Kusura Ayna kitabının yazarı Didem Kazan Sol: Masalların büyüsünü seviyorum
Didem Kazan Sol, kadın öykücü, öğretmen, anne, kardeş ve pek çok sıfat sahibi. 2022 yılı sonunda İthaki Yayınlarından çıkan ilk öykü kitabı Kusura Ayna’yı, kendini, hayallerini Ekmek ve Gül’e anlattı.

Sosyal medyada birinin kitap önerileri paylaşımını dikkatle incelerken çıkmıştı karşıma Didem Kazan Sol’un Kusura Ayna kitabı. Okumak üzere hemen hafızama attım kitabın ismini ve yazarını. Henüz 2023 yılının başıydı sanırım. Daha sonra tesadüf bu ki Ekmek ve Gül’ün başlattığı “Bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek” kampanyasının sınırlı da olsa bir kazanımla sonuçlanması üzerine yolumuz keşişti tekrar. Başka bir mesele üzerinden aramıştım kendini, kitabını da merakla okumak, söyleşi yapmak istediğimi iliştirmiştim sohbet arasına, sonrasında ise memlekette olanlar malum. Deprem süreci, seçim süreci vs. derken geldik yaz aylarına. Arkadaşım Hakan Güngör bana yazıp, Kusura Ayna kitabını armağan etmek istediğini söylediğinde çok mutlu olmuştum. Aradan biraz vakit geçse de söyleşi yapmak için aradım Didem Kazan Sol’u. Aslında görüntülü yapacaktık bu söyleşiyi ama koşullar yazılı olmasına imkan kıldı, şimdilik… “Bu kadın ne hikaye anlatıyor yahu” demeden siz ben hikayenin aslına, Kusura Ayna kitabıyla birlikte Didem Kazan Sol’a bırakayım sözü… Bu arada sosyal medyadan izlemeye devam ediyorum kendini ve harika sulu boya resimler de çiziyor. :)

Öncelikle Didem Kazan Sol kimdir, ne yapar? Yazın süreciniz nasıl başladı?

Birçok şey olan bir kadınım aslında; anne, öğretmen, eş, evlat, abla. Bizde sıfat çok. On yedi senedir sınıf öğretmeniyim, İstanbulluyum -artık öyle hissetmesem de-, kırk bir yaşında, evli, iki çocuk ve iki kardeş sahibiyim. Genel olarak okuyorum, yazıyorum ve çiziyorum. Bir de yemek yapıyorum, bunu nasıl unuturum!

Yazın sürecimi başlatan net bir tarih veya olay yok. Belki de ben hatırlamıyorum. Gerçekten küçük yaşlardan itibaren okumaya ve yazmaya meraklı biri oldum. Ama iş yazdıklarını paylaşmak olunca orada işler biraz karıştı. Yazdıklarımı paylaşmaktan hem ürküyordum hem de onları beğenmiyordum. Bu beğenmeme hali devam ediyor tabii, artık paylaşma konusunda biraz daha cesaretliyim.

‘HER ŞEYİ ÇOK CİDDİYE VE TİYE ALMAYA DEVAM ETMELİYİZ’

Kitabı okurken hep bir tiye alma halini hissettim. Okuyucuya da bu tiye alma halini öğütlüyor sanki öyküler?

Ben her şeyi fazlasıyla ciddiye alan aynı zamanda tiye de alan biriyim. Başka türlü yaşamayı bilmiyorum ki yazayım. Gerçekten her şeyi ciddiye alıyorum ve bir sorun varsa çözmeye çalışıyorum, çözemediğim yerde de tiye alıyorum. Çünkü hayat çok kısa ve ben her şeye rağmen yaşamayı seviyorum. Çevremdeki herkes sevsin istiyorum. Bu yazıya da yansıyor. Öyle bir sistemin içindeyiz ki ahlanıp vahlanıp gözüne uyku girmeyen gecenin sabahında işe gidiyorsun veya günlük rutinine dönüyorsun. Tabii tüm bunların büyük acılar, felaketler için söylemiyorum, oralara gidince bir daha normal olmuyor ve normale dönülmüyor. Velhasıl her şeyi çok ciddiye ve tiye almaya devam etmeliyiz. Bu, yaşamı daha çekilir kılıyor.

Yaşamın getirdiği her türlü zorluğa karşı güçlü kadınlarla bezeli bir kitap bence Kusura Ayna. Bu kadınları yaratırken kimleri düşündünüz, hangi kadınlar size rehberlik etti, kendinizden neler kattınız? Siz hangisine en yakınsınız ve neden?

