İşe Yarar Bir Şey, Pelin Esmer’in yönetmenliğinde, senaryosunun Barış Bıçakçı’yla beraber kaleme alındığı bir yol hikayesi. Biz de Aydınlı Ekmek ve Gül okuru kadınlar olarak filmle bir yolculuğa çıkıyoruz.
Filmin çoğunluğu bir trende geçiyor, Ankara’dan İzmir’e sefere çıkan meşhur Mavi Tren bu. 16 saatlik bir yolculuğun yavaşlığını izlerken fark ediyor, zaman kavramını yitirmiş gibi birbirimize soruyoruz: “Kaç gün oldu yolculuğa başlayalı?”, “Daha ilk gecesindeler.”
Trenin yolcularından Leyla, avukat ve şair. Lise arkadaşlarının düzenlediği mezunlar yemeğinin 25’inci yılına özel geceye ilk defa katılıyor. Zorlandığını anlıyoruz ama bu defa kendini ikna etmiş. Ne uçak ne de otobüs, uzun bir tren yolculuğunu tercih ediyor. Tren yavaşladıkça ve durdukça yüzündeki telaşsızlığa şahit oluyor; büyük küçük, derme çatma evleri; camlara yansıyan insan silüetlerini onunla beraber izliyoruz.
Leyla sadece bir camın ardındaki hayatları değil, vagonların buluşturduğu insanların da öykülerini merak ediyor. Bunu şefkatle ve ilgili bir merakla gösteriyor. Canan’la yolculuk başlamadan önce istasyonda karşılaşsa da onun hikayesine trende dahil oluyor. Canan, günlük hayatta denk geldiğimiz gerçekçi karakterlerden. Varoluşsal kaygıları olan, biraz ürkek biraz öfkeli, taşradan geldiğini düşündüğümüz genç bir hemşire. Sohbet esnasında insana ve yaşama yakın bu mesleğin ölümle yakınlığı da yer buluyor dillerinde: “Sonra peki, ölüme alışıyor mu insan?”, “Alışıyor…”
Ölüm demişken 6 sene önce bir kazada felçli hale gelen Yavuz’u duyuyoruz. İzmir’de geniş pencereli ve sahile bakan bir evin içinde yatağa bağlı ve sadece birkaç parmağını hareket ettirebiliyor. Evin dışında hayat var. Genci yaşlısı, kadını erkeği, birçok insan adımlarıyla kaldırım taşlarını aşındırıyor; sesleri içeriye dağılıyor. Yavuz ise yaşamak istemiyor. Doktor olan arkadaşından kendisini öldürmesini istemiş ama o buna cesaret edememiş. Böylece doktor hikayeye genç hemşire Canan’ı dahil ediyor, ondan Yavuz’u öldürmesini istiyor. Leyla durumu öğreniyor ve onunla birlikte bu hikayenin parçası haline geliyor. Canan’ın Yavuz’a giderkenki kaygılı hallerine tanık olmak, yüzümüze hüzün yerleştiriyor. Eve vardıklarında Yavuz, birini beklerken iki yabancıyla karşılaşıyor.
Dışarıdaki seyyar satıcı, üst komşusunun çello ile çaldığı dingin ezgi, bir sarı çiçek hikayesi, sohbete yayılan kuş ve ayak sesleri, duvara yansıyan gölgelerle buluşuyoruz evin içindeyken. “Yavuz’un ölüm kararı bu iki yabancıyla değişecek mi?” sorusunu soruyoruz hepimiz. Film bitince samimi ve sıcak bir hissin yanında, büyük bir merak duyuyoruz. Birbirimize bakıp “Bence ölmedi” demekten ve hayatın devam etmesini dilemekten kendimizi alamıyoruz. Kim bilir, Yavuz belki evinin penceresinden şahit olduğu bu hayatı ve sarı çiçeği yeniden görebilmeyi seçmiştir.
Görsel: Filmin fragmanından alınmıştır
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.