![](/storage/images/Z81l1c4sAI5gvqimljTWuhYEZTsXU37aARilpWtc.png)
8 Mart Uluslararası Dünya Emekçi Kadınlar Gününe giderken her yeni gün, dayanılmaz bir umutla geliyor. Bu umut bazen bir kişi, bazen bir olay, bazen bir kitap, bazen de bir film oluyor. Yasaklardan, yasalardan, törelerden, hep onların aklıyla yaşayalım isteyenlerden, sınırlandırılan kadınlık hallerimizden çıkan ve oralara artık sırtını dönen hikayeler, on yıllar boyunca umuda ve dirence dönüştü beyaz perdelerde. Biz de bu yazıda unutmayan ve susmayan yüreklere, büyük kavgamızı bekleyenlere, ekmeğinin peşinden gidip hakkını arayanlara, yaşamın koynuna sokulanlara, kadınlara, kız kardeşlerimize; dünyanın dört bir yanındaki kadınların beyaz perdeye yansıyan direngen hikayelerini armağan edelim dedik.
İNCİR AĞAÇLARININ ALTINDA (2022)
Yönetmen: Erige Sehiri
Erige Sehiri’nin belgesel tadındaki kurmaca filmi İncir Ağaçlarının Altında, Tunuslu mevsimlik tarım işçilerinin incir bahçesinde bir gününü anlatıyor. Bu tarım işçilerinin büyük bir kısmı genciyle yaşlısıyla kadınlardan oluşuyor. Hikaye çoğunlukla okulları tatildeyken buraya çalışmaya gelen bir grup genç kadın ve onların diğer işçilerle etkileşimlerine odaklanıyor. Bu filmde kadınlar konuşuyor, flört ediyor, kızıyor, inat ediyor, şakalaşıyor, dedikodu yapıyor. İncir bahçesi kimisi için seneler boyu gelip gitmekten yorulduğu ve yaşlılığın da getirdiği bel ağrılarıyla çoğu zaman bir ızdırap. Kimisi için gençlik arzularını gizlice yaşayabileceği bir sığınak. Ancak bu incir ağaçlarının altında da patronun gözetimi, işten atma tehlikesi ve cinsiyete göre ücretlendirme sebebiyle sömürü, baskı ve işçilerin hareketsizliğe itilmesi de yüzeye çıkıyor. Film, işçilerin bütün gerginliklerin ortasında sadece hayatta kalmaya ve işlerini kaybetmemeye çalışmasını anlatırken izleyiciyi cinsiyet eşitsizliği ile yüzleşmeye çağırıyor. Bu film, ekmeğinin peşinde inat etmenin en sade ve en gerçek anlatılarından biri.
ROSETTA (1999)
Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne & Luc Dardenne
Film, Belçika banliyölerinde yoksulluk içinde doğan ve alkolik annesiyle yaşayan 17 yaşındaki Rosetta'nın iş bulma mücadelesini ve sosyal yardımları hiçe sayan bir sistemde yolunu bulmaya çalışmasını konu alıyor. Geçici ve kalıcı istihdam, performans kriterleri, deneme süreleri içerisinde sıkışan bir genç kadın olan Rosetta'nın mücadelesi, değersiz ve bencil olarak algılanabilecek çeşitli seçimlere yol açan toplumsal sorunları ele alıyor aslında. Rosetta zor seçimler yapıyor, bazen hayatta kalabilmek için suç sayılan tutumlar alıyor, sürekli kayıt dışı ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalıyor, iş sahibi olabilmek için arkadaşının ölümüne sebep olmayı kısa bir an için bile olsa aklından geçiriyor. Zaman zaman düşüyor ama her seferinde kalkmaya çalışıyor. Bu film bütün bürokrasisi ile, hukukuyla, ahlakıyla, kurallarıyla, sömürü ve baskısıyla Rosetta’nın ve onun gibi yaşamak için emeğini satmak zorunda olan bütün işçi ve emekçilerin üzerine çullanan kapitalizmin bizden neleri götürmek için çabaladığını çıplak bir şekilde gözler önüne seriyor.