Teşekkür ederim, evet öykülerimdeki kadınlar güçlü kimisi bunun farkında kimisi hiç değil. Bu kadınlar benim atalarım, komşularım, yaşadığım yerdeki hemcinslerim, çocuğum, çocukluğum ve çok az da ben. Kendimden kattıklarım elbette var ama çokça çarpıtıyorum. Hatta kitapta olmayan bir öykümde geçen kısacık bir olaya annem; “O olay öyle miydi” diye sormuştum. Tabii ki anılarımdan, çevremdeki insanların anılarından esinleniyorum fakat bir hikayenin temeli olacak kadar değil. Bunu tamamen kendimce sebeplerden dolayı doğru bulmuyorum. Anı hırsızı gibi hissetmek istemiyorum sanırım. Ben kitabımdaki karakterlerden bir kadına değil bir erkeğe daha yakın hissediyorum. Hazreti Patates’teki Halil’de benden çok şey var.

Öykülerdeki gerçeküstü anlatım bir yandan bir masalın içindeymişim hissi de verdi bana. Hayatın hem ta en içinden gerçekçi hem de “Bu kadar da olur mu” dedirten cinsten. Ne çok abartarak ne de sıradanlaştırarak sunmak. O dengeyi tutturmak kolay olmasa gerek?

Masalları, onların anlamsızlığını, korkunçluğunu -evet, masallar korkunçtur-, büyüsünü seviyorum. Çocukluğumdan beri severdim. Gerçeği istediğimiz gibi bükmek büyücülük gibi geliyor bana. Fakat hikayenin içinde böyle bir büyü varsa diğer her şey onu destekleyecek şekilde gerçek olmalı. Tamamen büyüden oluşan bir hikayeye öykü diyemeyiz. İşte bu dengede olmak gerçekten zor fakat iş bittiğinde alınan keyif de büyük.

Öykülerinizde nesneleri ve onların çağrışımlarını kullanmışsınız. Nesneler sizin için ne ifade ediyor, sizin vazgeçemediğiniz neler var, sizde bıraktığı çağrışımlar…

Bu durum aslında hiç hoş değil. İstifçi olmaktan korkmuyor değilim. Çok saçma şeylere çok fazla anlam yükleyebilirim. Bir kaşık, diş, sinek kanadı, otobüs bileti, oyuncak, kolye vb. o kadar çok çeşitlendirebilirim ki bunu insanlar hasta olduğumu düşünebilir. Benim için vazgeçilmez olanlar yarım kalan bir sevgiyi temsil edenler en çok. Mesela şu anda bile oğlumun yatağında olan ayıcık Bombo. Lisedeki en yakın arkadaşımın hediyesiydi. Birkaç gün sonra buluşmak için sözleştiğimizde iki gün sonra boğaz köprüsünden atladı ve yok oldu. Taner’in bana hediye ettiği o ayıcık önce erkek kardeşimin sonra da oğlumun uyku arkadaşı oldu. Üstelik tamamen kendiliğinden bağlandılar. Ben o ayıcığa nasıl anlam yüklemeyeyim? Anneannemden kalan kaşık ve çatal, büyükbabamın saati, eşimin dedesinin fincanı... Hiçbirinden ayrılamıyorum ve evet bu durum hiç sağlıklı değil.

‘YOL ASLA DÜMDÜZ OLMUYOR’
Öyküleri yazarken, sonrasında kitaplaşırken ne gibi zorluklar yaşadınız, nelerle baş etmek durumunda kaldınız?
Bu yolda elimi tutan, elini hiç uzatmayan ve yarı yolda elini çeken çok insan oldu hayatımda. Sanırım öykülerim kitaplaşırken ben çok insan kazandım ve kaybettim. Zorlukları, reddedilmeyi, beklemeyi biliyordum ve hazırdım. En azından öyle sanıyordum. Değilmişim. İnsanların kibri beni yazmaktan zaman zaman soğuttu, en azından yazdıklarımı paylaşmaktan. Sonra araya mesafe bıraktım her şey ve herkesle. Zaten sınırlara çok inanan, kişisel alanım için her şeyi göze alabilecek bir insanken hiç kimsenin bunu ihlal etmesine izin veremezdim, vermedim de. Tabii bunun sonucu yalnızlık oluyor fakat şikayetim yok. Birkaç kişi var değer verdiğim ve bu yeterli. Tüm bunların öykülerin kitaplaşması ile ne ilgisi mi var? İnsan ilişkileri o kadar tuhaf ki yol asla dümdüz olmuyor. İlla yolunuzu kesecek birileri çıkıyor. Fakat ben zorluklarla baş edebilirdim ve ettim, ediyorum.
‘ÇOCUKLAR BİZE HAYALLERİ ÖĞRETİYOR’

Siz bir eğitimcisiniz de. Öğrencilerinizle kurduğunuz bağın yazın serüveninize yansımaları oluyor mu?

