının topu topu 5 sayfasında yer kaplayan konuşmalar yapılmış. (Bknz)

Kaldı ki Nurettin Canikli sözleşmeye sahip çıkan tek AKP’li değil. Dönemin Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in, Bakan Fatma Şahin’in beyanlarını da unutmadık. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘kişisel meselem’ dediği İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesi için yaptığı açıklamaları dönemin basın yayın organlarında haber olarak yerlerini aldı.

İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğü girmesinden bir yıl sonra ise yine Meclis kürsüsünden bu kez Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yaptığı bir diğer teşekkür konuşmasına gidelim: “...Bugün böylesine anlamlı bir günde yüce Meclisimiz, Ailemizin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’u kabul ederek tüm kadınlarımıza en büyük saygıyı göstermiş oldu. Aynı zamanda Meclisimiz kadınlarımıza güzel bir hediye sunmuş oldu. Bu Kanun hem kadınlarımız hem de tüm toplumumuzun duyarlılığının ve kadına yönelik şiddet ile ilgili olarak bilinçlendirilmesinin artırılması adına büyük önem arz ederken, en temel insan hakkı olan hayat hakkının korunması ve şiddetin önlenmesi gayesiyle kurumların şiddetle mücadelenin her aşamasında aktif rol almasının sağlanması hedeflenmiştir.”

Evet, söz konusu kanun, İstanbul Sözleşmesi’nin ardından hedef tahtasına konulan, kaldırılması için kampanyalar düzenlenen 6284 sayılı Kanun.

Peki ne oldu da İstanbul Sözleşmesi 9 yıl sonra “yuva yıkan” bir sözleşme haline geldi? Ne değişti de “kadınlara 8 Mart hediyesi” diye sundukları 6284 sayılı Kanun, hedef tahtasına konuldu? Kaldırılması için kampanyalar düzenlenmesine izin ve imkan verildi? Neden “En temel insan hakkı olan hayat hakkının korunması ve şiddetin önlenmesi için 6284 sayılı kanun yaşamsal niteliktedir, kaldırılması tartışılamaz” denil(e)medi?

ÖZGECAN, CEREN, AYŞE, FATMA, PINAR… İSİMLER DEĞİŞTİ, GERÇEK DEĞİŞMEDİ!

İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden bu yana kadına yönelik şiddetin arttığı, her gün en az bir kadının öldürüldüğü günleri hep yaşadık, yaşıyoruz. Kadına karşı şiddete, kadın cinayetlerine karşı mücadelenin simge adı yıllar içinde Güldünya oldu, Münevver oldu, Özgecan, Ceren oldu, Ayşe oldu, Fatma oldu, Pınar oldu. Ama tüm bu zaman içinde değişmeyen; kadınların giderek daha da artan bir şiddetle yaşamak zorunda kalmaya zorlanması oldu.

Değişmeyen bir gerçek daha var; kadınlar nasıl ki bu sözleşmenin imzalanması, 6284 sayılı kanunun çıkarılmasına müdahil oldular, bunlar için mücadele ettiler, bu sözleşme ve yasa uygulanmadığı için, kadın düşmanlığı perçinlendiği, kadınların varoluşlarına, haklarına dönük saldırılar arttığı için artan cinayetlere ve şiddete karşı da hem mücadele içinde oldular.

İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 sayılı Kanunun maddelerinin 9 yıl önceki ile aynı olduğunu düşünürsek, değişen ne oldu? Aslında toplumsal değişim açısından çok da uzun bir zaman olmayan bu zaman içinde geldiğimiz nokta maalesef, kadınların eğitim hakkının engellenmek istenmesine, şort giydiği için nefret söylemlerine maruz kalmasına, sokak ortasında şiddet uygulayan bir erkeğin, “kimi çağırırsan çağır” diyebilecek kadar pervasızlaşmasına kadar gelmiş bulunuyor. Bu gerici söylemler her gün siyasi iktidarın mensuplarının söylemlerinden, hocaların dini bilgi diye saçma beyanlarından, hayatımıza boca ediliyor.

Bu kapsamda, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı süreci hatırlamak, Sözleşme açısından gelinen durumu ortaya koymaya yardımcı olacaktır.

NEREDEN NEREYE GELDİK?

Avrupa Konseyi, 1949'dan itibaren Türkiye'nin kurucu üye olarak görev aldığı bir oluşum.

2005 yılında, Avrupa Konseyi’nde Kadına Şiddetle Mücadele Eylem Planı çerçevesinde uluslararası bir sözleşme de içerecek şekilde çeşitli öneriler getirilmesi için bir mücadele planı yapılması kararlaştırıldı. Haziran 2006’da Uluslararası Görev Gücü oluşturuldu ve 2006 - 2009 arasında Türkiye’den Prof. Dr. Feride Acar da bu Uluslararası Görev Gücünde görev aldı.

2006-2008 yılları arasında Avrupa Konseyi Kampanyasının kapanış toplantısında kadına yönelik şiddetle mücadele için bağlayıcı bir Avrupa Sözleşmesi yapılmasına karar verildi.

Ekim 2008 tarihinde de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi Kadınlara Karşı Şiddetle Mücadele Sözleşmesi yapılmasına karar verdi. Aralık 2008’de de Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele İçin Geçici Komite (CAHVIO) kuruldu ve ortaya “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ortaya çıktı. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’imzaya açıldı ve ilk imzayı Türkiye attı. TBMM’de 14 Mart 2012’de onaylandı ve Türkiye ilk onaylayan ülke oldu. O dönem Mecliste bulunan tüm partiler tarafından kabul edildi. 1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe girdi. Sözleşmenin imzalandığı tarihte Avrupa Konseyi’nin Başkanı ise Mevlüt Çavuşoğlu idi.  

