Parlak taşlı kırmızı ayakkabılar
Kendime Zeynep'inki gibi kırmızı, üzerinde o parlak taşlardan olan ayakkabılardan alacağım. Çok mutluyum anne, çokkk...

Anlaşılan sadece yorgunluk değildi surat asmasına neden olan. Tanımaz mıydı yirmi yıllık kocasını? Bir derdi var belli ki, diye düşündü. Acaba fabrikada mı bir şey olmuştu? Bir keresinde anlatmıştı, ağzı çok bozukmuş ustabaşının. Malı düşüren bir işçiye ana avrat küfretmiş de bizimki suratına okkalı bir tokat indirmemek için zor tutmuş kendini. "Acaba kavga mı etti. Allah esirgesin ya işten kovulduysa, yedi boğaz ne yaparız? Yok yok Hatice, öyle hemen en kötüsünü düşünme, anlarız şimdi."

Üç göz odalı gecekondunun salonunda kanepeye oturmuş, kafasını iki elinin arasına almış, kara kara düşünüyordu Ahmet. Kırk beşine yeni girmişti ama görenler onu elli beşinde sanırdı. İşi ağırdı, sabah sekiz akşam altı bütün gün ayakta çalışıyordu. Alüminyum döküm fabrikasında on beş yılını geride bırakmıştı. On beş yıldır yaz kış demeden, altı yüz derecede eriyen alüminyum potasının başında, ergimiş metali kalıba döküyordu. Sırtının kamburu iyiden iyiye belirmişti artık. Belki de bu yüzden yaşından büyük gösteriyordu. Hatice, önünde duran sehpaya taze fasulye, bulgur pilavı ve cacıktan oluşan akşam yemeğini koyduğunda eliyle itti.

"Karnım aç değil hanım, Seyfullah'la bir şeyler yedik."

"Seyfullah?"

"Mehmet amcaların bodrum katta bir atölye varya hani onun sahibi. Kahvehanede tanıştık geçenlerde. Gömlek, pantolon, penye dikiyormuş. Küçük de değil hani, yüze yakın çalışanı varmış. Hem işi de ağır değilmiş. Mahallenin gençleri, hatta yaz tatilinde çocuklar, hep onun atölyede çalışıyormuş."

Duyduğu son cümle ile yüzüne bir gölge düştü Hatice'nin. Demek kafasındaki buymuş, diye düşündü. Gözlerinin önüne çelimsiz bedeni ile Elif geldi. Yok canım olmazdı, o daha çok küçüktü. On ikisini daha yeni bitirmişti. Daha geçen hafta ikizler Kazım'ın atölyede işe başlamıştı. On beşinde olmalarına rağmen eve nasıl da yorgun argın geliyorlardı. Kavga bile etmeye takatleri kalmıyordu çocukların. Üstelik onlar oğlan çocuğu. Kız başına Elif'in ne işi var atölye köşelerinde?

“Ahmet nereden çıktı şimdi akşam akşam bu muhabbet?"

"Nereden mi çıktı? Geçen kış çektiğimiz rezilliği ne çabuk unuttun? Her yağmurda çatı akmadı mı? Evin her yanına kova koyduk da yetiştiremedik. Şimdi sen söyle, iki bin lira maaşla nasıl yaptırayım bu çatıyı? İkizler lisede, Elif ortaokula başlayacak hani küçükler neyse. Nasıl altından kalkayım, hadi sen söyle."

"Ahmet kurbanın olurum, Elif daha çok küçük. Yapamaz, dayanamaz. Bak ikizler bir haftadır ne halde? Ağızlarını bıçak açmıyor çocukların. Eve gelince yemek yeyip düşüyorlar yatağa. Hem onlar erkek, Elif..."

"Yeter Hatice, uzatma! Elif hafta başı Seyfullah'ın orada işe başlayacak o kadar!" ...

"Elif kalk kızım, hadi saat kaç oldu?"

"Anne beş dakika daha..."

"Hadi kızım kalk, kahvaltı edelim, hem senle konuşacaklarım var."

Elif hızla doğruldu. Annesi ona hiç böyle şeyler demezdi. Demek o da artık büyüdüğünü anlamıştı. Çocuk değildi Elif artık, yakında ortaokula başlayacaktı. Yatağın içinde doğruldu.
"Ne oldu anne, kötü bir şey mi var?"

"Hadi kalk, elini yüzünü yıka, kahvaltı ederken konuşuruz."

