İşte bunlar hep kapitalizm
Bir yandan bu iktidardan kurtulmaya çalışırken, onu da aşan, gerekirse o reisle değil de bu reisle yürüyecek olan kapitalizmi de yıkma mücadelesi vermek gerek.

6 Şubat 2023 gününden bu yana yaşadığımız yoğun kıvamlı bir hayat dersi. Sulandırmaya çalışıyorlar! İktidar tarafı talihsizlik diyor, muhalefet tarafı liyakatsizlik; tek adam ve Cumhur İttifakı “kader planı” diyor, Millet İttifakı “devlette ciddiyet eksikliği” diye teşhis koyuyor. Yaşadığımız son 20 yıla hükümet eden taraf “kalkınma, ihya, inşa” adını koyuyor, muhalefet eden taraf “yolsuzluk, beceriksizlik, kadrolaşma.” Oysa bu depremin, namı diğer yüzyılın felaketinin röntgenini çeksek elimizdeki resim başka, birkaç yüz yıllık bir sömürü.

Kapital, Türkçesiyle sermaye. Kapitalizm denen bir düzen; sermaye düzeni. Röntgen filmindeki resim bu. Eğer bu resmi iyi göremezsek sadece bu düzenin dümeni kimin elinde olacak o kadarını seçebiliriz. Gün gelir, seçim ertelemeleriyle ya da tümden iptal etmeleriyle o hakkı bile elimizden almaya kalkabilirler. Tarihte yaşanmadı değil, gelecekte de yaşanmaz diye bir kesinlik yok. Bu yüzden bu musibeti iyi tanımalıyız; adı deprem değil, kader değil, beceriksizlik değil, adı kapitalizm.

ÜRETİM ARAÇLARININ MÜLKİYETİ KİMİN?

Deprem anından itibaren yaşadıklarımızı bir hatırlayalım. 75 ila 100 bin arası bina yıkıldı ya da yıkılmış kadar ağır hasar aldı. Altında canlar kaldı. Belki birkaç kişi elle ya da hemen oracıkta bulunuveren kazma küreklerle kurtarıldı. Ama yüz binlercesi daha molozların altında. İlk 48 saat hayati, arama kurtarma uzmanları “altın saatler” diyor. Ne diye bağırdı insanlar? Vinç, kepçe ve türlü ekskavatör ve iş makinası. Nerede? Yok! Devletin iş makineleri nerede? Bilen, söyleyen yok!

Türkiye’de iş makineleri sektörünün yüzde 95’ini temsil eden İş Makinaları Distribütörleri ve İmalatçıları Birliğine (İMDER) göre 2021 yılında iç pazarda 8 bin iş makinesi bulunduğu tahmin ediliyor. Ucuz dövizle bol inşaat döneminin sonu sayılabilecek 2013 yılında bu sayı 13 bini aşmış. Türkiye Makine Federasyonuna göre iş makineleri, parça ve aksamlarıyla ağırlıklı olarak Ankara ve Kocaeli’de üretiliyor.

Ne mevcut binlerce iş makinesi deprem sahasına aktarılıyor ne de ilerleyen günlerde üretilen binlercesi. 7 Şubat günü, son 20 yılın zengini ve bu enkazın müteahhitleri lütfediyor. Kalyon Holding; 10 vinç, 40 ekskavatör, 34 yükleyici ve bunlara yardımcı ekipman göndermiş. Cengiz Holding; 5 vinç, 20 ekskavatör, 2 yükleyici. Rönesans Holding kalem kalem belirtmemiş, tüm ana ve yardımcı ekipmanlarıyla birlikte 100 küsur makine gönderdiğini söylemiş.

Bu makineler can kurtarmaya mı gitti, hafriyat ihalesine mi, orası da belli değil ya. Sayıları tekrarlayalım. 75 ila 100 bin bina yerle bir oldu. Türkiye’nin en hızlı büyüyen inşaat şirketleri 5’er, 10’ar iş makinesi gönderiyor en fazla. Bol keseden hesap yapalım; 100 tanesi ortalama 10 makine göndermiş olsa taş çatlasa 1000 ediyor. Diğer binlercesi nerede? Devam eden inşaatlarda, madenlerde, santrallerde, limanlarda. Kim için? Ne için? Patronların kârı için. Yüz binlerce insan enkaz altında can çekişirken bile çarklar kâr için dönüyor, insan hayatı için değil.

