Acı bir Türkiye tablosu: Kardeşini doğuran çocuklar
Büşra Sanay’ın oldukça başarılı bir gazetecilik çalışmasıyla Türkiye’de ensest gerçeğini tüm yönleriyle gözler önüne serdiği “Kardeşini Doğurmak” kitabına birkaç not...

“Babam yanıma gelince gözlerimi kapatıyorum. Çünkü biliyorum ki yine aynı şey olacak. Uyuyor numarası yaparsam belki yapmaz diyorum ama olmuyor. Hissetmeyeyim diye gözlerimi sımsıkı kapatıyorum...”

Bu sarsıcı cümle Gazeteci Büşra Sanay’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Kardeşini Doğurmak” kitabında yer alan kısacık bir ifade.
Sanay, Türkiye’nin çok az gündeme gelen, gündeme geldikçe de üzerinin kapatılması için çabalanan bir sorununu, ensesti “deşiyor.” Ensest, hemen her boyutuyla ele alınmış; ensestin ortaya çıkması, mağdurların yaşadıkları, aynı zamanda aile fertleri de olan failler, tanıklar, yargı, devlet, polis, kadın örgütlerinin deneyimleri... Ensestin tüm taraflarına ilişkin oldukça çarpıcı değerlendirmeler de yer alıyor kitapta. Bu değerlendirmeler pek çok yaygın kanıyı, önyargıyı da kıracak cinsten uzman görüşleri ve yaşanmış olaylarla destekleniyor. Mağdurlar yaşadıklarını, anne babalar mağdur çocuklarını, öğretmenler durumunu fark ettikleri öğrencilerini, psikologlar ve adli tıp uzmanları ‘hastalarını’ anlatıyor. Ve her anlatım ayrı bir sarsıntı yaratıyor, ayrı bir noktayı ortaya çıkarıyor.
Ancak burada kendimden yola çıkarak bir uyarı yapmak isterim; kitabı okurken tahmin ettiğimden çok daha fazla zorlandım. Artık okumaya devam etmek istemediğim çok bölüm oldu. Ama öğretici yanları ağır basınca her seferinde yeniden başladım. Kitaba ilişkin genel duygum bu; ama tartışılması gerektiğini düşündüğüm pek çok nokta var...

KADINLAR NEDEN BÖYLE YAPAR, SORAN YOK!
En dikkat çeken noktaların başında kadınların durumuna ilişkin yapılan çok sayıda tespit geliyor bence. Aile bireylerinin (baba, abi, amca, dayı, dede...) istismarına uğrayan çocuklar öncelikle çareyi anneden yardım istemekte buluyor. Ya annesine sorduğu sorularla mesajlar veriyor, (Örneğin; dedesi tarafından istismara uğrayan bir çocuk annesine defalarca kez “Sen aileni çok mu seviyorsun, babanı mı beni mi daha çok seviyorsun” diye sorular soruyor. Ancak güvenilir bir yanıt alamayınca son ana kadar annesine hiçbir şey anlatmıyor) ya da annesine doğrudan anlatmaya çalışıyor. Ancak kitapta yer verilen örneklerin çoğunda anne, çocuğa “fazlaca” zarar veriyor. Kocası kızını tercih ettiği için kıskanan anneler, kocası ya da erkek çocuğunun cezaevine girmesini göze alamadığı için mağdur çocuğun anlatımının doğru olduğunu bildiği halde gizleyen kadınlar, istismara tanık olsa bile “Ben de yaşadım aynısını, ben de çözemedim. Bunun bir çözümü yok” diyerek olayın üzerini kapatan kadınlar, eve kocasından başka para getiren kimse olmadığı için istismara uğrayan çocuğunu “Sen ailemi dağıttın, senin yüzünden sokaklara düşeceğiz” diye suçlayanlar ya da en iyi ihtimalle olayın şokuyla aşırı tepki veren anneler... Bu tutumların tamamı istismara uğrayan çocuk için belki istismarın kendisinden daha fazla yıpratıcı ve travmatik olabiliyor.
Buraya kadar tamam. Ancak kitapta en fazla eksik bulduğum nokta; bu kadınların, annelerin durumunun anlaşılmamış/anlatılmamış olması. Çocuğu istismara uğrayan bir kadının bu davranışlarının “kabul edilir” olmasa da “anlaşılır” olduğunu düşünüyorum.
Bir kadını bu tutumları sergilemeye iten çok fazla neden var. Türkiye’de kadınların gerçeğinin azıcık farkında olmak, bu tablodan başka sonuçlar çıkarmak için yeterli. Kendi ayakları üzerinde durabilmek, geçinmek, bir hayat kurmak, çocuklarını büyütmek... bunların tamamı Türkiye’de milyonlarca kadın için çok zor ve burada anlatılanlar da açıkça gösteriyor ki; kadınları güçlendirmeden çocuk istismarına çözüm aramak sadece ve sadece “-mış gibi yapmak” demektir. Ayrıca kadınların bu tutumlarının kaynağını anlamamak “Bu erkekleri yetiştirenler de anneler değil mi” şeklindeki oldukça haksız yargıyı güçlendirme tehlikesi dahi taşıyor.