Öğretmenliği tüm kısmetsizliğine rağmen seviyorum, çocukları çok seviyorum. Çocukların hayal dünyası müthiş. Büyüklerin “Yine ne saçmalıyor” bakışıyla dinledikleri konuşmaları bana ilham olabiliyor. Tüm duygularını apaçık paylaşıyorlar. Bu olağanüstü değil mi? Ve tabii çocukların yaşadıkları da var, aileleri, komşuları... Çocuklar daha iyisini hak ediyorlar. Buna, onları dinlemekle başlayabiliriz. Üstelik bu bizi besleyecektir de. Hayaller var. Çocuklar bize bunu öğretiyorlar.

‘KİTABIM ÇOCUĞUM DEĞİL YÜKÜMDÜ, ÜZERİMDEN ATTIM’

Arkadaşlarınız, öğrencileriniz, velileriniz… Onların öykülerinize dair görüşleri, değerlendirmeleri oldu mu? Sizi nasıl etkiliyor bunlar?

İlk öğrencilerimden biri kitabımı okumuş, onun dışında okuyan duymadım. Açıkçası okumalarını istemem de anlayacaklarını düşünmüyorum. Benim öykülerim sürekli kitap okuyan insanlara bile saçma gelebiliyor, kaldı ki kitap okuyan velim pek de olmadı. Öğrencilerimin zaten yaşı küçük onlar için uygun değil. Fakat derslerde onlara uygun hikayeler uyduruyorum. Boşluğa, boşluktaki sabit bir noktaya gözlerini dikip anlattıklarımı hayal etmelerini izlemek çok keyifli. Arkadaşlarımdan ise çok azı okudu. Bu işin kanunu bu zaten; yakınlar kitabını okumazlar. Fakat okuyanlar arsında tarzımı sevmeyenler, saçma bulanlar, aşırı beğenenler oldu. Hepsini normal karşılıyorum. Kitabım benim çocuğum değil, yükümdü, attım. Bir ürün ortaya koyduğunuzda ve bunu beğeniye sunduğunuzda o ürün artık sadece size ait değil herkese ait oluyor. Beğenenler mutlu ediyor tabii, kendime bir aferin çekiyorum. Beğenmeyenlerin de sebepleri ve neyi beğenmediklerine bakıyorum, ya ciddiye alıyorum ya hiç ciddiye almıyorum.

SIRADAKİLER…
Sırada neler var, hayatınızın değişenleri ve değişmeyenleriyle?
Sırada bir novella ve roman taslağı var. Bir de geçenlerde sevgili editörüm Beyza Ertem aklıma bir fikir soktu, onu da yazmadan duramayacağım galiba. Bir dahaki eserimin kapağını ben tasarlamak istiyorum mesela çünkü bir seneyi aşkın bir zamandır hayatımda sulu boya var ve ben duygularımı resimle de ifade edebiliyorum. Eskiden asla cesaret edemezdim ama şimdi neden olmasın diyorum.
‘KENDİNİZİ SEVİN VE ÜRETİN’

Ekmek ve Gül aracılığıyla özellikle kadınlara bir mesajınız, çağrınız, son sözünüz olur mu?

Öncelikle size, Ekmek ve Gül ekibine çok teşekkür ederim. Canım kadınlara sadece iki sözüm olabilir; kendinizi sevin ve üretin. Kendini seven ve üreten insan eğilmiyor, bükülmüyor hep dik kalmanın bir yolunu buluyor.

KİTAP TANITIMINDAN
Patatesten bir tanrı, çantadan bir arkadaş, çocuk ellerinden bir silah, ayakkabı topuklarından bir kalkan, ağızdan bir kusur, rimel kutusundan bir eş, kötü kalpli kurttan bir âşık, kuyruktan bir ayıp...
Öyküleri çeşitli dergilerde ve edebiyat platformlarında yer alan, “Gökten Yağanlar” başlıklı öyküsü The Poet House tarafından slow book şeklinde yayımlanan Didem Kazan Sol, kuytuların kadınlarını, eşyalarını ve karabasanlarını anlatıyor Kusura Ayna’da. Kitabı oluşturan on iki öyküde, nesnelerin çağrışım gücünü kullanarak, bugünün kâbuslarını dünün hatıraları üzerine inşa ediyor.

Fotoğraflar: Didem Kazan Sol (Kişisel arşivi) - Kitap kapağı (Ekmek ve Gül) | Kolaj: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Kurtlarla Koşan Kadınlar: Vahşi kadın arketipine d...

Kurtlarla Koşan Kadınlar insanlık tarihi boyunca bastırılmış ve örselenmiş kadınların durumunu sosya...

Maria Suphi: Bir Direniş Öyküsü

Sevil Aracı, Maria Suphi, Bir Direniş Öyküsü adlı romana dair yazdı.

Pavyon Öyküleri: Bastırılmış merak ve dürtülerimiz...

23 kadın yazar yazdı bu kitabı. ‘Burası hayatın arka kapısı…’ denilen pavyondan çıkan öyküler, 23 ka...