Hesabını sormadan bize rahat nefes almak yok!
Bina direnç testleri özel firmalara verildiği için metrekare başına 4500 lira gibi bir fiyatı duyduktan sonra bunun belediyeler tarafından ücretsiz yapılması talebimiz için imza kampanyasına başladık.

6 Şubat tarihi ülkenin yaşadığını en büyük karanlığın günü desek herhalde geçip giden onca kötü günlerin, ağır kayıpların, çaresizliklerin hatırı kalmaz. Pazartesi sabaha karşı olan depremi WhatsApp gruplarından öğrendikten sonra televizyonu açıp boyutunu anlamaya çalıştığımda yıkımın ne kadar büyük olduğunu kavrayabilmek de kolay olmadı. Haber kanalları ulaşabildikleri il hangisi ise o illerden yayın yapmaya başlamış, İçişleri Bakanı ve bilumum devletliler ekranda felaketin büyüklüğü karşısında kontrol altına almaya çalıştıklarını anlatmaya başlamışlardı bile. Bizim ise bölgeden gelecek doğru bilgileri almaya, yıkımın boyutu öğrenmenin yanında nasıl dayanışma kurabileceğimizi bilmeye ihtiyacımız vardı. Günün ilerleyen saatlerinde depremzedelerin enkaz altından Twitter’a yazdıkları, telefonun çektiği yerlerden gönderilen videolar hepimizi soluksuz bırakıyor, bir yandan televizyon karşısına sabitliyor, diğer yandan saatler geçtikçe görünen tabloya ilişkin yaşadığımız çaresizliğin boyutu artıyordu. Herkes birbirini arıyor, bölgede tanıdıkları olanlarla iletişime geçerken fark ediyoruz ki deprem öyle büyük bir bölgeyi etkiledi ki bir biçimiyle hepimizin bir tanıdığı ya da bir yakınımızın tanıdığı bölgedeydi ve tek ses tüm karanlığı yırtıyordu, “Devlet nerede?”.

Günler boyu sadece gelecek iyi haberleri almak için televizyon başından kalkamayan, çalıştığı fabrikada işler yürürken elindeki işi bırakıp köşede oturup ağlamaya başlayan, hemen evinde işe yarar ne var ne yok kolileyip ben bunu nasıl gönderirim diye bizleri arayan kadınlarla yan yana gelmeye başladık. Bir yandan öfkemiz konuştukça büyüyor diğer yandan “Dayanışmayı nasıl büyütebiliriz”i konuşuyoruz. En çok öfke dolu olanlar ise devletin bu organizasyonu ile içi boşaltılmış kurumlarıyla yetişemediği depreme, “Devlet yetişemedi çünkü felaket çok büyüktü, dünyada hiçbir devlet yetişemezdi” diyenlerle komşuluk edenler, aynı işyerinde çalışanlar oluyor. Emek Partisi olarak Kocaeli’de depremin akşamı yan yana gelişimizde bu depremde iki şeyin hasıl olduğunu ve bizim de hızlıca bunun parçası olmamız gerektiğini konuştuk. İlki dayanışma ağını kurmak, en yakınımızdan en uzağımıza kadar depremzedelerin ihtiyacını giderebilecek bir dayanışma yaratabilmek, diğeri ise görüştüğümüz konuştuğumuz herkese bir hesap sorma çağrısında bulunmak oldu. İlk günden itibaren evinde giyilebilecek kıyafetlerini, hijyen ürünlerini kolileyip gönderime hazır eden, çalıştığı için koli hazırlamasa da marketten gidip ihtiyaç olarak ne varsa alan işçi kadınlarla, kumbarasını boşaltıp bizlere veren çocuklarla kurduğumuz dayanışmayı bölgeye gönderilmek üzere hazır ederken bir yandan da enkaz altında kalmamak için hesap sorma çağrımızı ve yaşadığımız konutların güvenliğine ilişkin bir bilgi alma ihtiyacı idi.

