Cumhurbaşkanının açıkladığı AKP’nin seçim beyannamesinde aile, çevre, çocuk, kadın, eğitim, sağlık gibi ülkede yaşayan seçmeni birinci dereceden ilgilendiren önemli başlıklara dair vaatler verildi.
Beyannamenin, Türkiye Yüzyılı’nın inşasında ana belirleyici unsur olarak tarif edilen “Sağlam Toplumsal Yapı” başlıklı ikinci kısmına baktığımızda sağlıkla ilgili vaatlere rastlıyoruz. Bu vaatler arasında yerli ve milli aşının üretim kapasitesinden, sağlık hizmeti ihracatına, hekim ve şehir hastanesi sayısının artışından yaşlı bakım sigortasına kadar çeşitli konulara değiniliyor. Vaatler iyi güzel de beyannameyi okuyunca akıllarda şu soru beliriyor: Cumhurbaşkanı iktidarda olduğu süre boyunca yapmadıklarını neden 21 yıl sonra vaat olarak sunuyor?
Ata Soyer, Evrensel Basım Yayından çıkan AKP’nin Sağlık Raporu isimli kitabını yazdığında iktidar henüz bugünkü yolunun dörtte birini almıştı. Soyer’in verilerine baktığımızda 2001-2005 yılları arasında ülkedeki poliklinik artış oranının yüzde 2.3’ten yüzde 148.8’e yükseldiğini görüyoruz. Aynı yıllar arasında temel sağlık hizmetlerine ayrılan bütçe ise yüzde 3.9’dan yüzde 2.2’ye geriliyor.
Daha yakın bir tarihe 2022 yılına gelelim. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Sağlık Bakanlığının 2022 yılı bütçesi sunumunu yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, hizmet veren sağlık kuruluşu sayısının 14 bini, sağlık çalışanı sayısının ise 1 milyon 240 bini aşkın olduğunu söylüyor. Kısıtlı kaynaklara rağmen en kapsamlı sağlık hizmeti sunan ülke olduklarını dile getirirken anne ölüm oranının yüz binde 64’ten yüz binde 13,1’e indiğini, anne adaylarının yüzde 98'inin hastanelerde doğum yaptığını, doğum yapılan hastanelerin tamamının “bebek dostu hastane” olduğunu, yılda ortalama 25 bin bebek ve çocuğun erken tanı ile tedavi ve rehabilitasyon şansına sahip olduğunu, 5 yaş altındaki geçici koruma altındaki çocuklar ve göçmenleri çocukluk çağı aşılama takvimine göre düzenli bir şekilde aşıladıklarını 3 yılda 13 şehir hastanesini vatandaşlarla buluşturduklarını, koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan kaynağın önceki yıla göre yüzde 103 artarak 38 milyar 729 milyon liraya ulaştığını anlatıyor.
Bakan’ı dinlemiş olanlar “Ne devasa rakamlar!” demiş olabilir. Hatta bu rakamları duyduktan sonra 8 bin 506 lira net asgari ücret alan bir çalışan, devletin sunduğu sağlık hizmetinden yararlanabilmek için yine devletin, SGK primi adıyla cebindeki 1401 lirayı söküp aldığına inanmak istemeyebilir. Üstüne seçim beyannamesinde geçen sağlık hizmetleriyle ilgili vaatler de yerine getirilirse bu ülkede çocuğundan yaşlısına kadınından erkeğine kadar her bireyin sağlık hizmetlerine ulaşımının çok kolay olduğu ve nitelikli sağlık hizmeti aldığı söylenebilir. Peki, gerçek öyle mi?
Bakan artan sağlık kuruluşu ve sağlık çalışanı sayısından bahsediyor ancak birçok ilde kadınlar Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniklerinde muayene olabilmek için MHRS başında saatin 10:00 olmasını bekliyor.
Ülkedeki anne ölüm oranlarındaki büyük düşüşle övünülürken gebe kadınlar Perinatoloji Poliklinikleri önünde hekim sayısının azlığı yüzünden muayene olamıyor ve yine bu yüzden poliklinikler önünde hastalarla sağlık çalışanları burun buruna geliyor.
“Bebek dostu hastane” diyerek övünülen bazı hastanelerde personel sayısının eksikliği yüzünden bırakın annelere emzirme eğitiminin verilmesini yeni doğum yapmış kadınların rutin muayeneleri yarım yamalak yapılıyor.
Kadınlar arasında normal doğuma teşvikin artırıldığı söylenirken bebek sahibi olmak istemeyen kadınların kürtaj olmak istediklerinde bütçelerinin çok üstünde paralar karşılığında soluğu özel hastane kapılarında aldığından bahsedilmiyor. Resmiyette kadınların hakkı olan kürtaj, fiilen uygulanmıyor.
