“-Komşu komşu -Hu, hu! -Oğlun geldi mi? -Geldi -Ne getirdi? -İnci, boncuk.-Kime, kime? -Sana, bana. -Başka kime? -Kara kediye -Kara kedi nerede? -Ağaca çıktı -Ağaç nerede? -Balta kesti -Balta nerede? -Suya düştü. -Su nerede? -İnek içti. -İnek nerede? -Dağa kaçtı. -Dağ nerede? -Yandı, bitti kül oldu.”
Yıllar geçse de parantez içinde köy içi olarak geçer hâlâ Tuzla Aydınlı Mahallesi. Aydınlı, Tuzla Sanayi Bölgesi ve havaalanı yolu arasında Tuzla’da nüfus dağılımının en fazla olduğu, ağırlıklı olarak işçilerin yaşadığı bir mahalle. O yüzden de gün geçtikçe ranta açık, her sokağında yükselen inşaatları ile kendini yeniler. Köy içinden yürüdükçe günün belirli saatleri, fabrikalardaki vardiya sistemi gibidir. Duraklar işinden dönen, işine giden işçi ve emekçiler ile doludur. Sokak aralarından caddelere uzanan kalabalığın kesişim noktaları ise bol yokuşlu sokaklardır.
BU EVLERDE IŞIKLAR 24 SAAT AÇIK
Çalışan, çalışmayan kadınlar gün ışımadan önce evlerinin lambasını yakar. Çalışıyor ise işe gitmeden eşinin kahvaltısını, çocuğunun beslenmesini hazırlamak için uyanmıştır. Çalışmıyorsa da yine aynı koşuşturma ile günün ilk ışığını yakmıştır. Şimdi bu koşuşturmaya tanık olduğumuz bir gündeyiz. Kadınların 24 saate neleri sığdırdığını konuşuyoruz. Tam da o yokuşların birinde, yokuş aşağı yürürken hemen sağımızda kalan bir apartmana giriyoruz. Okul çıkışı çocuğunu erkenden kapan, elinden sımsıkı tutan kadınlar ile çoluk çombalak 10-12 kişi evlere zor atıyoruz kendimizi. Şimdiden bir ipucu. Bu evlerde ışıklar 24 saat açık!
ÇOCUKLARIN BESLENMESİ 10 BİN LİRA
Apartmanda aynı kattaki 3 kadın bir eve doluşuyoruz. Çantalar bir yana, önce çocukların karnını doyurmak için mutfağa giriyoruz. Sonra kahveler eşliğinde sohbete başlıyoruz.
“Her günümüz böyle işte” diyor Esma ve bir gününü şöyle özetliyor: “Sabah uyan, eşini doyur, işe gönder. O sırada çocukların telaşı başlıyor. Onları yedir, içir. Bir yandan beslenmesini hazırla, giydir. 4 çocuk var. Hepsi için aynı serüven. Kendi gideni kapıdan uğurla, kalanının tut elinden. Doğru, okulun yolu! Okula bıraktık mı? Koşa koşa evin yolunu tutuyoruz. Hemen evi topla, temizle. Arkadaşlarımız ile bir kahve içebilirsek ne ala. Sonra git, çocukları eve geri topla. Akşam yemeğini yap. Ödevlerini yaptır. Yatır hepsini. Herkes uyurken ya yarım kalan işleri yorgun argın yap ya da zaten günün koşuşturmasında koltukta kendini baygın halde bul. Her günümüz böyle.”
