68 yılda değişen tek şey yılın rakamları
Kadınlar, işçiler, emekçiler yan yana geldiği sürece ne birileri çıkıp yüzümüze baka baka üç kuruşluk zam açıklayabilir ne de yaşamın neresinde duracağımıza karar verebilir.

1956 yılında Akşam gazetesi “Çok Çocuklu Aileler Arasında” başlıklı bir röportaj dizisi yayımlar. Yayımlanan bu “çok çocuklu aileler” kavramı, o zamanlarda yoksul kelimesinin kullanımının yasak oluşu sonucu ortaya çıkar. Oktay Rifat, Orhan Kemal, Melih Cevdet Anday gibi dönemin gazetecilerinin hazırladığı bu röportaj dizisin bugün açısından bir önemi var, çünkü 68 yılda işçilerin emekçilerin insanca yaşam koşullarının iyileşmesini beklediğimiz yerde tam tersi ile karşı karşıyayız ve hikayeler 68 yıl geçmesine rağmen çok benzer. Kitapta uğranan ve röportaj yapılan evlerin tamamı işçi, emekçi evleri, en az 4-5 çocuğu olan işçilerin nasıl geçindiklerini, geçinebilmek için nelerden feragat ettiklerini okuyoruz. Gece gündüz demeden çalışan anne-babalar, okula giden şanslı olan çocuklar, yatalak hastası olanlar, bir çatı yapabilmişse başının üzerine kendini “orta halli” sayanlar, doktora gitmek için bir sonraki ay başını bekleyenler… Aslında hikayeler hiç de uzak değil çünkü her birimiz ya bu hikayelerden birini yaşıyoruz ya da konu komşumuz, yanımızda çalışan işçi arkadaşımızın koşulları bunlar. Bugün Türkiye’nin emekçi semtlerinin tamamında aynı örneklere rastlamak mümkün, üstelik daha yoksul bir halde. Gelin hem günümüzden hem de kitaptan verilen bir örnek üzerinden değerlendirmeyi beraber yapalım.

DÜN

Memleketinden kalkıp büyükşehre gelen ve büyükşehirde bir nebze de olsa nefes alabileceğini düşünen bir ailenin hikayesinde en çok yedikleri şeyin ekmek, biber kızartması ve patlıcan olduğunu okuyoruz. Aldığı haftalık 40 lira, kirası da 40 lira. Ayın 4’te birini kiraya çalışıyor, geri kalanı da karın tokluğuna. Hatta babanın eve getirdiği para sadece kiraya ve ekmek almaya yetecek durumda. Hastalandıklarında doktora bedava gidiyorlar ama ilaçlar para ile. Onların da bir kısmı borç harç ile alınıyor. Çocuklardan okul yaşı geleni okula 4’e kadar gidiyor, sonrasında okuldan alınıp doğru tezgah başına. E kolay mı o devirde tek maaşla bu kadar nüfusun hem doğup hem büyüyüp hem yiyip içip hem de geçinmesi?

BUGÜN

Peki ya bugün?

Asgari ücret açıklandı, herkesin dudağı uçuklamıştır eminim zamdan, 17 bin 2 lira. 2 lira kısmı için yapılmayan espri, çekilmeyen video, atılmayan tweet kalmadı. Peki ya bugün, 68 yıl sonra “çok çocuklu olan ya da olmayan” ailelerin geçimi ne durumda?

Şunu babalarımızdan, annelerimizden pek sık duyarız; “Eskiden bir kişi çalışır, 4 kişi geçinirdi, ev de yapılır, çocuk okutulurdu da. Şimdi bir evde 4 kişi çalışsa bir ev döndüremiyor.” 4 tane asgari ücret ne çok geliyor değil mi birden söyleyince insanın kulağına. Esenyurt’ta bir işçi kadının mektubunda vardı, “Asgari ücreti belirleyenlerin olduğu tespit komisyonundakilerin aldığı en düşük maaş, 4 asgari ücretlinin maaşının toplamından bile çok” diye. E haksız mı? Mektubu yazan kadın haksız değil ama asgari ücreti belirleyenlerin arsızlığı tartışılmaz.