Çocukluk çağı aşılamalarının düzeni anlatılırken bugün özellikle alerjik çocuklar için hayati önem taşıyan KKK (Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak) aşısına erişemeyen çocuklar hesaba katılmıyor. Yapılış hızıyla gurur duyulan şehir hastanelerine gitmeye çalışan hastaların ulaşım sorunu yaşadığı görmezden geliniyor.
Cumhurbaşkanı ve bakanları bu sorunların her birini çözülebilir ve iyileştirilebilir sorunlar olarak görebilir. Ama iyileştirilemeyecek ve üstü örtüldükçe derinleşecek sorunlar var:
◾ Nisan ayının başında Zonguldak’ta 15 yaşındaki bir kız çocuğu “hastayım” diyerek gittiği hastanede doğum yaptı.
◾ 2018 yılında İstanbul Küçükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 115 kız çocuğunun yaptığı doğumun emniyete bildirilmediği ortaya çıktı.
◾ İsmailağa Cemaatinin adıyla anılan ve geçtiğimiz yılın sonunda ülke gündemine oturan, 6 yaşındaki çocuğun istismarıyla ilgili davada 2012 yılında istismar mağduru çocuğa yaş tespiti için yapılan kemik testinin sahte olduğu ortaya çıktı.
Yıllar içinde karşı karşıya kaldığımız, sıklıkla cemaat, tarikat ve vakıfların da adının geçtiği bu olaylar kadınlar ve çocuklar için ülkenin 21 yılda ne kadar güvensiz bir yere dönüştüğünü gösterirken öncelikli amacı en temel insan hakkı olarak sağlık hizmeti sunmak olan sağlık kurumlarının da iktidarın suç ortağı haline geldiğini gösteriyor. Ayrıca 21 yıllık süre içinde bu işlerin üstünün örtülmesinin hızlandırıcısı olarak çeşitli cemaatleri Sağlık Bakanlığı içine konumlandıran da yine mevcut hükümetin ta kendisi…
Peki, kadınların istediği bu mu?
NE İSTİYORUZ?
Kadınlar;
◼ Nasıl gideceğini hesaplayamadığı şehir hastaneleri değil her dalda nitelikli hizmet veren kolay ulaşılabilir sağlık hizmetini,
◼ Sağlık Bakanlığının sitesinde adı geçen ama aslında terk edilmiş binalara dönen sağlık evlerinin yeniden sağlık hizmeti sunmasını,
◼ Kapısından ekip, ekipman veya eleman eksikliğiyle çevrilmediği aile sağlığı merkezlerini,
◼ Koruyucu yöntemlerin daha erişilebilir olduğu ve bu konuda yeterince bilgi alabileceği hekimlerin ve ebelerin çalıştığı aile ve toplum sağlığı merkezlerini,
◼ Özelleştirilmiş değil kamuya bağlı hizmet veren Kadın Hastalıkları ve Doğum Poliklinikleri sayısının ve burada çalışan hekim ve diğer sağlık çalışanı sayısının artırılmasını,
◼ İstenmeyen gebelikle karşılaştığında hükümet politikası olarak ahlak dersi değil kürtaj hakkını kullanmayı,
◼ Kürtaj olmak istediğinde binlerce lira dökerek özel hastane ya da klinik kapısında soluğu almayı değil devlete bağlı kamu kuruluşu olarak sağlık hizmeti veren kurumlarda bu işlemi gerçekleştirmeyi,
◼ Kapasitesi yetersiz denilen yoğun bakımlara karşılık şehir şehir boş yatak aramayı değil bulunduğu şehirdeki yoğun bakımlarda tedavi olmayı,
◼ Hekim yetersizliğinden, kilometreler teperek kendi imkânlarıyla gittiği hastaneleri değil en yakınındaki hastanelerde yeterli sayıda alanında uzman sağlık çalışanı çalıştırılmasını,
◼ Aşı zamanı gelen çocuğu için aşı hemşiresinin “Aşı elimizde yok” demesini ya da İl Sağlık Müdürlüklerinin “Bekleyin Sağlık Bakanlığı alıma çıktı” demesini değil zamanında uygulatabildiği zorunlu aşıların teminini,
◼ Kız çocuklarının doğum yaptığı ve bunun sağlık kurumları aracılığıyla üstünün örtüldüğü bir ülkeyi değil güvenle yaşayabildikleri bir ülkeyi,
◼ Sağlık emekçilerine yönelik şiddetin önlenmesini,
◼ Sağlık emekçilerinin sağlık politikaları ile hasta ile karşı karşıya getirilmemesini,
◼ Hastanelerde yeterli sayıda uzman ve personelin insanca çalışmasını,
◼ Bol sıfırlı rakamlarla gözünün boyanmasını değil SGK primi ve İşsizlik Sigortası Primi adı altında paraların kendi cebinden çıkmamasını istiyor.
