Tam da bugünlerde gece yastığa kafanızı koyarken, gündüz sağa sola koşarken, bir kahve molası bulabildiyseniz eğer eliniz fincanın kulpundayken, çiçekleri sular, akşama ne pişireceğinizi düşünürken kafanızın bir hesap makinesine dönüştüğünü duyumsuyorsunuz. Artılar azalırken, eksiler büyüyor. Denklemin bir yanındaki girdileri ne kadar azaltırsanız azaltın, diğer yanı hep eksiye çıkıyor. Her pazara gidişinizde, her bakkal alışverişinde, her market kasası önünde denklem daha da bozuluyor. Hesap makinesi tıkır tıkır çalışıyor, gel gör ki olanı olması gerekene eşitleme çabasında ekranda hep aynı hata kodu beliriyor, olmuyor da olmuyor...
Ama ne hikmetse bizim hesap makinelerindeki girdilerle ülkenin ekonomisine yön verenlerin ellerindeki makineler aynı sonuçları çıkarmıyor. Doğalgaza, sigaraya, meyve sebzeye, yumurtaya, ete, beyaz eşyaya zam üstüne zam gelirken enflasyon geriliyor! Biz denklemi tutturamayıp uykulardan olurken, “Enflasyon geriledi” diyenler bizi daha da geriyor...
Yetmiyor; okula başlayanın bu tutmayan hesaplarla yemesinin içmesinin barınmasının nasıl olanaklı olacağını kara kara düşünürken; üstüne bir de okul yemeklerine, ulaşım ücretlerine, yurt masraflarına zam üstüne zam yapılırken, bir bakıyoruz ki devlet kasasından tarikat ve cemaat vakıflarına 100 milyonları aşan paralar “öğrencilere barınma ve beslenme yardımı” adı altında peşkeş çekiliyor.
O da yetmiyor; devlet gözetiminde semiren ve her yere yayılan bu cemaat ve tarikatların kurslarında, yurtlarında kalan küçücük çocukların istismara maruz kaldığı haberleri saçılıyor ortalığa. En son İstanbul Ümraniye’de Fıkıh-Der’e ait yatılı Kuran kursunda 20’yi aşkın çocuğun kurs sorumluları ve eğitmenleri tarafından istismar edildiği, kimi çocukların babalarının ise derneği korumak adına çocukları hakkında “Yalan söylüyorlar” beyanı verdiği ortaya çıkıyor.
Bitmiyor; kadınların güvenceli iş, mesleki eğitim, çocuklar için ücretsiz bakım hizmetleri, kreş ve oyun alanları talepleri ne zaman yükselse “Bütçe yok” diyenlerin, eşi dostu yandaşı doldurduğu belediyeleri aile arpalığına çevirdiği haberlerinin yanına bir de Yenikapı miting meydanını dolduracak kadar çok arabanın sergilendiği haberini duyuyoruz. Neyin sergisi bu? İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ihtiyaç dışında eşe dosta tahsis ettiği araçların sergisi...
Bu tabloya bir de iktidarın kendi bekası için kayyum darbesiyle halk iradesini gasbederken öncelikle kadınların yerellerdeki kazanımlarını yok etmesini ekleyelim. Belediye kreşlerini kapatıp Kur’an kursu açmalarını, kadın danışma merkezlerini evlendirme dairesine dönüştürmelerini, kadınların yerel yönetimlerde eşit temsilini simgeleyen eş başkanlığı “Terör uygulaması” addedip kayyum atamalarının gerekçesi haline getirmelerini...
Ekonomik krizin ağır faturasını derinleşen yoksulluk ve yüzde 30’ları aşan kadın işsizliği ile baş başa kalan kadınlar patronların iki dudağı arasından çıkacak söze mahkum edilirken, Kaz Dağları’nda gördüğümüz gibi doğa yıkımından kaldırdığı rantla krize yara bandı sarmaya niyetlenen iktidar tüm nefes borularımızı kesmeye çalışıyor.
Her şey açık; karşımızdaki tablo bütünüyle yolsuzluğun, çürümüşlüğün, yozlaşmanın tablosu... Bu karanlık tablo; kadınların artık daha fazla sürdürmek istemedikleri dayatılmış hayatların adeta bir özeti...
Kadınların “ölmek istemiyoruz” çığlında özetlenen başka bir hayat özlemi dergimizin sayfalarında yer alan kadın hikayelerinin en temel duygusu. Vahşileşen şiddetin arka planında yaşananlar, devletin vurdumduymazlığı, kadınların ekonomik, sosyal ve kültürel olarak sıkıştırıldıkları cenderenin gündelik görünümleri Ekmek ve Gül’ün bu sayısında da apaçık ortaya seriliyor.
Ancak sadece bununla sınırlı kalmıyoruz.
Yaşananları anlatmak ve farklı görünümlerini, etkilerini, sonuçlarını ortaya sermek kadar önemli bir başka işimiz daha var. Bu karanlık tablodan nasıl çıkacağımızı tartışmak!
Dergimizin sayfalarında yer alan ve çeşitli mahallelerden, fabrikalardan, okullardan gelen tartışmalar bize kadınların çaresizlik duygusunu aşmak için en büyük dayanaklarının kadın dayanışması ve örgütlü mücadele olduğunu gösteriyor.
Şiddet, yoksulluk, işsizlik, çaresizlik, umutsuzluk, yalnızlık sarmalında sıkıştırıldığımız yerde “Ölmek istemiyoruz” çığlığı atmak zorunda kalmadığımız, yaşama dair neşemizi paylaştığımız günlere daha çok yaklaştığımız bir ay olsun!
Ekmek ve Gül’e siz de yazın, sesimiz çoğalsın!
İlgili haberler
Ölmek istemeyen kadınlar değiştirecek
‘Çözüm konuşuyoruz; fabrikada herkesin dilinde idam. Ama ben onaylamıyorum. İdam etsen ne olacak, ya...
Yaşama sevincimize her gün nişan alınırken birbiri...
Dokunduğumuz her kadını görerek, hayatın tüm zorluklarına karşı sıcak ve güvenli omzumuzu sunarak, y...
Şiddetin yalnızca suretine değil esasına karşı da...
Saldırıları püskürtürken, yalnızca kâğıt üstündeki haklarımıza sahip çıkmakla kalmayıp, bu hakları k...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.