Dırdırcı yularını ağzına takma!
Dilimizi koparan yularlar bugün somut mamüller değil belki, ama bizi kendi çıkarlarında uzlaştırmak isteyen egemenler, görünmez yularlarla devam ettirmek istiyorlar saltanatlarını...

Kapitalizm kadınlara karşı bir savaşla başladı; cadı avlarıyla... 500 yıl öncesinde; dünya nüfusunun bugünün yarısından bile az olduğu dönemlerde, 80 bini aşkın kadının yakılarak, kafaları koparılarak, işkence edilerek, sokaklarda pazarlarda linç edilerek öldürüldüğü bu kara tarih, tesadüfen olmuş bitmiş bir olay değildi. İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde böyle bir şiddet, bu şiddete ihtiyaç duyan, bunu teşvik eden bir dayanak noktası olmadan gündelik yaşamda kendiliğinden ortaya çıkamaz.

Peki, kadınları ve kadınlığı yaşamdan tehcir eden, yok eden, ezen, tehdit eden ve kadınlığa korku salan böylesi bir vahşete kimin, neden ihtiyacı vardı?

Gelişmekte olan kapitalizmin temel gereksinimleriydi söz konusu olan; işgücünün kitlesel birikimi ve sermayenin işine gelen korkunç bir emek disiplininin dayatılması ihtiyacı...

Kadınları “cadı” ilan edip işkence etmek kadınların erkeklere tabi kılınmalarını meşrulaştırdı, mülkün koruyucusu olan, sermayenin çıkarlarını korumak üzere kurulan devlete, yeni işçi nesillerinin üretimini garanti altına alacak şekilde, kadınların üzerinde kontrol imkânı verdi.

Cadılıkla suçlanan kadınların maruz bırakıldığı işkence ve idamlar, sadece o kadınların yaşamlarının acılar içinde son bulmasına neden olmadı; kadınlara itaatkâr ve sessiz olmanın, mülayimleşmenin kadınlığın esası olduğunun da öğretilmesi gösterisiydi bunlar aynı zamanda...

Peki, susmayanlar? İşte onlara ağzı tümden kaplayan, metal ve deriden mamül “dırdırcı yuları” reva görülecekti*. Öyle bir işkence aletiydi ki bu; konuşmaya cüret ederse dilinin kopmasının, damağının parçalanmasının acısını çekmek zorunda bırakılıyordu kadınlar. “Makbul kadın dilsiz kadındır, boyun eğen kadındır” düsturunu zorla, şiddetle, vahşetle kabul ettirmenin, kadınlığın kitabını böyle yazmanın şahikası...

Cadı avları sona erdi de kadınlığın makbullüğünü dilsizlik ve boyun eğme ile özdeşleştirme, kadınları hizaya çekme bitti mi?

Biz; yakılan, işkence edilen cadıların torunlarıyız; bedenlerimize ve ruhlarımıza nakşedilmeye çalışılan yularlar hala orta yerde duruyor. Ev içi şiddetin yakın tarihe kadar bir suç olmaması bu sebepten. Devletin, ebeveynlerin çocuklarını cezalandırma hakkını, geleceğin işçilerinin eğitiminin bir parçası olarak meşrulaştırmasına paralel, kadına yönelik ev içi şiddet, mahkemeler ve polis tarafından kadınların ev içi vazifelerine uymamasına meşru bir yanıt olarak değerlendirmesi, 21. yüzyılda halen “kadınlık vazifelerini yerine getirmedi, erkekliğime laf etti, tahrik etti” denilerek öldürülen kızkardeşlerimizin varlığı bir gösterge.

25 Kasım günü İstanbul’daki bir kadın eylemine tekerlekli sandalyesi ve bedenine takılı sonda ile gelen Handan Aşkın, vakur bir duruşla gözleri çakmak çakmak anlattı boşanmak istediği kişi tarafından onlarca kez ateş edilerek nasıl felçli bırakıldığını... Duruşmasında “Beni tahrik etti” demişti onu felç eden kişi. Tahrik dediği, Handan’ın yaşadığı şiddete daha fazla katlanmak istememesi, artık çocuklarıyla birlikte yeni bir yaşama başlamak istemesiydi.