SUÇLU KİM?
Bu soruya aslında hem çok yanıt var hem de yok. Örneğin istismar faillerinin kendilerinin de bir zamanın istismar mağdurları olabildiği gerçeğine dikkat çekiliyor. “Bizde böyle şeyler olmaz, eğitim düzeyi düşük olanlar istismara daha yatkın olur, yoksul ailelerde, falanca bölgelerde daha çok yaşanır” önyargıları, kitapta karşımıza çıkan çok farklı kesimlerden mağdur ve fail hikayeleriyle yıkılıyor.
Ancak bütünlüklü olarak istismara zemin sağlayan toplumsal koşulların altı çizilmiş olsa önemli bir eksik giderilmiş olurdu. Kitapta yer alan pek çok uzman görüşünde “istismarın kaynağı istismarcı” olarak değerlendirilse de Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. İnan Keser’in değerlendirmeleri önemli. Keser sorunun kaynağını oldukça net biçimde ortaya koyuyor: Erkeklik. Keser, yargı kararlarına, devlet mekanizmalarına ilişkin anlattığı örnekler üzerine şunu söylüyor: “Cinsel istismarı tek bir kişi üretmiyor, sosyalliğin tamamı üretiyor.”
İnan Keser yalnızca sosyolojik değil, ensestin ve istismarın sınıfsal boyutuna da dikkat çekiyor ve alt gelir düzeyinde ensestin daha fazla yaşandığı yönündeki yaygın ön yargıya karşı çıkıyor. Üst gelir düzeyi grubunda yer alanların ‘kaybedecek daha fazla şeyi’ olduğu için gizlemek için daha fazla olanağa sahip olduğuna dikkat çekiyor.
Öte yandan kitapta, enseste ilişkin mahkeme kararları ve adli süreçler de eleştiri konusu ancak bunlar çoğunlukla “işini bilmeyen, anlayışsız görevliler” sorununa indirgenerek meselenin sistematik bir sorun olduğu gerçeğine perde çekiliyor.
Oysa çocuk istismarı ve ensest başta olmak üzere cinsel suçları bütünlüklü olarak ele almak, erkek egemen bir devlet ve toplum sisteminin sorunu olarak ortaya koymak çözüm için daha güçlü tartışmalar yapabilmemize olanak sağlardı.

İSTİSMARCILAR NASIL İNSANLAR? / TECAVÜZCÜ KİM?
Büşra Sanay kitabın farklı bölümlerinde istismarcıların durumlarına da yer vermiş. Kimi örnekler insanda şaşkınlık yaratıyor. Örneğin Sanay’ın pek çok cezaevinde kurum psikologlarıyla, ceza infaz görevlileriyle yaptığı görüşmelerde oldukça ilginç tespitler var. “Cezaevi psikologları anlatıyor” bölümünde faillere ilişkin şöyle bilgiler veriliyor. Çocuğa cinsel istismar ve ensest suçundan cezaevinde bulunanların;
- Cezaevi psikoloğuyla yaptıkları görüşmelerde olaya ilişkin konuşmamayı tercih ediyorlar. İşledikleri suçla ilgili tedavi talep eden yok. Psikologla görüşme nedenleri ise daha çok, aileleri kendileriyle görüşmediği için yaşadıkları maddi sorunlar.
- Genel olarak “uyumlu, sakin, öfke kontrol sorunu olmayan, kendisine zarar verme girişimi ve madde bağımlılığı olmayan” kişiler olarak değerlendiriliyorlar. Bir psikolog “Görseniz, asla bu suçu işlemiş demezsiniz. Cezaevinde işçi koğuşunda çalıştırılacak kişiler genelde ‘cinsel koğuş’tan seçilir. Çünkü onların kendilerine zarar verme eğilimi yoktur. İntihar etmek isteyen cinsel suçluya henüz hiç denk gelmedik. Genelde hiçbir şey olmamış, hiç suç işlememiş gibi davranıyorlar. Artık anlıyoruz ki, saygılılarsa, faça izi, dövme gibi şeyler yoksa vücutlarında, onlar cinsel suçlu.” 

