Yunan Demetra Vaka, 1877’de İstanbul’ da doğmuş ve 17 yaşındayken Osmanlı konsolosunun sekreteri olarak Amerika’ya gitmiş. Orada bir Amerikalıyla evlenen Vaka, 1921’de İstanbul’a döndüğünde İstanbul’un değişimini ve önceki dönemini kıyaslayarak anlatıyor kitabında.
Kitap, gerçek yaşam hikayelerinden, dönemin kadınlarının röportajlarından ve fotoğraflarından oluşuyor.
Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası kadınların durumunu, kocalarını savaşta kaybeden kadınların nasıl ayakta durduğunu, iş yaşamına atılmalarını ve tabii ki kadınların dönüşümünü anlatıyor; İstanbul’un Peçesiz Kadınları.
Demetra Vaka bu değişimi şöyle anlatıyor kitabın bir bölümünde;
“İstanbul’daki değişimleri yavan ve sıradan kılan bir manzara ile karşılaştım. Yüzleri peçesiz, gri pantolonlar giyinmiş Türk kadınları, sokakları süpürüyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre bunlar Osmanlı başkentinin tek temizlik görevlileriydi ve bu zorlu işle uğraştıkları sırada onları dikkatle izleme zahmetine katlanan biri, çoğunun genç ve güzel yüzlü olduğunu görebilirdi. İçlerinden birine gülümsediğimde bana tatlı, cüretkâr ve kadınsı bir zarafet dolu bir gülümsemeyle karşılık verdi. Bu kadın çöpçülerin dokunaklı görüntüsü bendeki etkisini hiç yitirmedi. Kadınların bu işi yapmasına içerlediğimden değil, zira çalışmak hayattaki en soylu şeydir ve tüm bir şehrin daha temiz daha sağlıklı hale gelmesini sağlayan faydalı bir iş de iki katı değerlidir. Durmaksızın yerleri süpüren, pervasız trafikten sıyrılmak için sürekli manevralar yapmak zorunda kalan bu sessiz, gri figürlerin görüntüsünde bana asıl acı veren şey, bunların Osmanlı debdebesinin hüküm sürdüğü günlerde satın alınan, üzerlerine titrenen ve gözlerden ırak tutulan kadınlar olduğunu düşünmekti. O zamanlar bu kadınlar fetihçi bir soyun haz kaynağıydı. Şimdi ise yenilgiye uğramış ve aciz duruma düşmüş olan o fetihçiler, kadınların 500 yıldan uzun süre boyunca peçesiz yürümelerini yasakladıkları bu sokakları temizlemelerine izin veriyorlardı…”
Arka kapak tanıtımından
“Doğu Ekspresi, istimini üfleyerek Sirkeci İstasyonu'na girdiğinde, yaşlı İstanbul'un sabahının erken saatleriydi.
Doğduğum bu şehre en son ayak basışımın üzerinden tam yirmi yıl geçmişti. Tuttuğumuz at arabasıyla taş kaplı yollarda giderken etrafa bakındım. İstanbul eskisinden farksız görünüyordu. Öyle miydi gerçekten?
Arabacının Galata Köprüsü'ne giriş parasını ödemesiye başlayan, Altın Boynuz'un öteki yakasına yolculuğumuz sırasında, bir değişiklik dikkatimi çekti: Boğaz'da, ay-yıldızlı Türk bayrağından farklı bayrakların çekildiği, gri renkli, asık suratlı çok sayıda zırhlı gemi vardı. Ben ayrılırken İstanbul özgür bir şehirdi. Şimdi ise karşımda daha önce Enver ve Talat'ın meydan okuma cesareti bulduğu güçlerin eline düşmüş, işgal altında bir şehir vardı...
Altın Boynuz'un iki yakasını birbirine bağlayan köprünün ortasına ulaştığımızda bir başka arabayla karşı karşıya geldik. Arabada yüzü açık bir Türk kadını ve yanında bir erkek! Yirmi yıl önce, aynı adam, kamuya açık bir yerde karısının bulunduğu yöne bakmaya dahi çekinirdi.
Biraz daha ileride gördüklerim daha da şaşırtıcıydı: Köprünün parmaklıklarına yaslanmış bir Türk kadın, fesli bir adamla sohbet ediyordu. Üstelik kadın gençti ve davranışları evli olmadıkları izlenimi veriyordu.
Demek ki farklı bir Türkiye'ye gelmiştim.”
İlgili haberler
GÜNÜN KİTABI: Gözyaşı Konağı
‘Gayrimeşru bebeğimi doğurmak üzere evin erkeklerinden habersiz adaya gönderildim… Kalın peçemi takt...
GÜNÜN KİTABI: İstanbul'da Bekâr Kadın Olmak
‘Akşam eve döneceğimiz saate göre rota belirlemek, evden çıkarken nereden geçeceğimize göre kıyafet...
GÜNÜN KİTABI: Vişnenin Cinsiyeti
Mutluluk verici, fantastik ama bir yandan da açık sözlü bir roman. Tüm dünyayı gezmek isteyen Jordan...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.