Kadınlardan AKP'ye müjde: ‘Mücadele sürüyor, taleplerimiz büyüyor’
'Cesareti örgütlülüğe dönüştürmek zorundayız. Sokağı örgütlemek için bugünden iş yerinde, mahallede, okulda yanımızdaki kadınların koluna girmeli, aydınlık bir gelecek için mücadeleyi örgütlemeliyiz.'

“Saraçhaneye gittim, en çok da o kalabalık beni cesaretlendirdi.”

“Çok kalabalıktı, o kalabalıkta ‘Bana ne olabilir ki?’ diye düşündüm ve bir cesaretle sokağa çıktım.”

“Evdeki işler yüzünden ben gitmedim ama çocuklarımı gönderdim. Halk böyle sokağa çıkar diye beklemiyordum.”

19 Mart'tan sonra İBB'ye yapılan operasyonlar silsilesi ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'yla birlikte tutuklanan onlarca kişininin ardından bir kıvılcım, yurdun dört bir yanında halkın sokağa çıkmasına yol açtı. Yukarıdaki cümleler kadınların buluştuğu her alanda yankılandı. Cesaretin bulaşıcılığı, memleketin dört bir yanını sarıp içimizde kuruyan kökleri yeşertti. Umut ve cesaret her toplumda değişim ve mücadele için gerekli olan en temel iki unsur ve şimdi biz yeniden buna sahibiz.

Üniversitelilerin ders boykotundan, liselilerin sokak eylemlerinden, Yozgat’taki çiftçilerin traktörlerle oluşturduğu görüntülerinden tutalım da 1 Mayıs’ ta yurt genelinde talepleriyle sokağa çıkan işçilerin, emekçilerin yürüyüşlerine kadar uzanan "Değiştirebiliriz" inancı daha da genişliyor. 1 Mayıs’ta işçiler, emekçiler İstanbul’daki fili OHAL’e rağmen, memleketin dört bir yanında sokağa çıktı.

KAZANIMLARIMIZI HATIRLAYALIM

Belki de bu sürecin en önemli kazanımı buydu. İşçiler, emekçiler, kadınlar, öğrenciler ve bu düzenden yorulmuş bütün kesimlerin tekrar “Bir araya gelebiliriz” demesi, kendini değiştirici ve dönüştürücü bir özne olarak kabul edip sokağa çıkması AKP'nin yıllardır baskı, tehdit ve kutuplaşma politikalarının boşa düştüğünü gösterdi. Daha somut kazanımları da vardı bu sürecin: İBB'ye kayyım atanmasının önüne hep birlikte geçildi. Ama artık bu süreçten sonra en çok ihtiyaç duyacağımız şey, AKP’nin yıllardır kurduğu bölük pörçük bir topluma tek başına hükmetme hayalinin suya düştüğünü görüp bu kazanıma sarılarak ilerlemenin olanaklarını oluşturmak olacak.

Elbette bugün iktidar bütün tuşlara basarak; ev hapisleriyle, haksız tutuklamalarla, göz dağlarıyla ve tehditle halkı yıldırmaya çalışıyor. Bunun en acımasız örneğini, Esila Ayık'ın böbrek ve kalp rahatsızlığı olmasına, defalarca sağlık durumunun ciddiyetine dikkat çekilmesine rağmen bu yazıyı yazarken hâlâ tutuklu olmasından görüyoruz. Esila'ya yaşatılanlar bugün tüm öğrencilere ve ailelerine göz dağı mahiyeti taşıyor. Ama bu süreçte çocukları mahkemeye sevk edilirken, tutuklanırken “Eğme çocuğum başını, dik tut kafanı” diyen annelerin sesi kulağımızda çınlıyor. Bir şeylerin aşıldığının hepimiz farkındayız. Bu süreçte biriktirdiğimiz deneyimler ve aştığımız bariyerler en büyük kazanımımız.

Ama aşamadıklarımız da var. Umutlarımız kadar bunları da konuşmak ve aşmak üzere harekete geçme zorunluluğumuz var.