ÇOCUK NASIL ANLATIYOR?
İstismarın ortaya çıkış sürecine ilişkin çok sayıda uzman görüşü önemli ve doyurucu bilgiler içeriyor.
Çocuklar için annelerine anlatmaya çalışmak neredeyse her zaman ilk yöntem oluyor. Anneden ya da güvendiği aile bireylerinden sorunu çözecek bir yaklaşım bulamayan çocuklar, arkadaşına, rehberlik öğretmenine, komşusuna ya da arasının iyi olduğu bir akrabasına anlatıyor. Ya da çeşitli sebeplerle hiç kimseye hiçbir şey anlatmıyor, davranışlarıyla mesajlar veriyor.
Burada önemli olan nokta şu: Çocuklar yaşadıklarının istismar olduğunu anladıktan sonra ilk eğilimleri kesinlikle gizlemek değil, anlatmak, çözmeye çalışmak oluyor. Çocuk ancak sorununu çözecek güvenli bir ortam bulamazsa gizlemek zorunda kalıyor. Bu da travmasını katlıyor, kendisi kötü bir insan olduğu için başına bunların geldiğini düşünmeye başlıyor...
Burada önemli bir soru gündeme geliyor: Ne yapmalı?
Kitapta buna ilişkin çok fazla uzman görüşü var. Ama çok basit haliyle şu özeti alıntılayalım ve devamı kitapta diyelim...
ÇOCUĞU HER TÜRLÜ İSTİSMARA KARŞI UYANIK KILMAK İÇİN
- Özel bölgelerini öğretmek lazım.
- Bikini, mayo bölgelerine başka insanların, buna doktorlar da dahil, dokunamayacağını öğretmek lazım. Doktor bile anne, babadan izin almalı.
- “Sana yardım ederken poponu temizlerim ama onun dışında ben bile sana izin almadan dokunamam” kuralını öğretmek lazım.
ÖNEMLİ BİR NOT: 3 yaşındaki bir çocuğa babanın da dokunamayacağını anlatamazsınız. Çünkü o zaman babandan bile tehlike gelebilir demiş oluyorsunuz ve bu da babaya bir düşmanlık geliştirebilir, ki anksiyete bozuklukları için ciddi bir bilişsel öğedir. Çünkü “dış dünya tehlikeli” algısı oluşur çocukta. Bu nedenle ensest konusunda bilgilendirmek çok kolay değil ama genel olarak istismar konusunda bilgilendirilebilir.

YAZAR HERKESİ DİNLEMİŞ, PEKİ YASA YAPANLAR?
Kitap ensesti her yönüyle ele alan, özellikle de ebeveynler için oldukça kıymetli bir çalışma. Hükümetin çocuk istismarına ilişkin hazırladığı yasanın gündemde olduğu bu günlerde kitabın kapsayıcılığının örnek olması gerekir. Bir gazeteci/yazar yalnızca bir kitap hazırlarken dahi konunun tüm muhataplarına ulaşmak için bunca çaba harcamışken hükümetin toplumun en dertli meselesine ilişkin bu çabaya girmemesi hatta bu olanakları elinin tersiyle itmesi oldukça “politik bir tercih.” Ancak çocuk istismarı bu politik tercihe kurban edilemeyecek kadar önemli bir sorun. Bir kez daha, bir çok kez daha düşünmeye ihtiyacımız var...

İlgili haberler
BAĞIRSA DUYULUR MU?: Türkiye’de ensest sorununu an...

Türkiye'nin son günlerdeki en önemli tartışmalarından biri ensest. Rakamların ne olduğu elbette önem...

Kadınlar, arabalar, ensest

Bir hakimin, kadını ve arabayı bir satış sözleşmesinin çerçevesinde tanımlaması ile bir kadının kızı...

İl il ‘Çocuk İstismarını Aklatmayacağız’ Kampanyas...

Türkiye’nin bir çok ilinde çocuk istismarına karşı ‘Çocuk İstismarını Aklatmayacağız’ diyerek kampan...