Hızla banyoya koştu, iyiden iyiye meraklanmıştı. Elini, yüzünü yıkadı, uzun saçını lastikle topladı, kahvaltı için hazırdı. Her zaman yaptığı gibi yer sofrası kurmuştu annesi. Peynir ve zeytinin yanı sıra yumurta da kırmıştı. Üstelik Elif'in sevdiği gibi çok pişmiş. "Acaba kötü bir şey mi yaptım" diye düşündü. "Komşular mı şikayet etti? "Geçen gün Zeynep ile ip atlarken kavga etmişti de kıza gerizekalı demişti. Belki Zeynep'in annesi kızdı anneme, Ne biçim kız yetiştirmişsin demiştir kesin."

"Elif, dün akşam babanla konuştuk? Biliyorsun geçen kış çatı çok aktı.Yağmurlar başlamadan çatıyı elden geçirmemiz lazım. Büyük masraf olacak. Abinler lise ikiye geçti, sen de ortaokula başlayacaksın. Kayıt parası, forma, ayakkabı, eşofman... Bunlar hep para..."

Elif annesinin bunları neden anlattığını anlamadı. Niye annesi lafı eveleyip geveliyordu da asıl konuya gelemiyordu acaba? İçinden derin bir ohh çekmeden de edemedi. Demek ki kimse şikayet etmemişti onu.

"Hani Mehmet amcaların bodrum katında bir tekstil atölyesi var ya, bildin mi?"

"Biliyorum anne, bizim mahalleden Fatma ile Kerim de orada çalışıyor. Tatil başladı, onlar da oraya."

"Öyleymiş, öyleymiş... Mahalleden pek çok çocuk yaz tatilinde orada çalışmaya başlamış, üstelik iş de hiç ağır değilmiş."

"Yoksa..."

"Evet kızım baban sahibi ile konuşmuş, babanın arkadaşıymış, 'Gelsin, başlasın senin kız' demiş."

Elif havalara uçtu bu haber karşısında. Annesini öpücüğe boğdu. Hatice şaşırmıştı, hiç de korktuğu gibi olmadı. Oysa Elif ağlar, zırlar, kabul etmez diye düşünüyordu. Öyle düşündüğü için de geceden beri çok gergindi. Elif'in sevinci mutlu etmişti onu. Demek ki kızı büyüyordu...

"Oley be, çok sevindim anne. Fatma ve Kerim'le gider gelirim. Artık bu kara lastikten de kurtulacağım. Kendime Zeynep'inki gibi kırmızı, üzerinde o parlak taşlardan olan ayakkabılardan alacağım. Çok mutluyum anne, çokkk..."

Yüreği kıpır kıpırdı Elif'in. Heyecan mı ağır basıyordu, korku mu emin değildi. Acaba nasıl bir yerdi? Ona iyi davranacaklar mıydı? Fatma ile Kerim'in varlığı onu rahatlatıyordu ama yine de korkularına engel olamıyordu. Ya sevmezlerse onu, ya bağırır, çağırırlarsa, ya yapamazsa, ya iş çok zorsa... Bütün bunları düşüne düşüne atölyenin kapısından ürkek adımlarla içeri girdi. Annesi sıkı sıkı tembih etmişti ona, "Öyle herkesle yüz göz olma, işini güzel güzel yap, kendine söz getirme," diye.

Bodrum kat olmasına rağmen atölyenin içi aydınlıktı. Bu kadar büyük müydü burası, diye düşündü Elif. Dışarıdan bakınca hiç öyle görülmüyordu. Bu büyüklüğü aklının ucundan bile geçiremezdi. Ne kadar da çok makine vardı. Henüz kimse yerine oturmamıştı. Kırklı yaşlarda, esmer, bıyıksız bir adamın çevresinde halka olmuştu işçiler. Adam tek tek isimlerini söylüyor, oturacakları makineyi işaret ediyordu:

“Zehra sen overloğa geç, Ali sen ütüye, Mehmet bugün fermuar sende, hadi hadi bu kadar oyalandığımız yeter."

Kerim'le, Fatma'yı da gördü aralarında. Fatma da onu görmüş olacak ki "Gel" diye işaret etti.Fatma:

"Elif ne işin var kız senin burada? Yoksa sen de mi burada çalışacaksın?"

"Evet Fatma, ne güzel değil mi? Birlikte çalışacağız."

Ellerini sıkı sıkı tuttu Fatma, arkadaşının gelişine öylesine sevinmişti ki gözlerinin içi gülüyordu.

"Merak etme, burayı seveceksin. Herkes çok iyidir. Bak şu ortadaki Sedat Usta. Makinecileri dağıtsın, birazdan bize de ne iş yapacağımızı söyler."

