“Hepimiz aynı çarkın dişlisiyiz, ama o çark hep bizi öğütüyor.”
Bir kadın olarak bu ülkede doğmuşsanız sırtınıza bir yük değil, bir mücadele mirası bırakılır. Sabahın karanlığında başlayan gününüz, gece yatağa uzandığınızda bile bitmez. Çalışırsınız, üretirsiniz, öğrenirsiniz, öğretirsiniz ama yine de hep eksik kalırsınız. Çünkü bu düzen, kadınların emeğini yalnızca ucuz iş gücü, sesini ise bir süs gibi görür.
Bu yazıda anlatılanlar, o çarkın içinde kendi mücadelesini veren üç farklı kadının hikayesidir. Biri bir fabrikada makinelerin arasında, biri bir özel okulun kapısında, biri ise çocuğuyla hayatta kalma savaşı veriyor. Adlarımız farklı, işlerimiz farklı ama hissettiğimiz aynı. Çünkü bu düzen, bizi öğütmekten başka bir şey vadetmiyor.
EYLÜL: METAL TOZU VE HAYALLER ARASINDA
Eylül, gün doğmadan kalkıyor. Metal fabrikasında saatler süren ağır bir vardiya onu bekliyor. Çelik kokusu ve makinelerin sesi gün boyu kulağında. Durmak, nefes almak yok. Bir yandan alın teri döküyor, diğer yandan kafasında hep aynı soru dönüyor: “Bu parayla nasıl geçineceğim?”
Evde ise başka bir mesaisi var. Annesine destek olmak, faturaları ödemek, mutfağı döndürmek… Bekar evet, ama bekar olmak onun için “yalnızca kendine yetmek” anlamına gelmiyor. “Asgari ücret 22 bin lira oldu, dediler. Sevindik mi? Sevindiysek bile markete gidince geçti. Kazandığım ücreti evle bölüşüyorum. Kendi adıma bir kahve içeyim, bir kitap alayım desem lüks.”
‘ARABA PARÇALARI ÜRETİYORUM, KENDİ HAYATIMIN PARÇALARI EKSİK’
Fabrika çıkışı serviste başını cama yaslıyor. “Hayallerim vardı,” diyor içinden, “Ama artık hiçbirini hatırlamıyorum. Sanki hayal etmek bile yasaklanmış gibi. Ya da hayallerin fiyatı zamlanmış bu ülkede. Geçen ay maaşımla ayağımı yorganıma göre uzattım ama yorgan yetmedi! Bu fabrikada araba parçaları üretiyorum ama kendi hayatımın parçaları eksik.”
Eylül, çalıştığı fabrikada iş arkadaşlarının çoğu gibi sessiz. Çünkü iş güvencesi diye bir şey yok. “Metal tozu soluyoruz, ellerimiz nasır içinde. En ufak bir sorun yaşasak kapının önüne konulma korkusu. Yöneticiler bir kere üretim bandına inip bizimle çalışsa belki o zaman anlarlar ne yaşadığımızı.”
Eylül, bu çarkın dişlileri arasında kaybolmak istemiyor. Bazen direndiğini hissettiği anlar oluyor. Kendi sesiyle hesaplaşıyor: “Bu hayat bizim emeğimizin karşılığı değil. Metalin ağırlığını taşımak kolay da insanca yaşamamız gerektiğini her gün unutmak ağır geliyor.”
ZEYNEP: HAYATIN AYNASINDA BİR KADIN
Zeynep, sabahın kör karanlığında uyanıp bir başka güne başlamak için hazırlanıyor. Bir gün daha… Ama bu günü de öncekiler gibi hayatta kalmaya çalışarak geçirecek. Özel bir okulda karşılamada çalışmak, çoğu insanın gözünde “şanslı” olmak demek. Ama Zeynep için bu, her sabah aynı maskeyi takıp hiç durmadan gülümsemek zorunda kalmak demek. Yalnızca gülümsemesi değil, tüm bedeni tükenmiş durumda.