Tam da o gün kadınlara reva görülen şiddete, yoksulluğa, sömürüye daha fazla katlanmak istemediklerini beyan etmek için sokakları dolduran binlerce kadına uygulanan polis şiddetini onayladı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da. “Bunlar tahrikçi” diyordu kadınlara. Yalnızca lafları değil, zihniyet ve eylemleri de aynıydı felç bırakan kocayla. Devlet; haklarından ve hayatlarından vazgeçmek istemeyen kadınlara hayat diye eli, kolu, bacağı, dili tutmayan felçliliği reva görüyordu.

Bunlar bize 500 yıl öncesinin “dırdırcı yularını” bugün ağzımıza dayayanlara karşı sesimize sözümüze sahip çıkmanın nasıl da bir hayat memat meselesi olduğunu gösteriyor. Tam da bu yüzden yeni bir yıla hazırlandığımız bu ayın dergisinde “sesini birbirine duyuran kadınların” sözleri parlıyor ışıl ışıl...

Tuzluçayır’da kadın çemberinde birbirinin yerine bağırabilmenin ferahlığını yaşayan kadınların sesi var bu sayıda. “Kazak bile içe sinmiyorsa değiştirilebiliyorken, yaşadığı hayatı neden değiştiremez insan” diyen bir kadının şiddetle dolu yaşamı geride bırakma mücadelesinin zorluğu kadar esenliği de sayfalarımızda. Yıllarca evli kaldığı adamdan ismini bir kez bile duymayan Saniye’nin, azimle dirençle muhtar olarak önce tüm mahalleye, sonra kitap yazarak tüm ülkeye ismini söyletişinin hikayesi var. Yerel seçimler yaklaşırken emekçi semtlerinde yükselen kadın talepleri ve dayatılan yoksulluğun işçileştirdiği Zeynep’in “Önceden sabretmek iyidir derdim, susardım, şimdi artık öyle olmayacak” diyen özgüveni var. Tuzla’da bir işçi kadının “bizden susup kabul etmemizi bekliyorlar” sözü ve bu kabullenişin neye mal olacağını tartışan kadınların birlikteliğinin gücü var. Tarih sahnesinde linç edilen kadınlara düşenin tersine, “yeni insan”ın yaratıldığı esenlik günlerinde öndere dönüşen kadınlar, kadınların direncini anlatan “Nasıl Yapmalı?” kitabı var. Şiddetin cadı avlarını aratmadığı Latin Amerika’da 15 ülkeden 1200 kadının insanlığın aydınlık günleri için birbirine söz veren buluşmanın notları var.

Evet; dilimizi koparan, damağımızı parçalayan yularlar bugün somut mamüller değil belki, ama bizi kendi çıkarlarında uzlaştırmak isteyen egemenler, görünmez yularlarla devam ettirmek istiyorlar saltanatlarını… Kriz oluyor, tahrik oluyor, “Böyle gelmiş böyle gider” oluyor, “Senin gibi kaç tanesi var kapıda biliyor musun?” oluyor, ekmek derdi oluyor, çocuk kaygısı, gelecek korkusu oluyor o yuların adı bazen...

Tam da bu yüzden “Susmuyoruz, Korkmuyoruz, İtaat Etmiyoruz” sözü o yularları bir daha hiç tarih sahnesine çıkmamacasına parçalamanın dilden dile yayılan sloganı bizim için...

Birlikte susmadığınız, yan yana oldukça korkmadığınız, muktedirlere karşı kol kola birbirinize çare olduğunuz kadınlar çok olsun...
Şimdiden mutlu yıllar!


* aktaran: Silvia Federici, Witches, witch-hunting and women

İlgili haberler
25 Kasım 2018| Şiddete, eşitsizliğe, sömürüye karş...

Ülkenin dört bir yanında şiddete, eşitsizliğe, yoksulluğa, güvencesizliğe karşı sokaklara çıkan kadı...

Bazen sabrettim ama hiç yenilmedim

Evet çok zulüm gördüm ama pişmanlıklar hayatı geri vermiyor. Her şeye rağmen kimseye boyun eğmedim,...

‘Kadın Çemberi’nden geçtik!

Kendimizi hangi pozisyonda hissediyorsak orada durmamızı ve içimizden geçenleri söylememizi istediği...

Uzlaşma yok!

Kadınların ‘uzlaşmasını’ istedikleri bir bakıma kölelik aslında; her ne olursa olsun boyun eğilecek,...


Önceki haber
Uzlaşma yok!