Kalabalık dağılıp herkes makine başına geçince ortada yaşları on iki ile on beş arasında değişen on kadar çocuk kalmıştı. Çocukların yanına gelen Sedat usta hepsini baştan aşağıya tek tek süzdü. Elif'i fark ettiğindeyse “Sen yeni misin?” diye sordu.

"Evet usta, bugün geldim."

"Yaşın kaç senin?"

"On iki."

"Çalıştın mı daha önce?"

"Hayır usta, bu ilk."

"Tamam. Fatma sen, yeni kız, Kerim, Kader, Ali, Hüseyin temizliğe..."

Fatma Elif'in elini kavradı, sıkı sıkı tuttu.İki kız birbirine bakıp güldü, aynı yerde çalışacaklardı.

"Gel Elif, şu karşıdaki beyaz büyük masa varya orada çalışacağız.Bak şu tekerlekli tahta renginde büyük tekneler varya onların içindeki malları alıp dikiş yerlerinden sarkan ipleri keseceğiz, hepsi bu."

Elif gülümsedi:

"Evet. Kolaymış."

"Bak, bu makasları kullanacağız."

"Bunlar nasıl makas böyle?"

"Parmaklarına takmayacaksın bunları, nasıl kullanacağını göstereyim. Baş parmağınınla, işaret parmağının arasına koyup, yüzük parmağınla alttan destek vereceksin. Bak şöyle, yoksa çok ağrır parmakların."

Makası eline aldı, avucuna yerleştirmeye çalışarak:

"Böyle mi?"

"Yok, bak şöyle, merak etme zamanla alışırsın."

* * *

Ali durmadan ortamı izliyor, işi takip ediyor, yapılması gerekenleri söylüyordu.

"Kerim, tekneden mal alıp masaya koysana, azaldı masanın üzerindekiler. Elif sen de diğer tekneyi getir. Hadi arkadaşlar, usta "Çaya kadar iki tekneyi bitirin," dedi. Elif merak etme tekerlekli, itmen yeterli."

Elif Fatma'ya merakla sordu:

"Bu kim?"

"Ali, aramızda en eskisi o. Temizlik işini usta ona söyler, o da bize."

"O da usta sayılır yani."

"Onun gibi bir şey. Elif sen hangi okula kaydolacaksın?"

"İbrahim Öztürk'e, sen?

"Ben de, desene okulda da beraber olacağız. Keşke aynı sınıfa düşsek."

"Keşke..."

Ali hemen uyardı onları:

"Kızlar, çene çalmaya mı geldiniz buraya? Hadi çeneniz değil eliniz çalışsın. İkinci tekneyi bitiremediniz hâlâ, çaya on dakika kaldı. Elif, teknenin altındaki malları koy masaya, hadi."

Tekneyi iterken arkasında kaybolmuştu Elif, neredeyse boyu kadardı. Fark etmemişti ama teknenin arkasından görünmediği için kendi başına hareket eden tekne görüntüsü masada kızların gülüşmelerine neden olmuştu. Teknenin dibinde kalmıştı mallar. Elif, kenarından sarkarak almaya çalıştı ama beceremedi. Zıpladı yine olmadı. Ne yapsa uzanamadı mallara. Öylesine sarktı ki dengesini yitirip içine düşecek sandı kızlar. Kerim'e seslendi Fatma:

"Kerim, Elif alamıyor malları yardım etsene."

Gövdesinin tamamını teknenin içine sarkıtan Elif'in ayakları yukarı aşağı sallanıyordu. Bu görüntüye gülmekten alıkoyamadı Kerim kendini.

"Tamam Elif bırak, ben hallederim."

Kerim'in onu bu şekilde görmesi utandırmıştı Elif'i, ne vardı boyu biraz daha uzun olsaydı. Böyle gülünç durumlara da düşmezdi o zaman.

İşe başlayalı bir ay olmuş, Elif de iyice alışmıştı çalışmaya. Hatta kimi günler mesaiye bile kalmış, o günlerde eve gidişi akşam dokuzu bile bulmuştu. Çalışmayı sevmiş, arkadaşlarını sevmiş, Sedat ustayı sevmiş, bir tek, birkaç kez gördüğü atölye sahibi Seyfullah'tan hiç hoşlanmamıştı. Çok sık gelmezdi Seyfullah atölyeye. Geldiğinde de herkese emirler yağdırır, özellikle de Sedat Usta'ya çok bağırırdı. İşini iyi yapardı Sedat Usta, üstelik güleryüzlüydü de. Kimseye kötü davranmazdı. Bu bir ayda onun bir kez olsun kimseye bağırdığına tanık olmamıştı. Çocukları kolladığını sezerdi Elif, onu ve akranlarını zor işlere hiç koşmazdı. Seyfullah'dan hoşlanmamasının nedeni sadece bunlar değildi. Güler'le onu bir kere birbirlerine uzaktan uzağa öpücük gönderirken görmüştü. Yanlış görmüş olmayı istedi ilk başlarda ama Güler'in sık sık Seyfullah'ın odasına girip çıkması, bir keresinde çıkarken üstünü başını düzeltmesi şüphelerini yerli yerine oturttu. Güler daha yirmisinde bir genç kız, Seyfullah ise ellisine merdiven dayamış, evli barklı bir adamdı. Tüm bunları düşündükçe iyice tiksindi bu adamdan. Zaten hepi topu iki ayı kalmıştı. Kalan sürede bu adamdan uzak durmaya karar verdi.

