Öğrencilerimizin çoğu okula dönemedi: Ya işçi oldular ya evlendiler!
Siyasi hesaplara göre şekillenmeyen, bilimsel, laik, ana dilinde ve parasız bir eğitim anlayışı hayata geçirilmeli. Bu gerçekleşmediği sürece bu sorun bir çığ gibi büyümeye devam edecek.

“Nasıl olur hocam? Ben çalışmalıyım; anneme, babama bakmalıyım.”

Ah, Yüksel! Canım Yüksel! 16 yaşında. Kızımla yaşıt. Bunları söylerken elleriyle oynuyor sürekli. Güneş yanığı ellerinin üzeri yara ve kesiklerle dolu. Kimi iyileşmeye başlamış kimi yeni. İçleri simsiyah kısa tırnaklarıyla yaralarının kabuklarını soyuyor farkında olmadan. “Çalışacağım tabii” diyor. Bir çocuğun ağzına yakışmıyor bu sözler, bunları söyleten şartlar neler? Konuştukça gözleri doluyor Yüksel’in, sesi titriyor.

O kadar çok karşılaştım ki bu türden durumlarla. Son on yılımı geçirdiğim bu okulda, bu manzaralara alışmalı insan, değil mi? Ben, alışamadım. Yürürken çocukların gözlerinin içine bakmamak, kafayı çevirip yoluma devam etmek, “Ya, öyle mi? Üzüldüm” tarzında ruhsuz, ezberden kalıp ifadelerle geçiştirmek bana uymadı. Ben çocuklarımı gerçekten dinlemek, anlamak istedim. Yapabiliyorsam onlara destek olmak ve sorunlarına çözüm üretmek tarafında oldum.

YÜKSELLER GÖZDEN ÇIKARILMIŞ

Yüksel, tek değil. Yüksel gibi nice öğrencim var. Geçmişte de oldu. İsimleri farklı farklı olsa da hayatları ortak yüzlerce çocuk tanıdım. Bu yaşantılar onların kaderi mi gerçekten? Gerek bazı aileler gerekse çocuklar bu durumlarına kader diyedursun ya da buna inandırılsın, bizler biliyoruz ne olduğunu, neyden kaynaklandığını. Yükseller gözden çıkarılmış. Sistemin onları kazanmak gibi bir niyeti olmadı en baştan. Neredeyse her kademesinde sınavla karşılaştığımız bu sistemde tarladan çıkan sınav birincileri gözümüze sokuldu. Bu haberlerden yoksulun payına düşen ise “Demek ki çalışınca oluyormuş, sen çalışmıyorsun. Senin okumaya niyetin yok zaten” türünden sözler oldu. Peki ya kazanan bilmem kaç bin diğer çocuktan neden hiç bahsedilmiyor? Onlar tarlada çalışmadılar kuşkusuz. Paralı eğitimin aracı olan etütlerden, dershanelerden ya da özel derslerden söz eden neden yok? Ailelerin özel eğitime harcadıkları bütçe korkunç boyutta.

ÖĞRENCİLERİMİZİN ÇOĞU OKULA DÖNEMEDİ

Eğitimin her kademesinin çatırdadığı bu sistemde, belki de bu çatırtıları en fazla duyan biziz. Biz kim miyiz? Biz, meslek liselerinde çalışan öğretmenleriz.

Bir meslek lisesi mezunu olarak hatırlıyorum da, annem beni ve daha sonra kız kardeşimi “Üniversiteye gidemezse hiç değilse elinde bir mesleği olsun” diyerek yazdırmıştı okula. İş kaygısı o zaman da varmış demek ki. Ancak üniversite yolunda umutluyduk hepimiz, ben de arkadaşlarım da. Şimdi ise çocukların ellerinden umutları da alındı. Artık herkes biliyor, meslek lisesi bitiren öğrenciler bırakın üniversiteyi kazanmayı, bunu düşünemiyorlar hatta meslek sahibi bile olamıyorlar. Ellerindeki diplomayla iş kuramıyor, işe giremiyorlar. İki yıllık meslek yüksekokuluna sınavsız geçiş hakları da alınınca ellerinden, bu çocuklardan neredeyse hiçbiri üniversite kapısından içeri giremez oldu. Şartlar meslek liseliler için bu kadar olumsuzken kız çocuklarının durumu en vahimi. Yüksel gibilerin hiç şansı yok.

