Gövdemi kulağımdan içeri sızan ve kimsenin uzanıp koklamak istemediği kara bir çiçek yalıyor. Duvarımın ardındaki oda ılık ılık, bazen göğü çatlatırcasına ağlıyor. Bir kadının evi camlarını kapatmış, perdelerini çekmiş, kollarıyla yüzünü kapatıp dizleri üstü kıvrılan küsmüş bir çocuk gibi, bir kadının evi. Bütün ev kocaman üzgün bir kadın olarak, yere uzanmış, kökünden kesilmiş uzun bir ağacın üzerine kapaklanmış, sarıyor, saklıyor, ağlıyor ona. Kocası, akşamdan sabaha doğalgaz borusuna yazmayla asılmış mor bir ölü. Rüzgarın önüne kattığı harap bir yaprak, yüzü yıkanmış, ayakları yıkanmış, gövdesi yıkanıp beyaz bir çarşafa sarılmış, örselenmiş, genç bir yaprak. İnsanın dünyaya borçlanabiliyor olması akılalmaz bir ayrıntı. Borçlu değil davacı ve alacaklı olarak kendi canına asılmak kimileyin makul bir çözümse de geride kalan sevenler için falsolu bir ödeşme yöntemi. Sevenler. İki kızın bir oğlun ve bir karın. Duvarlar baygınlıktan bir nebze güç alarak ağlamaya devam ediyor. Bugün gelecektim beni neden beklemedin yavrum, hiç mi beni sevmedin çocuğum. "Neden yalnız gittin kuzum, beni de al yanına Cuma! Ben sensiz yaşayamam Sevgi derdin. Akşam oluyor, beni yalnız bıraktın." Şimdi nasıl olacak? Akşam oluyor, sabah da olacak. Peki şimdi nasıl olacak? Sevgili bir adam ağır bir soruyu evinin tam orta yerine, kalbine asıp gidiyor. Garip bir iştahla her gün biraz daha parlayacak bir bıçağın keskin yüzü gibi bu soru. Bugün soru taptaze ve üstü örtülü, kimse karşılaşmak istemiyor onunla, ancak yarın ya da ondan sonra, gizlendiği yerden baş gösteren, günden güne boy veren bir sarmaşığa dönüşecek. Ben kimim? Duvarın öbür tarafındaki kadın. Sessizce taze fasulye pişirdim, pilav yaptım, sessizce komşumun mutfağına bıraktım. Elini tuttum ve komşum için sustum. Ne söylesem abes ve yersiz olacak, ölümü ulaşılmaz bir mesafeye kaldırıp fırlattığımdan yahut üzerinde konuşulamayacak denli dil bağlayan bir viranelikte unuttuğumdan değil, ağır bir kaybın ardından yaşanan acıya merhamet ediyorum. Yaşanacaktır bu, yok sayamam, " sen güçlü olmalısın, bu çocukların artık hem anne hem babası olacaksın sen" diyemem. Diyenler dediler. Böylesine de ihtiyacı olabilirdi düşününce belki, sesimi çıkarmıyorum. Sonra çok gelenler oldu. Gelenler ellerinde tencereler, üstü örtülü tepsiler ve böreklerle geldiler. Ölenle ölünmüyor dediler. Sofra kurulmadı, acıkanlar yemekten ar ederek kuytularda yediler, bazıları hiç yemedi. Gecenin sonunda varoluşa kafa tutmayı bırakıp çay demlediler. Ye ki hasta olmayasın, yatağa düşmeyesin Sevgi. Sevgi bugün ağzına bir lokma sürmedi, ısrarlı çabalar yarımşar saat arayla devam ediyor. Vikinglerin öldükten sonra 'valhala'ya gitmeye gerçeğin ta kendisi olarak inanıp neşe içerisinde yaşamaya devam etmesi gibi, topluluğumuz 'ölenle ölünmüyor', 'hayat devam ediyor' a inanıyor. Hayat devam edegelecek, canlılık süregidecek, ölenin ardından geride kalanı tutabilecek tek çubuk bu. Bu çubuk sıklıkla kırılıyor olsa tüm severler sevdiklerinin ardından kendilerini öldürürlerdi. Tüm saçmalığına rağmen neredeyse tümümüz o çubuğa tutunuyoruz, bugün olmazsa yarın bir gün mutlaka öldürüleceğimizi bilerek. Topluluğumuz kazanıyor biz kazanıyoruz sonra bir takım tekil bireyler olarak bir yerlerde ölüyor o ve onlar. Misal Cuma. Cumayı düşünmediğim bir an olmuyor bugün. Onun ölümü kendi iradesiyle seçmiş olması sağlam görünen bir yapıyı temelinden sarsmaya yetti. Çatlaklar görmezden gelinemeyecek derin yarıklar olarak ileriye doğru hareket ediyor. Cuma sürümüzün çelişkilerine kılıf uyduramıyordu besbelli. Üç kağıt yapamadı Cuma. İyi olma dürtüleri ve bencil çıkarları arasında hırçınlaşan kardeşlere borçlu olmak fena canını sıkmış olmalı ki kendine bir çözüm, topluluğuna patlamaya hazır bir bomba verdi. Canınız cehenneme! Tam ellerinin içine koydu bunu. Cuma haklı diyemediler. Hayat devam ediyor için Cuma haklı diyemez idiler. Onun yerine "keşke kendi canına kıymasaydı bi yolu bulunurdu, öte dünyasını yakmasaydı" diyenler oldu. Cuma haklı diyemez idiler. Aykırı eylemiyle tüm üçkağıt ve maymunluklara işaret ederek 'bakın buralarda bir takım sıkıntılar var bir el atın buralara' demiş oldu. Onu dar boğaza sokanlar ürktüler, görmek istemediler, can havliyle kendilerini aklamak isteyenler Sevgi'yi suçladılar. Ölüyü bile suçladılar. İnsan, kendi acizliğinden dahi korkan bir canlı türü.
