Araftaki mültecilere dokunan, barış sözünü güçlendiren kadın dayanışması
3 günlük bir çalışmayla Edirne'ye bir otobüs dolusu ihtiyaç malzemesi götüren eğitim emekçisi kadınlar, 'Biz varız, bu insanlıkdışı uygulamaların karşısında, mülteci kardeşlerimizin yanındayız' dedi.

Cumartesi sabahı. Mecidiyeköy’deki Eğitim Sen 3 Nolu Şubede harıl harıl bir çalışma var. Eğitim emekçisi kadınlar 3 gün boyunca okullardan, Edirne sınırında bir belirsizliğe mahkum edilen yüzbinlerce mülteciyle dayanışmak için ihtiyaç malzemeleri topladılar. Sendikada ayrı ayrı paketlenmiş, özenle içinde ne olduğu yazılmış kutular, çantaların içinde bebek bezi, mama, biberon, süt, bebek ve çocuk kıyafetleri, ayakkabıları, montlar, atkı ve bereler, eldivenler, iç çamaşırı, çorap var… Bir sınırda, sırtında bir çanta elinde çocuklarla düşülen göç yolunda en acil ihtiyaç olarak sayılabilecek ne varsa kutularda, poşetlerde… Ayarlanan bir otobüse elden ele, tıka basa doluyor malzemeler. Biz de 12  kadın malzemelerden kalan koltukları dolduruyoruz. Düşüyoruz yola.


Malzemelerin nasıl dağıtılacağı, manzaranın ne olacağı belirsiz. Edirne’de bizi karşılayacak olan Edirne Kadın Dayanışma Merkezi Derneğinden kadınlar son iki gündür mültecilerin “araf” diyebileceğimiz sınır bölgesinde toplandığını, köylerin boşaltıldığını, kapıların kapatıldığını, sınır kapısına yakın Karaağaç bölgesinde ve Edirne otogarında insanların öbek öbek toplandığını aktarıyorlar. Edirne’ye varana kadar 3 kere durduruluyoruz: “Arabada Suriyeli var mı?” diye soruyor polis… Yok deyip yola devam ediyoruz.

ABİSİ İDLİB’TE, KENDİSİ SINIRDA SEMİHA’NIN KARMAŞIK DUYGULARI
Edirne merkezdeki tarihi köprüden geçmemize izin verilmiyor; “Aracınız ağır” diye. Elinde mazot bidonlarıyla bekleyen Semiha, Karaağaç’a gideceğimizi öğrenince “Ben de oraya gitmek için otobüs bekliyorum, sizle geleyim mi?” diyor, ekleniyor bize. Semiha 19 yaşında, Karaağaçlı çiftçi bir ailenin kızı. Köydeki durumu soruyoruz, “Her yer mülteci kaynıyor” diyor. Günlerdir tarlalarda yaşamaya çalışan insanların ihtiyaçlarını karşılamak için marketlere akın ettiğini, evlerin tuvaletlerinin para karşılığı açıldığını, Karaağaç’tan tarlalara giden toprak yol üstüne derme çatma büfeler kuranların parayla çay, yiyecek, su, bebek bezi sattıklarını anlatıyor. Duyguları karışık Semiha’nın, bir diyor ki “Çocuğun milleti mi olur, yazık günah sersefiller ortalarda, yardım etmek lazım…”, bir diyor ki “Tarlalarımıza daldılar, ekin bile toplayamadık, kapı önüne çıkamıyoruz, terlik battaniye çalıyorlar avlulardan, gideceklerse gitsinler…” Kadınların yardım malzemeleri getirdiğini görünce, “Çok iyi etmişsiniz, çok ihtiyaç var, yazık sersefiller” diye hüzünleniyor tekrar. Yol boyunca görüyoruz tarlalarda öbek öbek insan bekliyor, genç erkekler ellerinde irili ufaklı poşetler, köyün içinden sınıra doğru uzanan yolda at arabalarının sırtında gidiyor. Semiha otobüsün camından işaret ediyor at arabasına doluşmuş insanları, “Kişi başı 10 liraya taşıyorlar bunları buraya… Yazık bizim bu millete…”