Öğrencilerimizin yüzde 90’ı uzaktan eğitime katılamadı. Peki, neredeydi bu çocuklar? Hepsi de çalışıyorlardı. Çoğunlukla tarımda, tekstilde veya evde işçi olarak çalışıyorlardı. Evlenenler vardı içlerinde. Bu süreçte konuştuğum 11. sınıfta okuyan bir öğrencim, “Hocam, zaten evde internet yok. Derslere giremiyorum. Evde dedeme bakacağıma, tekstilde çalışıyorum, hem harçlığımı da çıkarıyorum” dedi. Bir başkası, çalıştığı kuaförden bağlandı bir kez derse. Ne yaptığını sorduğumda “Hocam, şu an moladayım. Boş bir oda buldum oradan bağlandım size.” Bir şekilde ulaştığım, haberini aldığım pek çok öğrencim okula dönmedi, dönemedi. Eğitime başlayanlar da bir var bir yok. Hem öğrenciler hem de velileri, geçen iki yılın alışkanlığını taşıyorlar. Neden düzenli gelmedikleri sorulduğunda aldığımız cevap hep aynı: “Bahçeye gidiyorum” ya da “Annem hasta, kardeşlerime bakıyorum.”

Ben bu satırları, okulda boş bir saatimde yazarken geçen yıl mezun ettiğimiz bir öğrencim beni buldu. Sıkıntı, kaygı hep aynı: “Ben istiyorum, ama babam istemiyor. Okuyup da ne olacakmışım. Bahçeye gönderecek beni.”

Sihirli bir değnek türünden mucizeler mi beklemeliyiz ya da mucize öğretmenler mi? Yoksa, eğitimin kendisi mi başlı başına bir mucize olmalı? Aslında cevap belli. Bizim çabamız, kıyıya vurmuş deniz yıldızlarını suya kavuşturmak. Elimize aldığımız her bir deniz yıldızı için yaşam, o andan itibaren nasıl farklı olacaksa dokunduğumuz her çocuk için de öyle. Fakat sorunun bu şekilde çözülemeyeceği de ortada. Çözüm, öncelikle ortada bir eğitim sorunu olduğunu kabul etmek ve ettirmekten geçiyor. Sonrasında nasıl bir eğitim istediğimizi vurgulamak: Siyasi hesaplara göre şekillenmeyen, bilimsel, laik, ana dilinde ve parasız bir eğitim anlayışı hayata geçirilmeli. Bu gerçekleşmediği sürece bu sorun bir çığ gibi büyümeye devam edecek. Sadece eğitimciler olarak değil toplumun bütün bileşenleri olarak bunu istemekte ısrarcı olmalı, bu yönde toplumsal bir direnç oluşturmalıyız.

EĞİTİMİ SATIN ALANLAR, DEVLETİN VİCDANINA KALANLAR…
Canlı dersteyiz ailecek. Kızım bana “Anne, gelsene!” diye seslendi. Odasına girdiğimde, pencerenin önündeydi. Eliyle gel işareti yaptıktan sonra “Şu karşısı neden bu kadar kalabalık?” diye sordu. Gösterdiği kalabalık, özel bir okulun önüydü. Okul dağılıyordu, araçlar yolu tıkamışlar, ortalık insan kaynıyordu. Bu manzara normal bir zamanda olsa bu kadar dikkat çekmezdi kuşkusuz. Ancak, pandemi döneminde herkes eve kapatılmışken, okullar yüz yüze eğitime ara vermişken ilginç gelmişti kızıma. Bulunduğumuz pencereden iki okul görürüz biz. Sol taraftaki ünlü bir özel okul. Sağdaki ise bir devlet okulu. Birinin önü mahşer yeri gibiyken diğerinde yaprak bile kımıldamıyor. Kızımı yanıma çekip sordum, “Bak bakalım şu iki okula. Her ikisi de lise. Özel okulda eğitim yüz yüze diğerinde ise uzaktan. Sence neden?”, “Onlar para mı verdiklerinden?” diye yanıtladı. “Aynen öyle. Onlar eğitimi satın almışlar. Öbür okuldakiler ise devletin vicdanına kalmışlar.” İçim acıyarak dikildim o pencerenin önünde.

Fotoğraf: dha

İlgili haberler
Görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz!

Dergimizde kadınların her bir cümlesiyle, büyüttüğümüz umudun ve değiştirme azminin zerresini oluştu...

Diyanet’in cesameti, kadınların hayatı, bizim seçe...

Sömürünün hükmü sürsün diye baskı arttıkça, yoksullar daha barınaksız, eğitimsiz, güvencesiz, gelece...

Öğrencilerimizin çoğu okula dönemedi: Ya işçi oldu...

Siyasi hesaplara göre şekillenmeyen, bilimsel, laik, ana dilinde ve parasız bir eğitim anlayışı haya...