Pandemi sonrasında özellikle kadınlar açısından üretime katılımda ciddi bir artış oldu ancak bu artış kadın istihdamını artırmak üzere değil, geçim sıkıntısının günden güne katlanarak artması nedeniyle oldu. Kadınlar hâlâ “eve destek atan” bir pozisyonda kendilerini görmek zorunda bırakılırken, bir ev kirasının en az 10 bin liradan başladığı ülkede deyim yerindeyse üç kuruşluk asgari ücret için tüm baskıya boyun eğer hale getirildi.

Kadınlar için pazara gittiğinde en fazla 3 günlük alışveriş yapabildiği, etin, sütün, tavuğun zaten çocuğun boğazından artık geçmediği, kendine bir elbise, bir ayakkabı almayı erteledikçe ertelediği, dışarıda bir çay kahve içmenin lüksün ötesine geçtiği, çocuğunun elinden tutup gönül rahatlığıyla bir caddede yürüyemediği, hakkını aradığında da Özak Tekstil’de olduğu gibi devletin müftüsüyle, sendikasıyla, askeriyle, polisiyle karşısına dikildiği gerçeği her geçen gün daha da içinde yaşamlarımızın.

Karşı sınıf bunu ilmek ilmek ördü, azıcık ses çıksa bastırdı, “Evinin kadını, çocuklarının anası” olmayı marifet gösterdi. Çocuğunu okutma derdine düşen, evde tencereyi kaynatmaya çalışan, hasta ve yaşlı bakımının tüm yükünün sırtında olduğu, sokakta, iş yerinde türlü türlü tacize istismara maruz kalan kadınlara uzatılan zeytin dalının da yalan olduğu çok açık. Çok açık, bunu daha çok yakın zamanda Özak Tekstil’de alnının terine, emeğine, çocuğunun bir lokma ekmeğine sahip çıkmaya çalışan kadın işçiye “Benim anam bacım evde!” deyip, hakkını aramasını “kadının fıtratına” yakıştırmayıp, evin yolunu gösterme cesaretini kendinde görenlerde gördük.

Bir dakikada bir pantolon üretiyor Özak’taki kız kardeşim, 7 dakikalık çalışması bir asgari ücrete denk geliyor, yani 7 dakikalık emeği kendi ücreti ve gerisi Özak patronuna. Saatlerce çalışıp ürettiği bir LEVI’S pantolon yaklaşık 1600-1700 lira. Ama alamıyor elleriyle diktiği pantolonu. 68 yıl sonra ürettiği pantolonu dahi aldırmayan bir kapitalizmin kadınlara vadettiği tek şey köle gibi çalışmak, “yeri geldiğinde” de evinin kadını çocuğunun anası olmak.

ÇÖZÜM TEK

Değil 68, 168 yıl da geçse çözüm tek, başka yolu yok. Kadınlar, işçiler, emekçiler yan yana geldiği sürece ne birileri çıkıp utanmadan yüzümüze baka baka üç kuruşluk zam açıklayabilir ne de yaşamın neresinde duracağımıza karar verebilir. Birliğimizi büyütüp, hakkımıza da hayatımıza da sahip çıktığımız sürece önümüzde durabilecek hiçbir engel yok.

Hayatı bize sadece evin odaları ya da fabrika ile ev arasındaki servis güzergahı olarak göstermeye çalışanlar çok iyi biliyor ki biz memleketin dört bir yanında hakkına, geleceğine, ekmeğine sahip çıkan kadınlardan, kız kardeşlerimizden haberdarız. Her emekçi gibi sorunlarımıza bireysel kurtuluş yolları arıyor, kendi başımıza sebebi olmadığımız tüm bu sorunların çözümünü bulmak zorundaymışız gibi hissediyoruz. Ancak böyle değil. Dayanışmamızı büyütmek bizi güçlendirecek. Hem bugün emeğine, ekmeğine sahip çıkan kız kardeşlerimizin yanındayız hem de kendi bulunduğumuz alanlarda bu birliği örmenin her gün yeni yollarını arıyoruz. Ne zamana kadar mı? Emeğimizin karşılığını alıncaya, insan gibi yaşam koşullarımızı oluşturuncaya kadar!

Fotoğraf: Canva Ai image generator tarafından üretilmiştir