Semiha’nın abisi İdlib’te asker. “1 ayı kaldı, inşallah sağ salim gelecek” diyor. Cenazeler geldikçe içlerinin yandığını söylüyor ama konuyu çok da uzatmak istemiyor, “hayırlısı” kelimesi cümlenin de sohbetin de noktası…

Sınır hattında büyük beyaz bir duman dikkatimizi çekiyor, gaz sıkılmış. Sınır hattında olan başka bir dayanışma grubundan arkadaşlar hamile bir kadının da gaz sıkılırken yaralandığını duyduklarını söylüyor. Teyit edemiyoruz bilgiyi. Her şeyin mümkün olduğu bu yerde gerçek de emanet gibi duruyor…

MÜLTECİLERE ULAŞAN DEVLET ELİ “HAYRAT VAKFI” MI?
Kent içinde güvenli ve düzgün bir biçimde dağıtımın yapılabilmesinin olanağı yok. Zaten güvenlik güçleri de otobüs her durakladığında “Burada durmayın” komutuyla uzaklaştırıyor, “sizin güvenliğiniz için” demeyi ihmal etmeseler de yardım malzemelerinin kent içinde oluşturulan AFAD deposuna yönlendirilmesi amacı da taşıdığı açık. Eğitim emekçisi kadınlar, topladıkları yardım malzemelerini AFAD deposuna götürmeye karar veriyorlar. Malzemeler tek tek indirilirken etrafta Kızılay Gönüllüsü yelekleriyle çok sayıda genç kadın görüyoruz. “Siz nereden geldiniz?” soruma “Edirne’de üniversite öğrencisiyiz” diye yanıt veriyorlar. Gönüllü olmuşlar deponun düzenlenmesine. Sınır hattında dün yemek kuyruğunu organize etmek için giden görevliler arasında yer almış içlerinden biri. “3.5 saatlik kuyruk var, düşünün ki kaç kişi var orada…”


Dikkat çekici bir şey; Hayrat Vakfı yelekli bir kişi depoya bir araba yanaştırıp görevliye sesleniyor, “Acil 4 ve 5 numaralı bebek bezine, ıslak mendile, mamaya ihtiyaç var…” Depodan malzemeler seçilip yükleniyor arabaya. Soruyorum “Siz resmi görevli misiniz?”, “Derneğin çalışma ve yardım organize etme izni var” diyor. “Başka hangi vakfın, derneğin izni var?” sorusunun yanıtı yok. “Biz görev izni aldık, buradan malzeme taşıyoruz, orada dağıtıma yardım ediyoruz” diye geçiştiriyor.

OTOGARDA İNSANLIKDIŞI MANZARA
Malzemelerin indirilmesi ve uygun alanlara yerleştirilmesi işi tamamlanınca Karaağaç’a giderken uğradığımız otogara geri dönüyoruz. Edirne’den bize yol gösteren kadınlar bu alanda gündelik yeme içme ihtiyaçlarının kentten ve çevreden gelen yardımlarla sürekli olarak karşılandığını, ancak hijyen ve özellikle çocuklar ve kadınlar için hayati olan çadır, tuvalet banyo gibi temel ihtiyaçların ise giderilemediğini söylüyorlar. Vardığımızda gördüğümüz anlatıldığı gibi; etraf çöp yığını, insanlar tuvalet ihtiyaçlarını otogarın tuvaletinde gideriyor, burada devlet eliyle kurulmuş bir tek şey yok. İnsanların yardımları ile dönen ağır bir durum var ortada….


Kadınlar, çocuklar, genç yaşlı erkekler otobüslerin bekleme noktası olan üstü kapalı bölmelerin altına serilmiş battaniyeler üstünde adeta bir yaşam kurmuş. Yan tarafta ağaçlı küçük bir alanda naylonlardan, bezlerden, battaniyelerden bir çadırkent kurmuşlar kendilerince…. Nemli toprağın üstünde oyun oynayan çocuklar… Onları kaygılı gözlerle izleyen anneler… Battaniyelerin kenarlarında mamalar, sütler, yiyecekler, bezler var…

Hayatlarını küçücük valizlere sığdırmış kadınlar. Valizlerin içinde kendilerine pek bir şey yok, çocuklara kıyafet var, aldığı kadar… Sağda solda ağaç dallarına asılmış çocuk kıyafetleri, otogarın tuvaletinde yıkanmış çamaşırlar.