Cumanın hayatı rahatsız edici bir biçimde sona erdi. Sevgi bütün gün bir lokma dahi yemedi. Söyledikleri kulağımdan hiç çıkmıyor. Göz kapaklarımın ardında üzgün, uzun boylu incecik bir adam sallanıyor. Uyudum uyandım ve bu gerçek hiçbir yere gitmemiş. Cuma geçmiş zamana karışıyor. Cuma, sevginin koynunda geçmeyecek bir hıçkırık olarak yatıyor. Geçmeyecek. Hayat böyle devam edecek.
Hayat devam ediyor cemaatinin mensuplarından orta yaşlı bir teyze “acıyan yerin başka acıkan yerin başka yavrum, bir lokma ye hadi” demişti. İlk duyduğumda tuhaf gelen bu kadim söylem bir gerçeği görünür hale getiriyor. Keder, midenin guruldamasını hangi bir zamana kadar erteleyebilir? Sevgi bir lokma yemedi. Ben rüyamda tereyağlı ekmek gördüm. Ferah olun günahsızlar, pirupak azizler ferah olun, topluluğumuz yaşayacak!
Ben mi kimim? Ben Sevgi'nin yan komşusuyum, üzgün, sessiz ve sarsılmış bir kadın olarak Sevgi'nin elini tutuyorum. Geride kalanlardanım. Sancılanarak dersini alan, farkındalığı yüksek, açık sözlü bir üçkağıtçıyım.
Bitiş notu: Damat paşanın kendilerine yöneltilen eleştirileri karaktersizleştirdiği 'eleştiri bile değil bunlar, kötü niyetlilerin işleri ' diyerek Türkiye için her şeyin fevkalade iyi ve güzel ilerlediğini söylediği demece tanık oldum. Ağzını yaya yaya “yok efendim Mercedes'e zam geldi vay efendim Avrupa'ya gidemiyoruz, vatandaşın böyle dertleri yok ki" dedi pişkince. Benim aklıma küfretti. Bu söze takılmıştım. Bir anda insanın yüzüne çarpan iğrenç bir tükürük gibi, can sıkan, diş bileten bu söz, iki gün sonra somut bir üzüntüye dönüştü. Komşumun kocası kendini astı. Kovid vurgunuyla kurulu işini kaybeden, ağır borç altında ezilen binlerce insandan biriydi. Üzüntü yanımda yürüyor hareketlerimi ağırlaştırıyor, aklımdan hiç çıkmıyor. Ne yapacağını bilemez halde saatlerce düşündüm saatlerce. Sonra yeniden aklıma geldi o cümle 'Vatandaşın böyle dertleri yok ki"
İlgili haberler
Koronavirüs krizi neden kadınlara daha sert yansıy...
Hastalık nedeniyle ölüm oranlarının erkeklerde daha yüksek olduğu açıklansa da tüm dünyaya yayılan k...
BUZDOLAPLARINI KADINLAR ANLATTI: Zaten içi boş dol...
İstanbul Pendik’ bağlı Esenyalı Mahallesinde kadınlar Erdoğan’ın buzdolabı ve ekonomi söylemini tart...
‘Dolap var da ne oluyor, içini dolduramıyoruz ki’
Cumhurbaşkanının “Buzdolabı satışları arttı” diyerek gerekçelendirdiği “Uçuştayız” tablosuna tepki g...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.