ÜRETİM ARAÇLARI BİZİM OLSAYDI…

Bu makinelerin her biri bir üretim aracı. Tıpkı fabrika binaları gibi, sanayide kullanılan diğer makineler gibi. Bu üretim araçları, kime aitse onun kârı için çalışıyor. İşte kapitalizmin dayandığı bir temel bu: üretim araçlarının özel mülkiyeti. Bu doğa kanunu değil. Toplumsal bir gerçeklik. Yani değiştirilebilir. Üretim araçları tüm topluma ait hale getirilebilir. Düşünelim, üretim araçlarının mülkiyeti kolektif olsaydı, yani biz milyonlarca emekçinin denetiminde olsaydı… Muhtemelen binlerce iş makinesi ve on binlerce iş gücü deprem sahasına derhal gönderilir, arama kurtarma çalışmaları daha ilk saatlerden başlardı. Can kaybımız katbekat azalırdı. Diğer illerdeki fabrikalar yetmediği yerde iş makineleri ve jeneratör gibi yardımcı ekipmanı deprem bölgesine iletilmek üzere üretirdi. Tekstil fabrikalarında makineler battaniye, mont ve kışlık kıyafet üretimine girişir, bantlar depremzede kadın ve çocuklara ped, bez ve dezenfektan yetiştirmek üzere hızlanırdı.

ÇARKLAR NE İÇİN DÖNÜYOR: KÂR MI, İNSAN İHTİYACI MI?
Aslında bir bakıma bunlar hep olmadı mı? Deprem oldu diye çalıştığımız bantların hızı düştü mü? Makineler kapandı mı? Üretim durdu mu? Hayır! Hepsi çalıştı, hepimiz çalıştık. Biz işçiler ve üretim araçları üretmeye devam ettik. O araçların sahipleri kâr etsin diye. O zaman insan hayatı ile karşıtlık içinde duran kâr nedir, nasıl elde edilir?
Her şeyden önce, yüz binlerce insan enkaz altındayken bile işçilerin geceli gündüzlü çalıştırılmasıyla elde edildiğini gördük. Ürettiklerimizin toplamında elde edilen değeri bir düşünelim, bir de bizim ücretimizi. Ürettiğimiz bir otomobilin değeri, mesela. Bizim aldığımız ücret, onun kaçta kaçına tekabül ediyor? Ya da bizim ücretimiz günde yüzlercesine dokunduğumuz kaç tişörte denk geliyor? Aslında patronların çoğu tüm işçilerin ücretini belki dakikalar, en fazla saatler içerisinde çıkarıyor. Geri kalanın bir kısmı yeni üretim araçlarının alınmasına, yenilenmesine ya da bakım onarımına, bir kısmı ham maddeye gidiyor. Onlar da düşüldükten sonra geri kalan tamamen onun; artı-değer. Bu artı-değerin birazını bankaya faiz olarak, bir kısmı varsa fabrika arsası ya da binasının sahibine kira (rant) olarak bölüştürüldükten sonra kalan kısmı kâr.
Yani özünde kârın kaynağı işçinin ücret karşılığında patrona sunduğu emek gücü. Ücret artarsa artı-değer oranı, dolaylı olarak da kâr azalır. Çalışılmayan her dakika, her saniye kâr için bir tehdittir. Üretim araçları onun sahibi olan patron için değil de insanların ihtiyacı için çalışırsa kâr olamaz.
Ama mesela enkazlardan gelen insan uğultusu kesilmeye yüz tuttuğunda bir deprem sahasında iş makineleri pıtrak gibi çoğalır. Çünkü orada artık toprak üzerinde bir rant olanağı vardır.


TOPRAK, ARSA, İNŞAAT: KAPİTALİST RANT

Toprak, insan türünün bu gezegendeki ilk, tek ve son evi. Öyle ya, ürettiğimiz devasa araçlarla uçsak da yüzsek de havada ya da suda yaşayamıyoruz. Biz yaşamı karada, toprak üzerinde kurabiliyoruz.