“Asgari ücretle çalışıp bir de üstüne mobbinge uğruyoruz.” Zeynep’in sesi titriyor ama yalnızca içindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyor: “Bize her şeyin sorumluluğunu yüklüyorlar, aldığımız asgari ücret, ne işe yarar ki?” Her gün okulda velilerin sorularına, öğrencilerin tatlı gülüşlerine karşı pozitif kalmaya çalışıyor. Ama içi bomboş. Her gün, borçları ödeyebilmek, faturalarla boğuşmak, hayatta kalmak uğruna hayallerinden vazgeçmek zorunda kalıyor.
‘SÜREKLİ BİR EKSİKLİK DUYGUSU İÇİNDEYİM’
Evli, ama çocuksuz. Bir kadının hayatı, çocuk yapma kararıyla ölçülmemeli, değil mi? Fakat etrafındaki herkes, başkalarının beklentilerini ona yüklüyor. “Bir yanda eşimle geçirdiğimiz zor zamanlar, diğer tarafta iş yerindeki baskılar. Sürekli bir eksiklik duygusu içindeyim, bunu kimse görmüyor.”
Özel sektörde çalışmanın gerçeği işte bu. Yöneticiler çalışanlarını köle gibi kullanırken Zeynep’in emeği küçümseniyor. “Bazen 12 saat çalışıyoruz, yine de yeterince değer görmüyoruz. Bir hata yapınca suçlu ilan ediliyoruz. Emek bizim, yansıyan hiçbir şey yok. Sadece çalış, sus, yaşa…”
EMİNE: FARKLI VARDİYALARDA TÜKENMİŞ BİR KADIN
Emine sabahın ilk ışıklarıyla değil, içindeki tükenmişlikle uyanıyor. Çalar saati bile duymuyor çünkü gündelik mücadelesi daha büyük. Fabrikada 12 saatlik vardiyalarda çalışan Emine’nin günü uykusuz geçen gecelerle devam ediyor. Çocuğu her gün okula gitmek için hazırlanırken o sadece bir gün daha nasıl geçer diye düşünüyor.
Eşi de farklı bir fabrikada çalışıyor. Aynı zor şartlar, aynı tükenmişlik, ama bu kez ikisi de birbirinden uzak. “Eşimle aynı evde yaşarken bile birbirimize zaman ayıramıyoruz. İkimizin de tek derdi, bir ayı bitirebilmek.”
“Bütün gün çalışıyorum gece de çocuklarla ilgilenmeye çalışıyorum, ama bir türlü yetmiyor. Borçlar, faturalar, çocukların ihtiyaçları derken hep bir eksiklik var.”
2025 asgari ücreti Emine’nin yaşadığı çaresizliği daha da derinleştiriyor. 22 bin lira, tüm bir ayı geçirmek için yetersiz. “Bu parayla ne ev kirası ne faturalar ne de çocukların masrafları karşılanabilir.”
Eşiyle aynı hayali paylaşıyorlar: Bir gün, bu düzene bir son verebilmek.
NOT: Bu yazıda yer alan hikayeler tamamen gerçektir, ancak kimliklerinin korunabilmesi adına isimler değiştirilmiştir.
Fotoğraf: Canva Pro Yapay Zeka
İlgili haberler
Ya hepimizin kazanımı ya hepimizin kaybı
Grev yasaklarına karşı çıkmak, yasağa rağmen grevdeki işçilerle dayanışmak ve mücadelelerine ortak o...
Patronların oyunu, işçilerin ortak mücadelesi var
Sendikalaştıkları için işten çıkarılan TKIS işçileri, yine sendikalı olan Tarkett ve MKB Rondo işçil...
Bir kravat meselesi: ‘Suriye’de göstermelik özgürl...
'Görünen o ki iktidar ve onun etrafındaki gerici güçler Suriye'nin yeniden imarında başta inşaat sek...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.