WANDA (1970)
Yönetmen: Barbara Loden
Barbara Loden’in yazıp yönettiği ve aynı zamanda başrolünde bulunduğu bu film, Pennsylvania'nın kömürlü manzaralarında, kendi başına dolaşan Wanda'nın hikayesini anlatır. Boşanmış ve çocuklarının velayetini kaybetmiş olan Wanda, yabancılaşmış ve marjinalleşmiş, toplum tarafından dışlanan bir kadın olarak, dingin barlar ve motel odaları arasında savrulur. Bu süreçte, hayatını daha da karmaşıklaştıran acımasız erkekler ve bir banka soyguncusu ile karşılaşır. Wanda tanıştığı hemen herkes tarafından istismara ve şiddete uğrar. Filmi izlerken bizler, amacı ve hayallerini bulması yaşamı boyunca engellenmiş bu sessiz kadının gerçekliğini terk ederek gezgin ruhuyla dolaştığı yerlere misafir oluyoruz. Wanda’nın yalnızlığını iyi tanıyoruz ama bu film asıl olarak Wanda toplumsal bir varlık olarak yaşamla bütünleştiğinde onun dünyayla bağının ne kadar derinleştiğini, çözümün kendini toplumun bir parçası kılmakta olduğunu açıklıkla tartışıyor.
BENİM BEDENİM (2021)
Yönetmen: Samaher Alqadi
Filistinli yönetmen Samaher Alqadi, Benim Bedenim belgeselinde, en yakın arkadaşının Kahire sokaklarında şiddete uğramasının ardından eline aldığı kamerasını bir silah gibi kullanarak cinsel istismara karşı direniyor. Kökleşen kadın düşmanlığını ve cinsiyetçiliği sinemanın kendisiyle teşhir eden, kamerasıyla buna saldıran Alqadi’nin belgeseli, bu şiddete karşı büyüyen direnişe de tanıklık ediyor. Kahire Devrimi’nden sonra örgütlenen, siyaset yapmanın yaşamak için bir zorunluluk olduğunun farkına varan kadınların mücadelesini hem kişisel hem de toplumsal düzeyde aktarıyor.
HİÇBİR ŞEY BİLMEDİĞİMİZ BİR GECE (2021)
Yönetmen: Payal Kapadia
Hindistan’da bir sinema televizyon enstitüsüne yapılan kayyım atamasıyla eyleme geçen üniversite öğrencilerinin direnişinin, ülkenin işçi sınıfı hareketiyle birleştiğini belgeleyen Hindistanlı yönetmen Payal Kapadia, bu filmde belgesel sinemaya yeni bir soluk getiriyor. “L” mahlaslı anonim bir Hindu kadının bu direniş sırasında aşık olduğu ancak Müslüman olması sebebiyle ailelerinin artık görüşmelerine izin vermediği bir delikanlıya yazdığı mektupları dinlerken bir yandan bu işçi-öğrenci direnişinin en şiddetli, en coşkulu anlarına tanık oluyoruz. Payal Kapadia bu filmde genç bir kadının onu yaşama bağlayan bütün umutları, arzuları ve direnciyle yazdığı mektuplar üzerinden, hem Hindistan’ı kuşatan baskı rejimlerine karşı koyuşları, hem de boyun eğişleri estetik bir dille, bazen fısıltılar, bazen çığlıklar ve sloganlarla, bazen silik bir el yazısıyla, bazen soluk çizimlerle, ama kesinlikle şiirsel ve güçlü bir dille anlatıyor.
DAİMA LİLYA (2002)
Yönetmen: Lukas Moodysson
Daima Lilya, annesi tarafından terk edilen 16 yaşındaki Lilya’nın kendinden yaşça büyük erkek arkadaşıyla Amerika’ya gitmesini anlatıyor ancak bu sıradan bir yolculuk değil. Yıkıcı ve duygusal olarak yerle bir eden ama yine de tüm o pislik ve umutsuzluğun ortasında bir parça umut barındıran bir film Daima Lilya. Cinsel saldırı, açlık ve terk edilme gibi derinden sarsıcı anların altında, gençlerin elinden alınan tüm olanakların onları artık yaşamlarını tehdit edecek konumlara sürüklediğini vurguluyor. Bu film kesinlikle size iyi gelmeyecek, bu filmden belki de kaçmak isteyeceksiniz ama 16 yaşındaki Lilya’nın hikayesi buz gibi bir gerçek oluşuyla sizi içine çekecek.