99 DEPREMİNİ YAŞAYANLAR: BİRBİRİMİZDEN BAŞKA KİMSEMİZ YOK

99 depremini yaşamış Kocaeli’de ne yazık ki herkesin ya kendisi ya da bir yakınının enkaz altında kaldığı bir gerçek olarak karşımızda dururken 6 Şubat depremi ile travmaların nasıl yeniden tetiklendiğine de tanıklık ettik. Deprem sonrasında yan yana geldiğimiz bir işçi kadının “Fabrikadayken aklım hep çocuklarda. Okuldan dönüyorlar, evde yalnızlar tam o sırada bir deprem olsa ne yaparım diye düşünmekten yaptığım işe odaklanamaz oldum. Eve geliyorum duşa girdiğimde 10 dakika içerisinde çıkmak istiyorum ki o sırada deprem olursa böyle yakalanmayayım diye. Gece defalarca kez kalkıyorum çocukların odalarına gidip kontrol ediyorum. Maraş depreminden sonra enkaz görüntülerini gördükçe diyorum ki ilk anda ölmek kurtuluş olur, günlerce enkaz altında beklemek soğuktan donarak ölmekten daya iyidir” sözleri her birimizin içinde bulunduğu durumu gösterir nitelikte. Çocukları depremden dolayı etkilenip televizyon önünden kalkamayan kadınların üzüntüsü “Ya biz de enkaz altında ölürsek” diye ağlayan çocukların hikayelerini gördükçe sürecin deprem bölgesi dışında da nasıl yönetilemediğini derinden hissediyoruz. Okulları kapanması ile çocukları evlerin içinde bu haberlere maruz bırakan, işe gitmek zorunda kalan kadınların çocuklarını evde yalnız bıraktığı için deprem korkusunun altında ezilen kadınların hikayeleri bizlere bir kez daha bizi birbirimizden başka saracak kollarımız olmadığını hissettiriyor.

ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?

Yaşanan travmanın büyüklüğü bizler için böyle iken deprem bölgesinde ulaşamayan çadırları, hijyen ürünlerini gördükçe “Peki bu insanların ihtiyacı olan psiko-sosyal destek ne zaman sağlanacak?” sorusu günden güne büyümeye devam etti. Büyük devletin bölgede kadınların ve çocukların ihtiyaçlarını karşılayan Ekmek ve Gül, Emek Partisi, Gıda-İş, Rotary gibi kurumların, dayanışma ağlarının çadırlarına, depolarına yapılanlara karşı ise yardım gönderen dayanışmayı ilmek ilmek büyüten kadınların buradan taşan öfkesini görmek, bizleri daha da kenetledi. Dayanışmayı dahi yasaklayan bir karanlık çağa birlikte tanıklık ettikçe öfkeleniyor, kendi çözümlerimizi yaratmaya çalışıyoruz. Bu yüzden enkaz altında kalmamak için neler yapabileceğimizi konuşmaya ve deprem hazırlık ekipleri kurmaya hızlıca karar verdik. Bunun bir yanı kendimiz ve sevdiklerimizi korumak için ilkyardım gibi acil durum eğitimleri almak iken diğer bir yanı ise depreme dirençli kentlerin yaratılması için sorumlulara görevlerini hatırlatmak olmalı diye düşündük. Oturduğumuz evler ister yeni ister eski olsun depreme karşı güvenli mi bilmiyoruz. Dolayısıyla bunu öğrenmek için denetiminin yapılmasını talep etmeye karar verdik. Fakat bina direnç testleri özel firmalara verildiği için metrekare başına 4 bin 500 lira gibi bir fiyatı duyduktan sonra bunun belediyeler tarafından ücretsiz yapılması talebimizi büyütmek için bir imza kampanyasına başladık. Kadınlar imza kampanyasının bir parçası olurken bir yandan “Bunlar bize bedavaya hiçbir şey yapmaz” yakınmalarını duyuyor diğer yandan “Devletse devletliliğini yapsın, evlerimiz hasarlıysa da bize kira desteği versin” talepleri görünür olmaya başlıyordu. Kapısını çaldığımız evlerde karşımızdaki korkulu gözler, bu talepleri birlikte duyurursak gerçek olabilir dedikten sonra bizi destekleyen bir yola dönüşüyor. İnsanca bir yaşam talebimiz yerine bizlere soğuk bir enkazı reva görenlerden hesap sormadan ise bize rahat nefes almak yok!

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Hayatımızı çalanlara hakkımız helal değil!

Değil 1 yıl, verecek bir saniyemiz dahi yok! Bize bu hayatı reva görenlerin hiçbirine hakkımız helal...

Deprem, devlet ve siyaset

Trilyonluk firmaların kapsında vinçler yatarken, işçiler yılların emeğiyle sahip olduğu hiltisini ka...

İşte bunlar hep kapitalizm

Bir yandan bu iktidardan kurtulmaya çalışırken, onu da aşan, gerekirse o reisle değil de bu reisle y...

Boynumuzda düdük taşımak zorunda mıyız?

Depreme her an her yerde yakalanma ihtimalini aklından hiç çıkaramayan Kocaelili bir kadın, kıyafetl...

Kocaeli’de Kız Kardeşlik Köprüsü: Yanımızda kimler...

Kocaeli Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği depremin ilk gününden itibaren mahalle mahalle dayanışm...

Nasıl saracağız bu yaraları?

Deprem sonrası en çok göç alan illerden biri Ankara. Keçiören’den yazan bir eğitim emekçisi her yerd...