İşe başlayalı bir ay olmasına rağmen Elif maaşını alamamıştı. Seyfullah'la konuşan babasına verilen yanıt "Üç aylık parayı toplu vereceğim, hem öylesi sizin için de iyi olur, elinize toplu para geçer" olmuştu. Babası ve annesinin aklına fazlasıyla yatan bu cevap Elif'i de rahatsız etmedi. O, üç ayın sonunda eline geçecek parayı, üzerinde parlak taşlar olan kırmızı ayakkabıyı, yeni okul formasını, lacivert eşofman takımını düşlüyordu.

Öğlen yemeğinden sonra Sedat Usta Elif'i Mehmet'in makineye verdi. Mehmet'in diktiği ürünleri kesecek, bir güzel dizip Hasan'a verecekti. Zamanla bu tip işleri yapanlara tekstilde ortacı dendiğini öğrenmişti, elbette her ortacının hayalinin bir gün makineci olmak olduğunu da. Elif'in hayalleri başkaydı, o özlemini duyduklarını alacak, liseyi bitirip üniversiteye gidecek, öğretmen olacaktı. Artık babasına yük olmayacak, bundan böyle her yaz çalışacaktı. Elif bunları düşünürken Mehmet seslendi:

"Elif, senden bir şey isteyeceğim. Bu benim için çok önemli. Senle bir sırrımı paylaşacağım ama kimseye söylemeyeceksin."

"Neden söyleyeyim abi?"

"Aferin, sana bir şey vereceğim. Bir mektup, bunu Zehra ablana verebilir misin? Ama seni kimse görmesin, özellikle de Sedat Usta. İkimizin de başı belaya girer."

"Nasıl bir mektup Mehmet abi? Neden başımız belaya girsin ki? Ben korkarım abi böyle şeylerden!"

"Kötü bir şey değil. Ben Zehra ablanı seviyorum. Bu mektupta da onu yazdım. Kimse bilsin, laf söz olsun istemiyorum. Hem belki Zehra beni sevmiyordur, kızın adı çıksın istemiyorum. Anladın değil mi?"

Elif gülümseyerek:

"Aşk mektubu desene Mehmet abi."

"Aşk mektubu Elif. Hadi güzelim, aman gözünü seveyim kimse görmesin, kimse duymasın."

"Merak etme abi."

Elif Zehra'yı çok seviyordu zaten. Onun için, Zehra atölyenin en güzel, en akıllı, en çalışkan kadınıydı. Üstelik Zehra overlok ustasıydı, kimse onun yaptığı işi yapamazdı. Çok imrenirdi Elif Zehra'ya. Şimdi ona bir aşk mektubu götürüyor olmak onu çok heyecanlandırmıştı. Zehra kızar mıydı acaba? "Neden bu işlere alet oluyorsun" der miydi? Sedat Usta görse ne derdi? Ya babasına söylerse? Son ihtimal onu çok ürküttü. Kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu.Acaba vazgeçse miydi? Mehmet abiye ayıp olmaz mıydı? Niyeti kötü değildi ki? Ağır adımlarla Zehra'nın makinesine yaklaşan Elif'in kafasında bu düşünceler, içinde derin bir korku vardı. Tam Zehra'ya mektubu uzatmıştı ki Sedat Usta'nın sesi duyuldu:

"Tamam, yeter!"

Elif neye uğradığını şaşırdı. Eli ayağı birbirine dolandı. Elinde mektup öylece kalakaldı. Üstelik anlayamadığı bir şekilde makineler durmuş, atölyede elektrik kesilmişti. Sedat Usta'nın, omzuna dokunup “Ver o elindeki bana!” demesini bekleyen Elif, öyle ne kadar bekledi bilemedi. Makineler gibi onun için de zaman durmuştu.

Makinelerin durması üzerine Seyfullah koşar adım odasından çıktı.

"Ne oluyor burada, bu ne demek oluyor Sedat?"