Kadınların bu acil ve hayati ihtiyaçları ise kürsülerden açıklanan devasa rakamlarla değil taleplerin bir an önce yeterli bütçe ayrılarak uygulamaya konulmasıyla gerçekleşir. Bu uygulamaların önündeki en büyük engel ise gün geçtikçe daha çok özelleştirilen sağlık hizmeti anlayışıdır.
KAMULAŞTIRMA İMKANSIZ MI?
Tek adam, iktidarının ilk dönemlerinde kol kola fotoğraf çektirdiği Gülen Cemaatine ülkenin her köşesinde özel hastane açma izni verirken aynı cemaatle çıkarları ters düştüğünde cemaatin özel hastanelerini bir çırpıda kamulaştırabiliyorsa, her ilde mantar gibi türeyen özel hastaneleri de kamulaştırması imkânsız değil. Sağlıkta özelleştirme politikalarından vazgeçilmesi gerekirken kamuya bağlı mevcut sağlık kuruluşları da bu halde bırakılamaz. Çünkü bugün sağlık kurumlarında sık sık hastayla sağlık emekçileri niteliksiz ve yetersiz sağlık hizmeti yüzünden karşı karşıya geliyor.
PERSONEL YOK
Hastanın poliklinik sırası bulamamasının ya da acil servislerde geç muayene olmasının birincil sorumlusu olarak hekim ya da hemşire gösteriliyor. Oysa birincil sorumlu yıllar içinde yapılan atama sayısını düşürerek bu kurumlarda çalışan sağlık emekçilerinin sayısını yetersiz bırakan yönetenler. Yani Bakan’ın övündüğü milyonluk rakam yetersiz kalırken sağlık emekçilerinin omuzlarındaki yük de gün geçtikçe artmaktadır.
Artan iş yükü ve geçinememe hali ise sağlık emekçilerini yurt dışında çalışma yollarını aramaya itiyor. Bu durumdan en fazla nasibini alan hekimler ise ülkedeki olağan üstü hallerde ön saflara sürülüyor, geri kalan zamanlarda “Giderlerse gitsinler” denilerek itibarsızlaştırılıyor. Daha yeterince sağlık emekçisini istihdam edemeyen, koruyucu sağlık hizmetlerini halkın gözünde her geçen gün daha da niteliksizleştiren bakanlığın övündüğü koca koca şehir hastaneleri ise halkın ihtiyacına cevap olmamaya devam ediyor. Sağlık hizmetlerindeki özelleştirmenin en hızlı adımı olan şehir hastanelerinin kiracısı Sağlık Bakanlığı bu hastanelerle aslında mevcut hizmeti artırmayarak var olanı şehir hastanelerine taşıyor. Üstelik radyoloji, radyasyon onkolojisi gibi hizmetleri de şirketlerden satın alarak durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale itiyor. 13 şehir hastanesinin kaç yılda açıldığı göğüs kabartılarak anlatılırken bu hastanelere Sağlık Bakanlığının ödeyeceği kira bedeli ise “ticari sır” denilerek halktan saklanıyor. Bir yanda şehir hastanelerine paralar akıtılırken bir yanda da ilaç firmalarına borcu olan araştırma hastanelerinde dönemsel olarak ilaç sıkıntısı yaşanıyor.
SÖZDE DEĞİL GERÇEKTE İHTİYACIMIZ VAR
Ülkede yaşayan kadınından çocuğuna göçmeninden yaşlısına kadar her bireyin temel hakkı olan sağlık hizmeti devlet tarafından evrensel sağlık hizmeti politikası gözetilerek verilmek zorunda. Herkesin ihtiyaç duyduğu kaliteli hizmetleri almalarını ve mali sıkıntı çekmeden sağlık tehditlerinden korunmalarını sağlamayı amaçlayan ve Dünya Sağlık Örgütü’nün de odaklandığı Evrensel Sağlık Kapsayıcılığını benimsediğini söyleyen Sağlık Bakanlığı, bu tanımı sitesinde bir cümle olarak kullanmaktan başka bir şey yapmıyor. 21 yılda bu acil sağlık taleplerini yerine getirmek bir yana elde olanı da hiç eden bir iktidarın yalan rakamlarıyla artık işimiz yok!
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
HPV aşısı ücretsiz olmadığında neler mi yaşıyoruz?
Yanlış bilgi, ücretli olması, testlerin anonim yapılmaması kadınların HPV aşısı olmasının da önüne g...
Halk sağlığı ‘sülüklere’ emanet!
‘Geleneksel Tıp Uygulamalarını yaygınlaştıracağız’ diyen Sağlık Bakanlığına Doktor Selma Güngör tepk...
Sağlıkta şiddetin önüne nasıl geçilmiyor?
Bir hemşire, çalıştığı hastanesinin acil servisinde yaşadıkları üzerinden sağlıkta şiddetin nasıl çö...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.