Bu süreç aynı zamanda AKP hükümeti Avrupa Birliğine girme şartlarını yerine getirme hamleleri yaptığı, ülke içinde ve dışında “Müslüman coğrafyanın demokrasi örneği” iddiasını yüklendiği ve sonrasında da ülkenin çözülmemiş büyük sorunları ekseninde “açılım üstüne açılım” tartışmalarını başlatıp, çözüm için adım attığı iddiasında bulunduğu bir süreçti. Sözleşmenin hemen öncesinde atılan adımları da hatırlayalım:

Nahide Opuz kararı ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, aile içi şiddetin varlığının kolluk ve adli makamların önüne birkaç kez gelmesine rağmen, Nahide Opuz’un annesinin ölümüyle sonuçlanan olayların yetkililer tarafından önlenmediği gerekçesiyle Sözleşmenin yaşam hakkını, işkence yasağını, adil yargılanma hakkını ve ayrımcılık yasağını düzenleyen maddelerinin ihlal edildiğine karar vermişti. Kararda aile içi şiddete karşı resmi makamların tolerans gösterdiği ve Hükümetin etkin hareket etmediği, dolayısıyla da saldırganların fiili bir cezasızlıktan faydalandıkları açık bir şekilde hükme bağlanmıştı. Bu kararla AİHM önünde ilk kez bir devlet kadın vatandaşlarına ayrımcılıktan hüküm giymiş oldu.

Bu süreçte birçok kanunda değişiklikler de yapılmaya başlanmıştı. 2004 yılında Anayasa’nın 10. maddesine “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” ibaresi ilave edilmiş, Türk Ceza Kanunu’nda cinsel istismar, “topluma karşı suçlar” olarak değil, “kişilere karşı suçlar” kapsamında değerlendirilmiş, evlilik içinde tecavüzün suç sayılması da eklenmiş, cinsel saldırıya uğrayan kişinin medeni haline ya da bekâretine ilişkin düzenlemeler kaldırılmıştı.

Bir diğer düzenleme de yayınlandığı tarihte önemli bir çok hususu düzenleyen 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesidir. Yayınlandığı dönemde Başbakan olan Erdoğan’ın imzası ile yayınlanan genelgede, “Devlet, kadın ve erkek arasındaki ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması için gerekli tedbirleri almalıdır”, “Devlet kadınlara yönelik her türlü şiddet eyleminin önlenmesini bir devlet politikası olarak kabul etmelidir. Bu alana yönelik bir bütçe oluşturularak, toplumsal cinsiyet rolleri açısından bütçelerin etki ve sonuçları görünür kılınarak, toplumsal cinsiyete dayalı bütçe analizleri yapılmalıdır” gibi her alana ilişkin birçok önemli düzenlemeyi barındıran bu genelge, İstanbul Sözleşmesi ile benzer maddeler içeriyor.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası olan bir çok düzenleme, “en az üç çocuk” söylemi ile başlayan “her kürtaj bir Uludere’dir” söylemi ile devam eden ve sonunda da “kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” beyanı ile tavan yapan AKP anlayışıyla giderek en geri noktaya kadar gelen zihniyet beyanlarıyla kadük hale getirildi.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, İNSAN HAKLARI BELGESİ NİTELİĞİNDEDİR

İstanbul Sözleşmesi’nin önemli düzenlemelerinden birisi de, kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali olarak ele alması. Bu da, şiddeti bir aile içi meselesi olmaktan çıkarmak, insan hakkı ihlaline karşı devletleri önlem, tedbir almakla yükümlü kılmak, kadına karşı şiddetin, kadın cinayetlerinin engellenmesi, ortadan kaldırılması, kadının toplumsal hayatta eşit, özgür bir birey olarak yer alması için politika üretmek anlamını taşır. Ancak, işte bu eşitlik ilkesi, AKP’nin kadını mahkum etmek istediği erkek egemen toplum anlayışına uymamaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, Sözleşmeden çekilmesi için kampanyalar yapanların, imza toplayanların, sözde mağdurların diğer isteklerini gerçekleştirmenin de yollarının açılması demek. Ki bu “istekler” 6284 sayılı şiddet kanunun değiştirilmesi, yoksulluk nafakasının kaldırılması, çocuk yaşta evliliklerinin önünün açılması...

İstanbul Sözleşmesi üzerinden temel bir insan hakkı belgesini sorgulatmak, tartışmaya açmak, yürürlüğünü iptal etmekle tehdit etmek, siyasi iktidarın temel insan haklarına bakışını da ortaya koyan bir tutumdur. Sonuçta bu toplum, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlali hakkında Türkiye aleyhine verdiği karar ile ilgili, “Karar sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır. Devlet de itirazlarını yapar veya o tazminatı öder” diyen bir Cumhurbaşkanımız var. İnsan haklarını ihlal etmenin karşılığında “tazminatı neyse öderiz” şeklinde yaklaşan bir siyasi iktidarın, İstanbul Sözleşmesine yaklaşımı da benzer olacaktır.

Buna dur demek ise bizim elimizde…   

İlgili haberler
Dardanel’in çalışma kampından İstanbul Sözleşmesi’...

Eşitlik, 8 Mart reklamlarında kadına değer verdiğini söyleyip, ilk fırsatta kadınları çalışma kampla...

GÜNÜN BİLGİSİ: İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili kara...

Eşitlik İzleme Kadın Platformu, İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili doğruları anlatıyor...

GÜNÜN VİDEOSU: İstanbul Sözleşmesi ‘Eşitlik’ demek

Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV) ‘Kadınlar için İstanbul Sözleşmesi, EŞİTLİK, ŞİDDETSİZ BİR HAYAT...