Sedat Usta elektriği kesen şalterin yanında ayakta duruyordu. Kararlı bir sesle:

"Ne olduğu belli Seyfullah Bey, iki ay oldu maaşımızı alamadık, ya bugün ödeme yaparsınız, ya da bu makineler çalışmaz!"

"Ya öyle mi? Herkes mi böyle düşünüyor?"

Bir anda bütün makinecilerden aynı ses yükseldi.

"Evet!"

Çıkan ses ve işçilerin öfkesinden ürktüğü her halinden belli olan Seyfullah, gerisin geri odasına giderken Sedat Usta'yı da yanına çağırdı. Akşam üzeri makinecilerin maaşı tek tek ödenirken ortacıların paralarının iş bitiminde topluca verileceği söylendi.

* * *
Elif atölyede üç ayı geride bırakmış, kıdemli bir ortacı olmuştu. Bu üç ayda temizlik, kalıpla çizim gibi her bir şeyi öğrenmiş, hatta bir keresinde usta onu ütüye bile vermişti. Evde annesine “Anne ben son ütücü oldum,” diyerek espri bile yapmıştı. Son iş günü Sedat Usta ve iş arkadaşları ile vedalaşan Elif, Seyfullah'ın odasına gitti.

"Ben bugün işten ayrılıyorum Seyfullah Bey, haftaya okul başlayacak."

"Anladım, hayırlı olsun inşallah."

"Şey, Seyfullah Bey 'Paranızı toplu alacaksınız,' demiştiniz."

"Tamam, sen şimdi git ben babana veririm. Hadi iyi akşamlar."

Elif odadan çıkarken "Ne saçma şey ya, sanki babam çalıştı burada. Üç aydır eşşekler gibi çalışıyorum, adam diyor ki paranı babana veririm. Pis herif, zaten gıcık oluyorum sana." diye geçirdi içinden. Eve geldiğinde:

"Baba, Seyfullah abi parayı sana verecekmiş, yarın git de al. Okul haftaya açılıyor, daha forma alacağız, ayakkabı, eşofman."

"Tamam kızım."

* * *

"Yahu, bunlarda da hiç insaf yok. Üç aydır sabahın köründe işe gidiyorum. Can dururken ekmek almaya yine beni gönderdiler. Birkaç gün uyusam ne olur, zaten pazartesi okul başlayacak." diye söylenerek fırına doğru ilerlerken atölyenin önündeki kalabalığı gördü Elif.

"Bu kalabalık da ne? Aaa bunlar bizimkiler. Nasılda sevindim, hepsi dışarıda."

Sedat Usta'ya yaklaştı:

"Sedat Usta, günaydın, nasılsın? Ne yapıyorsunuz burada? Neden içeri girmediniz?"

"Seyfullah dün gece makineleri alıp, kaçmış."

"Nasıl olur, o ne demek abi?"

"Adam sırra kadem basmış, şerefsiz herif, hepimizin içerde maaş ve mesai alacağı kaldı. Kaçıp gitti namussuz. Hem de Güler'le kaçtı diyorlar."

"Sedat Usta bende paramı almadım daha."

"Nasıl yani, işten ayrıldığında vermedi mi sana?"

"Hayır usta, 'Babana vereceğim,' dedi."

"Vay alçak herif. Ne diyeyim kızım o parayı sen unut."

Duydukları karşısında allak bullak oldu Elif. "O parayı sen unut, o parayı sen unut!” Koşa koşa eve geldi, annesine sarıldı.

"Anne, Seyfullah kaçmış, makineleri götürmüş. Anne 'O parayı sen unut!' dedi Sedat Usta. 'O parayı sen unut!' Anne..."

Hıçkırıklarına boğulan Elif'in belli belirsiz sözleri arasından “Kırmızı, üzeri parlak taşlı ayakkabı, Zeynep'inkinin aynısı” dediğini anlayabildi annesi.


Kaynak: Yeni e dergisi Ekim 2019 sayısı

İlgili haberler
10 ayda 62 çocuk işçi, iş cinayetinde hayatını kay...

İSİG, Dünya Çocuk Hakları gününde açıkladığı raporunda, Türkiye’de yasak olduğu halde çalıştırılan,...

GÜNÜN DİKKATİ: Çocuk işçiler günlük 20 liraya çalı...

Mülteciler genelde haftalık usulü ve sigortasız çalışıyor. İşçilerin ücretleri yaşları, tecrübeleri...

Çocukların beyinlerine güvenin!

Sevil Aracı, okul çağında çocukları olan ebeveynlere rehber niteliğinde ve birbirinin tamamlayıcısı...