Siz nasılsınız?
DEÜ Hastanesi SES İş Yeri Temsilcisi Günseli Uğur: Çocuğunun kaç yaşında olduğunu sorunca önce 5 aylık dedi, sonra ‘1 ay öncesinde kaldım ben, 6 buçuk aylık oldu’ dediğinde kısa bir sessizlik oldu.

Sendikamız, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası İzmir Şubesi olarak 6 Şubat depremi sonrasında aldığımız görevlerden birisi Hatay’daki SES üyelerine ulaşmak oldu.

İletişim kurabildiğimiz üyelerimizle gerçekleştirdiğimiz sohbetlerde nerde barındıklarını, evlerinin durumunu, birinci derece yakınlarından kaybı olup olmadığını, küçük çocukları olma durumları ile birlikte sorunlarını ve beklentilerini, neler yapabileceğimizi öğrenmeye çalıştık.

Konuşabildiğim otuz kişinin hemen hepsi deprem bölgesi dışında akrabalarının yanında kaldıklarını ifade ettiler, birinci derece yakınlarından kayıpları yoktu.

Ben de arkadaşlarım gibi zor, üzücü, ifadesi güç görüşmeler yapmak zorunda kaldım. Birlikte bu görevi aldığımız arkadaşlardan biri “Duygusal olarak oldukça zorlayıcı telefon konuşmaları yaptım. İnsanların metaneti beni çok etkiledi” demişti.

Metanet mi, baskılanan yas mı, şok mu, inkar mı, yaşadığına şükretmek mi? Uygun tanımlama hangisidir bilemiyorum. Benim en üzgün hissettiğim anlardandır; çekinen bir ses tonuyla sorabildiğim “nasılsınız” sorusundan sonra, “yaşıyoruz” anlamında bir cevap verip, onların bana “siz nasılsınız” demesi... İyi miydim? Orada yaşanmakta olan felakete ve sonuçlarına dair somutlamalar yapmaktan çekiniyorum; önem sırasını yanlış ifade edersem, ciddi bir sorunu göremezsem, eksik anlatırsam, acıları anlatamazsam diye korkuyorum. “Siz nasılsınız” diyen bir deprem mağduruna “iyiyim” demeyi de “sizleri düşününce tabi ki iyi değilim” demeyi ise zül görüyorum.

En zengin kelime hazinesi olan dillerden birini konuştuğumuz halde bazı durum, duygu ve olgular için tek bir kelime ya da kısa bir cümle “kifayetsiz” kalabiliyor, bir kez daha yaşadım.

Depremden 40 gün sonra konuştuğum bir kişi çocuğunun kaç yaşında olduğunu sorunca önce 5 aylık dedi, sonra “1 ay öncesinde kaldım ben, 6 buçuk aylık oldu” dediğinde kısa bir sessizlik oldu telefonda. Hüzünle gülümseyen yüzümü telefonda söze dökemedim.

DEPREMZEDE SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN YAŞADIKLARI…

Evleri hafif hasarlı, sallantılar devam ettiği için hâlâ evlerini kullanamayan bir sağlık memuru; eşi, iki çocuğu, yüzde 100 engelli kardeşi, anne ve babası ile yaşadıkları çadır yaşamının sorunlarını anlattı. Özellikle engelli aile üyesinin oksijen tedavisinin ve bakımının sürdürülmesinin çok zor olduğunu, konteyner istediklerini ama henüz cevap alamadıklarını söylerken, çaresizliğini ifade ediyordu.

“Çocuklar da uzaktan eğitim sürdürmeye çalışıyor, beni göreve çağırdıklarında ne yapacağımızı bilmiyoruz” dediğinde şunları düşündüm. Her türlü doğal felakette, salgında, olağanüstü her durumda sanki var olan olağanüstülükten sağlık çalışanları ve aileleri etkilenmiyor da izinler, görevlendirmeler yapılırken söz konuşu kişilerin yaşadığı kayıplar, mağduriyetler göz ardı ediliyor. Örneğin deprem sonrası hastanemiz çalışanlarının senelik izinleri iptal edildi ama deprem bölgesine ya da deprem bölgesinden sevkli hastaların gelmesi nedeniyle iş yoğunluğu artan hastanelere görevlendirme yapılmadı. Yani, iznini kesip göreve gelen kişinin deprem nedeniyle yapılan iş/hizmet düzenlemelerine bir katkısı olmadı.