“Saraçhaneye gittim ama iş arkadaşlarıma söylemedim. Ama bazılarıyla Saraçhane'de karşılaştım. Birbirimizden haberimiz olmadan gelmiştik.”

Bu bir tanecik cümleyi birçok kadın işçinin, emekçinin ağzından duyduk. İşte bu tam olarak aşamadıklarımızdan biri bu. Bunun iki temel sebebi var. Birincisi, AKP iktidarının yıllardır adım adım ülkeyi getirdiği karanlık tablo ve ikincisi, biz.

AKP GÜVENSİZLİĞİ ADIM ADIM İNŞA ETTİ

AKP iktidarı 20 yılı aşkındır bütün güçlerini, tek adam rejimini inşa etmek üzere seferber etti. Liste uzun ama kimi önemli unsurları hatırlamak, AKP’nin bu kuşatmayı nasıl ilerlettiğini daha iyi anlamamızı sağlayacak.

İktidar, hukuki alanda kadınların kazanılmış en temel haklarını gasbetti. İstanbul Sözleşmesi'nden 2021 yılında çekildi; kadınların nafaka, soyadı, evlilikte mal paylaşımı gibi hakları hedef alındı. “Süresiz nafaka kaldırılsın” kampanyalarıyla kadınların boşanma hakkı engellenmeye çalışıldı. YÖK ve devletin tüm resmi belgelerden “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı kaldırıldı, yerine “kadın- erkek fıtratı” gibi kavramlar oluşturuldu. Hukuki alandan kuşatma sürerken bir yandan kadınların ev yükünü daha fazla sırtlanması için uygulamalar gündeme getirildi, kadınların güvenceli işlerde çalışmasının yolu kapatılmaya başlandı.

Türkiye'de kadın istihdamı OECD ortalamasının çok altında ve yaklaşık yüzde 30'larda kalıyor. Bununla birlikte esnek ve güvencesiz çalışma modelleri özellikle Erdoğan ve Şimşek'in mali programlarıyla kadınların ucuz işgücü ordusunun vazgeçilmezi yaptı. Kamuda tasarruf tedbirleriyle kadınların yıllardır en önemli talebi olan kreş talebini görmezden gelip çocukların tüm bakım yükünü kadınların sırtına yıktı. Sermaye için muazzam fırsatlar oluşturan iktidar, kendi rejimini inşa ederken eğitimden sağlığa birçok alanı kendi politikaları doğrultusunda yeniden şekillendirdi. Karma eğitime müdahaleler, ders müfredatına müdahaleler AKP'nin "kindar ve dindar" bir nesil yetiştirme projesiydi. Keza iktidar bunun için, içinde istismarın, gericiliğin ve şiddetin yuva yaptığı tüm cemaat ve tarikatlara olanak açtı.

Paragraflara sığmayacak kuşatmalar, Kürt, Türk, Sünni, Alevi tartışmalarının, kutuplaştırmanın doğrudan iktidar tarafından harlanmasıyla toplumu bölerek sömürmeye devam ettiler, işçi ve emekçilerin birbirlerine olan güvenlerini zedelediler. Elbette bunun bir ucundan da kolluk gücü tuttu. Kadın ve LGBTİ derneklerinin, birçok demokratik kitle örgütünün temsilcileri, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler, siyasiler ağızlarını açtıkça soluğu ceza evinde aldı.

Ama bütün bunların en önemli yansıması sınıfın örgütlenmesinin önünde oluşan engellerin ayyuka çıkmasıydı. Aynı işte saatlerce çalışanlar, günün büyük bölümünü birlikte geçirenler birbirine güvenemiyor. Bunun en büyük nedeni de işsiz kalma korkusu. Bu korku hâlâ en temel, en somut korku özellikle kadınlar için. Çünkü patronlar en çabuk kadınlardan vazgeçiyor. Güvencesiz, çoğu sigortasız ve işten çıkartmanın maliyeti düşük olan kadınlar patronlar için kırılması en kolay halka. Ayrıca işsiz ordusu beklerken iş kaybetmek kadınlar için büyük bir çaresizlik anlamına geliyor. Keza son süreçte fabrikalarda işten çıkarmalar bir yandan da farklı biçimlerde bizlere yansıyor.

