GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Soğan da doğramıyordum ama
“Yüzümü anama dönüp ‘Sonunda doğru bir cümle kurdun ama bu sana yetmiş yıla mal oldu be anam’ dedim. Soğan da doğramıyordum ama…”

Sizin hiç babanız yüzünüze tükürdü mü? Ne yalan söyleyeyim, benim yüzüme çok tükürdü. Hala bazı geceler rüyamda biri yüzüme tükürürken uyanıyorum.

Ya sizin anneniz “Yetti gayri sen ne zaman uslanacaksın? Senin yaşıtların çoluğa çocuğa karıştı…” diye başınızın etini yedi mi? Benimkini çok, çook yedi.

Babam aynı bir devlete benziyordu; az gül, az ye, az sokağa çık, eteğini kısaltma, gözünü kaldırma, sonsuz itaatle soru sormadan yürü ve severken kurban ol bana!

Galiba göbek bağım sokağa atılmış. Ezanlarda ismim üç kez kulağıma okunmamış. Ondandır hiç hanım hanımcık olamadığım. Kendimi bilmediğim, tanımadığım zamanlarda hanım hanımcık olmayı istediğim de oldu. Denedim, ince belli bardağı ağzıma götürürken küçük parmağımı havaya kaldırmayı. Eğri dişlerimi göstererek sesli sesli gülmeyip gülümsemeyi, karnımı içime çekip kirpiklerimi oynatmayı. Defalarca denedim evi tertemiz yapmayı ve o temizliği korumayı. Olmadı. Olduramadım.

Ruhum, bütün sokaklara girmek istedi. Kapıları tokmaklarından dövüp içerilere giremediysem; perdeleri çekilmemiş camlardan sokağa taşan kareleri, sesleri topladım. Otobüste, vapurda, yol kenarlarında hep kulağım delik gezdim. Bunu bilerek değil ama isteyerek yaptım.

Annem “Sen gez gez böyle, yarın el kapısına gidince Hanya’yı Konya’yı görürsün.” dedi.

Gün geldi el kapılarına da gittim. El kapılarını hiç içerden kilitlemedim hep dışarı açtım.

Annem bu kez yine başını sallaya sallaya “Sen gez gez, yarın çoluğa çocuğa karışınca görürsün!” dedi.

O gün de geldi; karnım şişti, balon halimden, nasıl o hale geldiğimden “utanmadan” son dakikaya dek sokağa çıktım. Çolukla değil ama çocukla birbirimize karıştık.

Derler ki; yeni doğanı kırk gün dışarı çıkarmamak gerek. Desinler, diyenler çok olur da dinleyen kim? Ben ve bebem on sekizinci gün yollarda…

Bu kez annem yine diyecek bir laf buldu “Sen tabii ki gezersin, başındaki koca koca değil ki, HÖT diye oturtsun seni!”

Günler günleri, yıllar yılları kovalarken annem yetmişi devirdi. Benim yılların hesabını yapıp da canımı sıkmayın.

Mutfak tezgahını toplarken annem yetmiş yılın yorgunluğuyla beni izliyordu. Onu orada, plastik bir sandalyenin üzerinde unuttuğum bir anda derin bir iç çekti arkamdan, “Ooh, biliyor musun doğrusunu sen yapmışsın. Ben yıllarca hep dört duvar arasında oturdum. En çok da mutfakta. Ben sandıydım ki, herkes benim gibi yıllarını dört duvar arasında geçiriyor. Sandıydım ki, boynuma madalya takacaklar. Sen haklıymışsın, dizlerin tutuyorken gezmek lazımmış. Gez gez ama usturuplu gez” demez mi?

Yüzümü anama dönüp “Sonunda doğru bir cümle kurdun ama bu sana yetmiş yıla mal oldu be anam” dedim. Soğan da doğramıyordum ama…

Ayten Kaya Görgün kimdir?
Babam annemi ve beni istemeyince rüzgar bizi İzmir’de bırakmış. Annem acıdan çatlarken ben uzun bir yoldan gelmişim, yıl 1973. Kayıt altına alınmam, babamın razı gelmesi bir yıl sonrayı bulmuş. Uyduruktan bir tarih yazılmış, yanına da doğum yeri diye Ankara.
Çok hikaye dinledim, çok hikayenin içinden geçtim, arsızdım sokak sokak gezdim.
Dinle dinle, sus yine dinle nereye kadar...
Nefesim güçlü olsaydı uzun bir Türkü söylerdim. Elimde bir kalem vardı bir de dilimde söz. Yaz dedim! Az gittim uz gittim, kayaların arkasından HÖT! çıktı.
Bulutlar tısladı “Kır dizini otur!” Sağır oldum da ne “höt” duydum ne de tıslamaları.
Arıza Babaların Çatlak Kızları çıktı, yıl 2011 Ayrıntı yayınları Kimseye söylemedim, Ayizi 2017
Yaz kızım Ayten, bildiğin başka bir şey mi var?


İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Postal

Postallar düşüyor aklıma, kara postallar, derisi çatlamış, çatlakların arasında kurumuş çamur ve pis...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Issızda

‘Yıllardır iki kuruşu denkleyip bir araba almayı becereme, elinde ne varsa boşanmaya razı edeceğim d...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kevser’in kıllarla dansı

‘Babam bir hafta sonra gelebildi; uçak parasını denkleştirememiş. Kapıcının evinde yatıyordum. Yüzüm...