NORMA RAE (1979)
Yönetmen: Martin Ritt
Norma Rae, tüm ailesi gibi bir tekstil fabrikasında, uzun çalışma saatleri ve ek mesailerle, düşük ücretlerle ve güvencesiz iş koşullarında çalışan bir kadın. Bu film Norma’nın, bir örgütlü Yahudi işçi olan ve bu sebeple dışlanan Reuben’in konuşmasından ilham alarak fabrikadaki iş arkadaşlarını bir araya getirmek ve sendikal haklarını elde etmek için verdiği mücadeleyi ele alıyor. Bu film, işçi sınıfının dayanışmasını ırkçı taktiklerle bölmeye çalışan patronlar ve sendikal yasaklarla sınıf hareketinin bastırılmaya çalışılmasının karşısında bir emekçi kadının, kendi esaretinin kısıtlamalarından kurtulurken etrafındaki kadın ve erkekleri bağlayan ipleri de kavramasını ve herkesi özgürlüğe giden yola çekmeye çalışmasının hikayesi.
KARANLIKTA DANS (2000)
Yönetmen: Lars von Trier
Bu sıra dışı müzikal, Amerika’nın kırsal bir bölgesinde yaşayan bekar bir anne olan Selma’nın hikayesi. Selma, kendisi de kör olmak üzereyken oğlunun göz ameliyatını karşılayabilmek için gece gündüz fabrikada çalışan bir kadın. Bir yanda bu fabrikada çalışırken sevdiği müzikalleri hayal ediyor ve bu hayaller filmin hareketli montajlarıyla birleşiyor. Komşusu tarafından hırsızlıkla suçlanan Selma’nın hikayesi her geçen saniye kaldırması daha zor bir hal alıyor. Selma’nın yaşama tutunma arzusunu, sevincini, naifliğini, yere düşüşlerini, tekrar ayağa kalkışlarını, sendelemelerini izlerken ağlayacaksınız.
KADIN OLDUĞUM GÜN (2000)
Yönetmen: Marziyeh Meshkiny
Birbirini hiç görmeden tanıyan İranlı üç kadının hikayesi Kadın Olduğum Gün. Biri dokuz yaşına bastığında başının örtülmesinden hemen önceki son saatlerini arkadaşıyla geçirmeye çalışan küçük bir kız. Diğeri kocasının baskısına karşı sembolik bir bisiklet yarışına katılan genç bir kadın. Ve sonuncusu hayatı boyunca sahip olamadığı her şeyi satın almaya çalışan yaşlı bir kadın. Bu üç kadının hikayesi birbirine tamamen bağımlı hikayeler. Film, dini ve kültürel köktenciliklerin çokça yayıldığı bir coğrafyada kadınlara yönelik baskıya dair refleksif bir anlatım sunarken bu üç farklı jenerasyonun da kendilerince özgürlük arayışları bir umuda işaret ediyor ve en sonunda gerçeküstü bir düzeyde birleşiyor.
Kapak fotoğrafı: Canva Pro kolaj
İlgili haberler
GÜNÜN FİLMİ: Radyoaktif
Radioactive, Marjane Satrapi'nin yönettiği ve Rosamund Pike'ın Maria Skłodowska-Curie rolünü oynadığ...
GÜNÜN KISA FİLMİ: Süt izni
Doğum sonrası çalışan annelerin bebeklerini emzirememekten kaynaklı sorunlara dikkat çeken “Süt izni...
GÜNÜN FİLMİ: Ana Yurdu
Hem bir anne kızın yüzleşme öyküsü hem Nesrin’in yeni bir yaşam için attığı adımları izleyeceğiniz b...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.