İŞTE SERMAYE YÜZSÜZLÜĞÜ

İktidar ve yetkilileri bangır bangır "İşsizlik azaldı" diye propaganda yapıyor. Ancak gerçekler yine başka. TÜİK işsizlik verilerine baktığımızda Mart 2025'te kadınların işsizlik oranı yüzde 12'ye yakın. Bu oran erkeklerde yüzde 8'e yakın. TÜİK bu oranın bir önceki aya göre düştüğünü ifade ediyor. Bu matematiksel olarak doğru olabilir ancak önemli bir nokta var: Sigortasız ve esnek çalışma oranını artıyor. İktidar geçtiğimiz şubattan bu yana 550 binden fazla kadını İş Pozitif üzerinden işe yerleştirdiğini ifade ediyor. Bu işe yerleştirmelerin güvencesiz, dokuz ay mı bir yıl mı süreceğinin belli olmadığını kadınlar da biliyor. Keza iktidarın ballandıra ballandıra anlattığı bu programlar patronalara muazzam fırsatlar sunarken diğer yandan daha kademeli işçilerin işten çıkarılmasına yol açıyor.

İstanbul'da Salcomp fabrikasında işçi kadınlar Ekmek ve Gül'e ulaşarak bu tabloyu bize somutlamıştı. Üç yıl ve üzeri sürede fabrikada çalışan kadın işçilere, fabrika yönetimi yüzsüzce “Sizin kıdeminiz yükseliyor, o yüzden işten çıkarmak zorundayız” demişti ve işten çıkarmıştı. Kadınlar son aylarda fabrikaya sadece İŞKUR üzerinden alım yapıldığını anlatıyordu.

Bu süreç güvencesizlik ve işsiz kalma korkusunu pekiştirirken işçilerin örgütlenmesinin, sendikalara üye olmasının da önüne geçiyor. Kadınlar kısa süreli farklı farklı iş yerlerinde çalışıyor, bu şekilde örgütlenme hakkı da gasbediliyor.

Esnek ve güvencesiz çalışma ve yoksulluk AKP'nin kadınlara vaat ettiği tek şey. 2025 yılının aile yılı ilan edilmesinin ardından iktidar birçok tartışmayı yukarıdaki tabloyla paralel ilerletiyor. Kadınların nasıl doğuracağını tartışmaya açıyor ama çocuk doğduktan sonrası yok. İktidar geçtiğimiz günlerde 500 bin kadının doğum yardımına başvurduğunu söylüyor. Adeta yoksulluğun tablosunu müjdeliyor. Öte yandan beyaz eşya dükkanı misali evlenenlere çeyiz desteği sunacağız diyor. AKP yıllardır kendine mecbur ve mahkum bir toplumu inşa ediyor.

Ev kadınlarına emeklilik müjdesi dediği de tam olarak bu mecbur olma halini kanıtlıyor. Kadınların bütün bu bahsettiğimiz esnek ve güvencesiz çalışmanın yanı sıra bakım yükü nedeniyle emekli olması, özellikle 2008'den sonra emekli olması adeta hayal. Olduğunda da düşük ücretlerle çalıştığı için emekli maaşı 15-20 bin lira arasında oynuyor. Şimdi iktidar bütün bakım yükünü sırtlanan ev kadınlarına “Müjde, emekli olacaksınız” diyor. “Ödeyeceğin aylık sigorta priminin üçte birini ben ödeyeceğim, çocuk doğurursan yıpranma payı vereceğim” diyen iktidar kısaca kadınlara “Ayda 6 bin 200 lira ödemelisin” diyor. Bu da kocaya bağımlılık, devlete para akışı demek.