Toprak, bilinçli bir insan faaliyeti olarak üretimin hem ilk nesnesi hem de ilk aracı. On bini yılı aşkındır onu işliyor, onun üzerinde emek vererek yetiştirdiklerimizle, onun aracılığıyla karnımızı doyuruyoruz. Gerektiğinde yüzlerce metre derinlerine iniyor, maden çıkarıyoruz. Onun sayesinde ısınıyor, ondan çıkardığımız metallere biçim veriyoruz. Oturduğumuz binaların harcı, taşı, demiri ondan üretiliyor.

Yaşadığımız gezegen üzerinde toprakla tüm bunları yapabilen tek türüz. Yapamadığımız tek şey onu çoğaltmak. Bu gezegen üzerindeki kara parçalarını çoğaltamıyoruz, yeni bir kıta, yeni bir ada ekleyemiyoruz. Toprağı biz üretmiyoruz, üretemiyoruz. Buna rağmen bir fiyatı var, yani bir alım-satım nesnesi. Ama diğer tüm alım-satım nesnelerinden farklı olarak bir yerden bir yere taşınamaz, market raflarında gezdirilemez. Bu yüzden ona sahip olan kişinin toprak üzerinde mutlak bir tekeli vardır.

İşte kapitalizm bu sınırları da zorlar. Bir yandan toprak üzerinde özel mülkiyeti olan büyük toprak sahipleri ile iş tutar. Onların arazileri üzerine tarım ve hayvancılık işletmeleri kurar ya da bazen maden ocakları. Hangisinin kâr oranı yüksekse. Kapitalist, işçinin ücretini ezerek elde ettiği artı-değerden hiçbir şey yapmadığı halde sadece toprağın mülkü ona ait diye toprak sahibine de rant verir.

Kapitalizm bazen de inşaat için zorlar toprağın sınırlarını. Kendi başına bir değeri olmayan toprak binlerce iş makinesini kullanan on binlerce işçinin emeği sayesinde üzerine dikilen binalarla değer kazanır. İnşaat yapılan alan arttıkça yapılmayan bölgelerdeki arsa rantı da artar. Kapitalizmin, her ne kadar başka gezegenden kara parçaları alıp bizim gezegene monte edemese de bizimkindeki denizlere beton dolgu yaparak, nehir ve gölleri kurutarak çılgın projelerle araziyi genişletme uğraşı hep bundandır.

Bu aynı zamanda bir bölüşüm kavgasıdır. Toprak sınırlı; arazi tarıma mı tahsil edilecek, maden ocağına mı, organize sanayi bölgesi mi kurulacak üzerine yoksa arsaya mı dönüşecek? Toprak, neye göre bölüştürülecek? Bütün bir toplumun ortak ihtiyaçlarına göre mi? Yani şu kadar nüfusa bu kadar gıda için falanca kadar tarım arazisi, enerji ihtiyacının karşılanması için filanca yere şu kadar tesis arazisi, herkesin insanca barınabilmesi için gerekli şunca konut için de bu kadar yüzölçümü gerekir… diye mi bölüştürülüyor toprak?

Depremde, toprak üzerine inşa edilen ne varsa altında kalarak acı bir şekilde gördük ki hayır. Bu sermaye düzeninde, bölüşümü toplumun ortak ihtiyaçları belirlemiyor. Öyle olsaydı dere yataklarına bina dikilmez, göller kurutulup üzerine duble yollar döşenmez, tarıma elverişli toprak üzerine havalimanı yapılmaz, kesilen ormanlık arazilerin üzerine sanayi bölgeleri kurulmazdı.

TAHSİLDAR DEVLET: ZENGİNLİĞİN İŞÇİ SINIFINDAN KAPİTALİSTLERE AKTARIMI

Bölüşümün neye göre yapıldığı aşikâr: Kapitalistlerin kârını ve ister tarım için ister inşaat için kullanılsın toprak üzerindeki rantı garantiye alacak şekilde. Peki bu bölüşümü kim yönetiyor? Kim ihaleler açıyor, teşvikler yağdırıyor? Devlet! İşte Cumhur ve Millet İttifakının kavgası, bu sermaye düzeninin dümenine geçme kavgası.