Arzu kafasını sallıyor, “Doğru vallahi, aynen” kelimelerini peş peşe sıralıyor. “Bir de biz kadınlar her gün bu haldeyken başka dertler ile de boğuşuyoruz” diyor Arzu. “Benim 2 çocuğum var. Eşim bir deri fabrikasında işçi. Evin tek geliri eşimden. Bu kadar işin arasında alamadıklarımızla, yetemediklerimizle kafalarımız hep dolu. Haftalık 2 çocuğun beslenmesi hiç abartmıyorum 2 bin 500 lira. Çarp 4 ile, 10 bin lira. Bu miktar sadece çocukların beslenmesi için. Eve giren maaş 30 bin lira bile değil. Gerisini siz düşünün. Bir annenin, çocuklarının karnının nasıl doyacağını kara kara düşünmesinden başka kötü ne olabilir? Eskiden ‘Bugün ne pişirsem?’ diye sorarken aynı yemekleri yapmamak üzere sorardık. Şimdi ise ne ile neyi birleştirsek de bir kap yemek olur diye düşünüyoruz.’
PATRONA SEFA BİZE SEFALET
Esma’nın ise 4 çocuğu var. Çocuklarından biri özel gereksinimli. Eşi ise bir petrokimya fabrikasında çalışıyordu. Sene sonunda fabrikanın taşınmasıyla işsizlik ile baş başa kalmışlar. Esma, Arzu’nun bıraktığı yerden böyle devam ediyor sohbete: “4 çocuğumdan biri özel eğitim okuluna gidiyor. Onun okul ihtiyacı bile bir asgari ücret ediyor. Diğer çocuklarımın giderleri aynı Arzu’nun söylediği gibi zaten. Eşim çalıştığı fabrikada zaten yeterli ücret almıyordu. Daha sonra işsiz kaldı. İşsiz kalma sebebi de fabrikanın taşınması. Kimse işçileri, bizleri düşünmüyor ki.
Patronlar verdikleri iki maaş teşvik ile bizi düşündüklerini mi göstermeye çalışıyorlar? Bir gün bile bizi düşündüklerini görmedim. Zaten düşünseler, onlar sefalar içinde yaşarken biz sefalet içinde yaşamazdık. Şimdi eşim, çocuklarım ile birlikte hepimiz evdeyiz. Nasıl geçineceğiz? Yeni bir iş bulana kadar verdikleri 3 kuruş teşvik ile mi doyacak karnımız? Ya da yarın iş buldu diyelim. Asgari ücret ortada. 22 bin liraya biz geçinebilecek miyiz?”
‘DAHA KÖTÜSÜ AÇLIKTAN ÖLMEK’
Arzu ve Esma nezdinde kadınların bir günü işte böyle. Açıklanan sefalet ücretinin üzerinden daha günler geçmesine rağmen evlere yansıması, daha yılın ilk günlerinde bu kadar gözle görülürdü. “İnsanlar bir yıl boyunca bu ücret ile nasıl geçinecekler? İmkanı yok. Biz çalışsak bile yok. Biz de zaten çocuklarımızı bırakacak bir akrabamız veya kreş olmadığı için çalışamıyoruz. Çocuğu kreşe verecektik, bir asgari ücret ediyor diye veremedik. Altlarında son model arabalar, villaları, yatları olanlar; çocuklarını özel okullarda yetiştirenler bu ücret ile ‘Geçinin’ diyor bize. Hepimizin sokaklara dökülmesi lazım. Yoksa daha da kötüsü olacak artık. Bu kadar yokluk içinde yaşarken daha kötüsü de açlıktan ölmek olur herhalde. İşte o yüzden ölmemek için bir şey yapmamız lazım” diyor Arzu. O öfke, o telaş hali bütün jest ve mimikleri ile odaya sirayet ediyor.
BİR ŞEY YAPMALI…
Yaşananlar ortada. Kadınların bir günü sokakta, evde 24 saat koşuşturmayla geçiyor, bir yandan da “Bir şey yapmamız lazım” diyerek yükselen kadınların sesi aydınlatıyor odayı. Ama şimdi zaman daralıyor. Heybemize attığımız “Bir şey yapmamız lazım” cümlesini yanımızda taşıyarak ayrılıyoruz Arzu’nun evinden. Tam kapının eşiğinden geçerken Esma geri dönüp şöyle diyor: “Vallahi komşum, bir şey yapmazsak yarın tuz, öbür gün birbirimizden kül bile isteyemeyeceğiz.”
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.