Konuşmayan, korkudan sesleri çıkmayan kadınlar için yazıyorum çünkü bize kendimizden çok korkuya saygı duymamız öğretildi. Sessiz kalmanın bizi kurtaracağı öğretildi ama kurtarmaz.
Audre Lorde
‘’Benim geldiğim yerde sessizlik cinsiyetimden kaynaklı bir durum, tıpkı bir kadının göğsündeki memeler kadar normal, karnında büyüyen sonraki nesil kadar gerekli.’’ Etaf Rum romanına bu sözlerle başlıyor. Otobiyografik izler taşıyan bu romanda İsrail-Filistin savaşını, savaş sonrası yaşanan göç mülteci sorununu, kadınların namus baskısıyla adeta yüzlerine bir yastık bastırırcasına boğan gelenekleri, çocuk yaşta evlilik, kadın cinayetleri, iki kültür arasında sıkışmış kadınların sessizliğinin sese dönüşmesini anlatılıyor.
Üç farklı zaman, üç farklı kadının izlerini taşıyor bu roman… Romanda sık sık karşımıza çıkan “kadının yeri evidir, kadın her zaman kadın olacaktır, kadının yaşadığı yer nasibini kaderini değiştirmez” cümleleri İsra, Deya ve Feride’nin yaşamlarının her alanında tokat gibi yüzlerine vuruluyor.
İSRA
17 yaşında İsra tüm zamanını annesiyle birlikte yemek yaparak geçiren, tüm sessizliğini isyanını annesinin yasakladığı kitaplarıyla paylaşan özellikle “Binbir Gece Masalları”na kendini fazlasıyla kaptırmış romantik bir aşk evliliği hayalini kuran bir kız çocuğu. Halbuki annesi ona defalarca kez söylemişti kadınların yaşamları değişmez, nerede olursan ol kadın her yerde kadındır diye. 1990 yılında görücü usulüyle kendisinden yaşça büyük olan Filistinli Adem ile evlendirilir ve Adem’in yaşadığı şehre Brooklyn’e taşınır. Anne babasına “Hayır! Benim istediğim yaşam bu değil diyebilmeyi” çok istiyordu. Ama kendisine ve diğer kadınlara küçüklüklerinden beri öğretilen şeyin itaatkarlık ve sabır olduğunu da biliyordu.
İsra roman boyunca sessizliğiyle bilindi. İsra’yı sessizliğe iten şeyler nelerdi? Kitapların mutlu sonla bittiği (gerçekçi olmayan) masallar gerçek yüzünü ne zaman göstermişti? Biraz bunlardan bahsedelim… İsra 4 kız çocuğu vermişti Adem’e. Halbuki bu toplumda anneliğin temel başlangıcı erkek çocuk doğurmakla başlıyordu. Erkek çocuk doğurması için her gün baskıya, her doğurduğu kız çocuğu ile birlikte şiddete maruz kalıyordu. Kendinden utanıyor ve kendini suçluyordu. Kocasının sevdiği yemekleri yapıyor, akşama kadar ev işi yapıyor ama yine de değer görmüyordu. Sessizleştikçe çoğalıyordu İsra’nın çaresizliği.
DEYA
Deya’nın annesiyle tek bir ortak yönü vardı o da kitap okumak. Deya’nın en büyük hayali vardı üniversiteyi okumak. Fakat toplumun dayattığı bir kural vardı o da evlenmek. 7 yaşındaydı annesini kaybettiğinde. 25 yaşında ölmüştü İsra. Annesini hep mutsuz hatırlıyordu. Trafik kazasında mı kaybetmişti gerçekten annesini ya da annesi intihar mı etmişti? Annesinin sessizliğiyle nasıl bir bağlantısı olabilirdi ölümünün? Deya annesinin yaşamını sorgularken öğrendiği tüm gerçekler Deya’ya güç vermişti. Deya da çok korkuyordu evlilikten, annesinin yaşadığı hayatı yaşamaktan ama biliyordu da değişim ve değiştirmek şarttı. Muhafazakâr bir toplumda kadınların ezilmesine, ataerkilliğin kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerine kendi yaşam biçimini değiştirerek ses çıkardı Deya.
FERİDE
Filistin savaşında mülteci kamplarında yaşamış daha sonra kocasıyla kaçarak Brooklyn’e yerleşmişler. 3 erkek 1 kız çocuğu var Feride’nin. Adem’in annesi. Oğlu İsra’yı dövdüğünde İsra’nın yüzündeki morlukları fondöten ile kapatan, erkek çocuk doğursun diye çocuklarına meme vermesini yasaklayarak tekrar hamile kalması için baskı yapan, Adem’in hatalarına göz yumup onu koruyan güçlü kadın Feride. Halbuki İsra’nın yaşadıklarını kendi de yaşamamış mıydı? Bir sonraki nesle aktarılan sistemin döngüsünü kırmak yerine, “kadın her yer de kadındır, değişmez” kuralına uyuyordu Feride. Gördüğü oydu, yaşamıştı, onlar da sadece görev ve sorumluluklarını yerine getirmeliydi. Kızı namusuna leke getirmeden evlenmeli, gelini erkek çocuk doğurmalıydı…
Romanını üç kadın karakter ile ele alan Etaf Rum sadece Arap kadınlarının hayatını gözler önüne sermiyor. Kadınlara kader olarak sunulan gelenekleri, şiddeti, ölümü, eşitsizliği, İsra’nın sessizliğine ses olan Deya’nın duruşu değişecektir.
… “Benim geldiğim yerde durumumuzu saklamayı öğrendik. Sessiz kalmayı, sessizliğimizin bizi kurtaracağını öğrendik. Ancak şimdi, yıllar yıllar sonra bunun doğru olmadığını biliyorum. Ancak şimdi bu hikayeyi yazarken sesimin dışarı çıkmaya başladığını hissediyorum.”
Fotoğraf: Kitap kapağı
İlgili haberler
Bir kitap önerisi: Amok Koşucusu
Onuruna, gururuna, aşkına sahip çıkan bir kadın, doktorun yardımı olmadan hayatta kalamayacağını bil...
GÜNÜN KİTABI: Boşluklara Doğru İlerleyelim
Didem Gülçin Erdem okuru “boşluklara doğru ilerlemeye”, bırakılan boşluklarla aslında ne kadar çok ş...
GÜNÜN KİTABI: Duymak Zorundasınız
10 Ekim’de Ankara’da barış mitingine yapılan bombalı saldırıda yakınlarını kaybedenlerin adalet müca...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.