AKP'nin müjdelediği her şey bugüne kadar kendisi ve himayesi altına aldığı sermaye içindir. Bugün örgütlenmenin, ses çıkarmanın hayat memat meselesi olduğunu biliyoruz. İstanbul depremi yıllardır tartışılmasına rağmen iktidar bırakın tek bir adım atmayı, rant ve kâr uğruna milyonları ölüme terk ediyor. İktidar Kanal İstanbul projesine aktardığı milyarlarca lira kaynak ile 1.5 milyon yapıyı yeni baştan 76 kez inşa edebilirdi. 76 kez!

PEKİ ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?

Evet, bütün bu tablo devletten doğru güvensizliği ve örgütlenmenin önündeki engelleri ortaya seriyor. Ancak bugün bizden yana olanı aşmak zorundayız.

Bu yüzden binlerce kişinin valilik yasaklarını tanımadan sokağa çıktığını, 1 Mayıs öncesi operasyonlara, caddelerin kapanmasına rağmen işçilerin, emekçilerin taleplerini meydanlarda yükselttiğini, cop ve tehdide rağmen birçok fabrikada işçilerin hakları için grev çadırı kurduğunu, direnişe geçtiğini gördük.

Bugün “Peki ya şimdi ne yapacağız?” sorusunun yanıtını birlikte aramaya ve bulmaya ihtiyacımız var. Çünkü bizim değiştirmemiz gereken bütün bu tablo ve inşa edeceğimiz insanca, şiddetsiz, özgür bir yaşam sadece sandıklara sığmayacak kadar derin ve köklü.

Bugün iktidar, kindar ve dindar bir nesil yetiştirmek isterken AKP'ye öfkeli bir neslin yetiştiği, hakkını arayan işçi kadınların ön saflara geçtiği, açığa alınmasına rağmen gençlerin geleceği için öğretmenlerin ses yükselttiği tabloda elbette umutlu ve cesur olmak önemli. Ancak bu cesareti örgütlülüğe dönüştürmek zorundayız. Sokağı örgütlemek için bugünden iş yerinde, mahallede, okulda yanımızdaki kadınların koluna girmeli, aydınlık bir gelecek için mücadeleyi örgütlemeliyiz. Direnişi her alana taşımalıyız.

Bireysel boykotları, her yerde hayatı durdurmaya dönüştürmeliyiz. Üretimden gelen gücümüzü kullanmalıyız. Bulunduğumuz her iş yerinde haksızlığa karşı örgütlenmeliyiz. Sendikaları bizler harekete geçirmeliyiz. Günde 12 saati geçen çalışma ve ek mesailere karşı haftada bir izin yapmaya hasret kalmamak için yanımızda iş arkadaşımıza güvenmeliyiz.

Asıl temel olarak bu iki şiar ilerledikçe bütüncül bir değişimden söz edebiliriz. Meydanlarda karşılık bulan "genel grev, genel direniş" çağrısı ise işte bu yüzden bir kılavuz niteliği taşıyor. Bugünden ilerisi için örgütlülüğümüzü inşa etmeli, yeni bir gelecek için kolları sıvamalıyız.

Görsel: Yapay zeka tarafından oluşturuldu

İlgili haberler
2025 1 Mayıs’ından notlar: Kadınlar en önde, mücad...

‘Bu sadece kadınların öfkesinin haykırıldığı bir 1 Mayıs olmadı. Mücadele etmiş, kazanmış kadınların...

İşçi, emekçi ve öğrenci kadınlar 1 Mayıs’tan yazdı...

1 Mayıs Türkiye’nin dört bir yanında mitinglerle, eylemlerle kutlandı. 1 Mayıs’ta talepleriyle aland...

'Biz bu ülkeyi ayakta tutan elleriz'

'Sadece daha fazla maaş istemiyoruz. İnsan gibi yaşamak istiyoruz. Güvenceli iş istiyoruz. Emeğimizi...