Ülkenin her yerinde ister fabrikada ister tarlada ister bürolarda çalışıyor olalım. Hepimizin, tüm toplumun ürettiği devasa bir artı-değer var. Devlet, bunun büyük bir kısmını vergi olarak elinde topluyor. Diğer bir deyişle vergi zenginliğin emek gücünü satarak geçinen on milyonlarca emekçiden alınıp sermayedarlara aktarılmasının yöntemlerinden biri.

Devlet bunu iki şekilde yapıyor. Birincisi tüm tüketim mal ve hizmetlerini satın alırken verilen KDV, ÖTV tarzı dolaylı vergiler. Örneğin; bu deprem döneminde devlet tarafından deprem bölgesine sağlanmadığı için yurttaşların dayanışma ile satın aldığı tüm gıda, hijyen ve giyim ürünlerinden hem kapitalistler gelir elde etti hem de devlet büyük bir dolaylı vergi geliri elde etmiş oldu. Ya da 99 Depremi’nden bu yana toplanan deprem vergisini düşünelim. Bakanın açıklamasıyla duble yollara, toplu konutlara, inşaata, dolayısıyla toprak (arsa) rantına ve inşaat şirketlerinin kârına dönüşen vergimiz, deprem vergisi bu türden dolaylı bir vergi.

İkinci türü dolaysız, yani doğrudan vergi. Gelir vergisi. İşçinin eline geçmeden el konulan, kapitalistin yıllık olarak ödediği. Ya da işin gerçeğini konuşacak olursak ödemediği. Vergi indirimi ve affı yollarıyla işçinin ürettiği zenginliğe el konulması biçimi. Depremde gözümüzün önünde yaptıkları hokus pokus: Bir gece bağışlanan on milyonların ertesi sabah vergi affıyla borçtan silinmesi. Üstelik evi barkı yıkılmış, hatta ölmüş insanların bile bankalara olan ihtiyaç, ev ya da araç kredileri silinmiyorken.

BU DÜZENİ YIKMAK GEREK!
Üretim araçlarının özel mülkiyeti, artı-değer sömürüsü, mal ve hizmet üretiminin kâr odaklı yapılışı ve toprağın rant odaklı peşkeş çekilmesi. Tüm bunlar sadece son yirmi yılın politikaları değil, yüz yıllarda iş başında olan kapitalizm böyle bir sistem. AKP de bir dönem bu çarkın yöneteni oldu. Sermaye sınıfına ülke tarihinde en iyi hizmeti sunan hükümet, emekçileri enkaz altında bıraktı.
Bir yandan bu iktidardan kurtulmaya çalışırken, onu da aşan, gerekirse o reisle değil de bu reisle yürüyecek olan kapitalizmi de yıkma mücadelesi vermek gerek. Bir patron devletinin doğal bir afeti nasıl sosyal bir felakete dönüştürdüğünü izledik. Bize; üretim araçlarının tüm topluma ait olduğu, sömürünün ortadan kalktığı, üretimin ihtiyaca göre düzenlendiği, toprağın talanla değil doğayla uyumlu işlendiği, söz, yetki ve kararın bizde olduğu bir işçi devleti gerek!
2023 yılında 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bu mücadelenin bir uğrağıdır, öyle olmalıdır. Yaşatmak için ördüğümüz dayanışmayı kendi dünyamızı kurma mücadelesine dönüştürelim!
Dayanışmayla ayaktayız, örgütlenerek değiştirelim!

Fotoğraflar: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Hayatımızı çalanlara hakkımız helal değil!

Değil 1 yıl, verecek bir saniyemiz dahi yok! Bize bu hayatı reva görenlerin hiçbirine hakkımız helal...

Dayanışma zincirinin bir parçası olduğunu bilmenin...

Şunu anladım ki koşullar ne olursa olsun, herhangi bir yerde dokunarak iyileştirebileceğimiz kız kar...

Deprem, devlet ve siyaset

Trilyonluk firmaların kapsında vinçler yatarken, işçiler yılların emeğiyle sahip olduğu hiltisini ka...