Bir başkası “Depremin ikinci günü hastaneye acil olarak çağrıldığımızı internet olmadığı için geç gördüm… Korkunç bir trajediydi. Olumlu tepkileri ve müdahaleleri sayesinde sendikamızın ve TTB’nin çok büyük desteğini gördüm. İyi ki SES üyesiyim” dediğinde gurur ve mutlulukla “Bunu hissettirebildiysek ne mutlu bizlere, dayanışma örgütlü olduğu sürece anlamlı ve sonuç alıcı” diyebildim.

“İl sağlık müdürü kim şu anda onu bile bilmiyoruz. Koordinasyonsuzluk çok korkunç düzeyde. Şimdi 24 saatlik nöbetler tutmamız isteniyor, reddediyoruz, soruşturma açarız diyorlar” diyen ASM hekimi, çok daha önemli bir soruna dikkat çekmişti.

ASM yıkılmış, cihazları, malzemeleri; otoskopu, monitörleri, bilgisayarları, steteskoplarına kadar her şeyleri enkaz altında kalmış. ASM ne demekti; birinci basamak sağlık hizmetleri yerine geçen aslında “özel” binalardı. ASM hekimleri tabiri caizse ‘dükkânlarını kaybetmiş esnaflar’ gibi kalmıştı. Sadece evleri, hastanede duvarda asılı diplomaları değil ekmek kapıları kaybolmuştu. Ya vatandaşın sağlık hizmet kapısı?

Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, basamakların sevk zincirlerinin, sağlık ocaklarının yok edilmesi, aile hekimlerinin yaşadığı hak kayıpları nedeniyle yığılan sorunlar daha yakın zamanda pandemi nedeniyle zirve yapmışken, deprem sonrası can alıcı olmuştu.

Aile Hekimlerinin “Birinci basamak sağlık hizmetlerinin kamu gücüyle topluma yeterli düzeyde ihtiyacı kadarıyla ayrımsız tamamen ücretsiz sunulması, bu hizmeti veren sağlık çalışanlarının ayrımsız eşit bir şekilde güvenli ortamda güvence içeren koşullarda çalışması” temel talepleri ile yürüttükleri mücadelenin yükseltilmesi zorunluluğu daha görünür oldu.

Tayin ve geçici görevlendirme ile ilgili belirsizlikler yüzünden ne yapacaklarına karar veremeyen deprem bölgesinin sağlık çalışanları Bakanlığa ulaşamadıkları için sorularının cevapsız kaldığından yakınıyor. Tüm bu belirsizliklerin, zorlukların yanında vatandaşın sağlık hizmeti alma hakkının ve artan ihtiyacının farkında olarak müthiş bir duyarlılıkla “Çağrılınca tabii ki gideceğiz bölgedekilerin sağlık hizmeti ihtiyacı var. Güvenli barınma koşullarımız sağlansın yeter” diyebiliyorlar.

Anahtar sözcükler: Sağlıkta ticaret ölüm getirir.

Fotoğraf: Evrensel

İlgili haberler
Çöken hastaneler, enkazda kalan sağlık hizmetleri

Depremle birlikte, çöken sağlık sistemini gördük hep birlikte. Oysa felaket ne kadar büyük olursa ol...

Deprem, devlet ve siyaset

Trilyonluk firmaların kapsında vinçler yatarken, işçiler yılların emeğiyle sahip olduğu hiltisini ka...

İskenderun sağlık taramasından notlar: Kadınlar ve...

Kız Kardeşlik Köprüsü kampanyası kapsamında İskenderun'da 300 kadına sağlık taraması yapıldı: Kadınl...