MÜLTECİLERİ OBJEYE DÖNÜŞTÜREN KOCA OBJEKTİFLER
Her tarafta büyük objektifleri adeta objeye dönüşmüş mültecilere dönük fotoğrafçılar… Sürekli çıt çıt sesleri geliyor makinelerden. 1996’da Afganistan’dan savaş nedeniyle gelmiş, tutunamayıp 2000 yılında geri dönmüş, Taliban rejiminin zulmüne uğrayınca ailesiyle birlikte kaçak yollarla yeniden Türkiye’ye gelmiş olan Reşat, derme çatma çadırın içinden sorularımızı yanıtlıyor. 3 çocuğu, yaşlı amcası ve kuzenleriyle “Aha bundan pek farklı değildi” diye çadırı göstererek anlatıyor Küçükçekmece’deki evlerini. “Tuvaleti bile yoktu” diyor oğlu Aslan. Aslan bir tekstil atölyesinde çalışıyormuş 13 saat. “Paramı da alamadım abla, alsaydım buraya gelirken cebimizde para olurdu” diyor. Reşat’ın küçük oğlu hasta, annesinin kucağından pek ayrılmıyor. Hassa’ya soruyorum, “Korkuyor musun?”, Türkçe bilmeyen Hassa’nın söylediklerini eşi Reşat kendi cümlelerini de katarak çeviriyor: “Dün gece polisler geldi, dedi 10 dakikanız var gidin buradan. Nereye gidelim? Çocuk da hasta dedim, bir yere gidemeyiz. Bizim kağıdımız yok. İşimiz yok. Ev yok. Gitmekten başka çare yok” diyor ellerini açarak.


1.5 yaşındaki bebeğin inceden ağlama sesinin geldiği çadırkonduya yöneliyoruz, 5 küçük kız çocuğuyla anne Hemra’nın gözleri tıpatıp aynı. Hemra çevresinde sürekli kendisine ve çocuklarına dönük objektiflerden rahatsız. Nasıl olmasın? Biz bile insanların burnuna sokulan ve bir nebze özel alanın zaten olmadığı bu derme çatma çadırların bezden duvarlarını indirip indirip çıt çıt fotoğraf çeken, o da yetmeyip çocuklara poz verdiren bu halden rahatsızız. Telefonu çıkarıp da iki kare fotoğraf almak içimden gelmiyor bu yüzden…

Eğitim Senli kadınlar tek tek ziyaret ediyorlar kadınları, çocukların sırtını okşayıp, kadınların ellerini tutuyorlar.


MESELE “BİZ VARIZ, YANINIZDAYIZ” MESELESİ…
Dayanışmayı örgütleyen kadınlar adına Ayşe Panuş yapıyor açıklamayı, devletin bütün “perişan halde bırakma” tutumuna karşı insanların dayanışma için gösterdiği çabaya vurgu yapıyor. Gerçekten de kısacık ziyaretimiz boyunca arabaların bagajlarına doldurulup getirilmiş karınca kararınca yiyecekleri, mamaları, bebek bezlerini usulca, göze sokmadan, bir karışıklığa yol açmadan ihtiyaç sahibine götürmeye çalışan bir duyarlılık var. Edirne’de bizimle birlikte dolaşan ve günlerdir bir sağa bir sola koşup bir ihtiyacı gidermeye çalışan kadınların verdiği emek ortada.


Bu ülkede kim ne dersin, ne yaparsa yapsın dayanışma var…

Diliyoruz ki bu dayanışma büyüsün, savaş karşısında barış sesi yükselsin, mültecilerin kardeşlerimiz olduğunu, onlara reva görülenin aslında insanlığa, insanlığımıza reva görülen olduğunu hep birlikte haykıralım…

Son bir söz; mesele üç beş parça eşya getirmek değil -ki 3 gün içinde okullardan toplanan malzemelerin ne kadar fazla olduğu düşünülünce küçücük bir dayanışma adımın nasıl karşılık bulduğu da açık-; mesele “Biz varız, biz barış isteyen kadınlar, bu savaş politikalarının nasıl bir yıkım yarattığını görüyor, bu insanlıkdışı uygulamaların karşısında, mülteci kardeşlerimizin yanında duruyoruz” sözünü söyleyenler olduğunu göstermek…