Koronavirüs salgınının Türkiye’de kabulünün üzerinden neredeyse iki ay geçti. 11 Mart’tan bu yana bakanların istifası ve görevden alınması dahil memlekette çok şey yaşandı. Ancak bu yaşananların çok az kısmı salgınla mücadeleye ilişkindi. “Göklerden gelen lütuflarla” devlet yönetmenin konforuna varan AKP, salgının keyfini yine alelacele yasalaştırmaya çalıştıklarıyla sürdü. Vatandaş can derdine düşedursun, ihaleler bir yandan, tecavüzcüleri salıvermek diğer yandan derken, AKP yine koşar adım hedeflerine ilerledi.
Fakat ilk günden bu yana ne işçilerin ücretli izin ve güvenli çalışma talebi için ne de artan şiddet tehdidine karşı kadınların güvenli yaşam hakkına ilişkin bir düzenleme yapıldı. Bilakis, kadınlar iş yerlerinde temizlikten sorumlu tutuldu, evlerde “kader”e terk edildi. Evde kalmanın kadınlar açısından şiddet riskini arttırdığı için acil önlemler alınması talebi ilk günden itibaren ortadayken tedbir almak bir yana 6284 sayılı yasa bir Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) kararıyla etkisizleştirilmek istendi. Üstüne, kadın katilleri ve tecavüzcülerinin de içinde olduğu adli suçluların salıverilmesi için AKP ve MHP ortaklığında hazırlanan taslakla kadınlar tümden ölüme terk edildi.
AKP’NİN ‘ŞİDDET TEŞVİKİ’ POLİTİKASI
Tasarının pazarlanmasında açıkça yalanlar söylenirken bunun “bir kereye mahsus” bir şey olduğu ve “kadına yönelik suçların faillerinin bu yasadan faydalanamayacağı” iddia edildi. Kadın örgütleri ilk günden itibaren yalanı açığa çıkarıp eşitsiz tasarıya itiraz ettiyse de tasarı bütün karşı duruşlara rağmen meclisten geçerek yasalaştı. Bu utanç tablosu, beyaz maskelerin ardına gizlenmiş kızarmayan yüzlerin bir gurur nişanesiymişçesine çektirdikleri fotoğrafla hafızalarda kaldı.
Faillerin salınmasının sonuçlarıysa sadece hafızalarda değil, yaşamın bütün gerçekliğiyle daha ilk haftadan sonuçlarını göstermeye başladı. Bütün uyarılara rağmen kadınlar ve çocuklarının yaşamlarını hiçe sayan salıvermeler neticesinde yeni ölümler ve yeni şiddet olaylarının haberlerini okuduk. Virüs, salgın bahanesiyle işten atmalar yüzünden ortaya çıkan açlıkla birlikte, kadınlar için zaten en başat risk olan şiddetin salgınla birlikte artmasıyla üçlü ölüm yolu tamamen açılmış oldu. Failleri cesaretlendiren, cezasızlığın garantisini veren, kısacası 18 yıldır her türlü şiddetin artmasına sebep olan AKP’nin “şiddet teşviki” politikası, son olarak salgın perdesinin ardına gizlenmek istendi.
AKP’NİN CEVABI: PARANTEZİN İÇİ
Hızını alamayan AKP, bütün bunlar yaşanırken uzun zamandır planını yaptığı çocuk istismarcılarını aklamanın sinyalini bir kez daha verdi. Son yıllarda her fırsatta gündem edilen konu, bu sefer de 14 ve üzeri yaştaki kız çocuklarını istismar edenlerin affını amaçlayan, somut bir yasa tasarısıyla karşımıza çıktı. Basına sızan bu imzasız tasarı metnini, kısa süre sonra İyi Partili bir milletvekilinin açıklamasıyla AKP’nin hazırladığını ve potansiyel müttefiki gördüğü diğer partilerin onayına sunduğunu şaşırmadan öğrenmiş olduk. CHP’li kimi vekiller de önce tasarının AKP sözcüleri tarafından gündemlerine getirildiğini açıkladı, ama sonra “meclise getirilmedi” dediler.
Tasarının gerekçe kısmı, AKP’nin bu konudaki bugüne kadar ortaya döktüğü en açık niyet beyanıydı belki de. 1 sayfadan ibaret metinde, Anayasanın maddelerine atıf yapılarak “aile”nin toplumun temeli olduğu ve devletin ailenin birliğini ve düzenini koruma görevi olduğu ifade ediliyor ardından da erken yaşta evlendirilen kız çocuklarının “koca”larının hapse girmesiyle aile birliğinin bozulduğundan dem vuruluyordu!
Bütün bunlar anlatılırken, tecavüzcülerden fail ve parantez içinde de “eş” olarak söz ediliyordu! İşte bütün soru tam da o detaydaydı: Bu çocuklara tecavüz edenler eş mi yoksa fail mi? Tersinden sorarsak: 14 yaşındaki kız çocukları, korunmak istenen kutsal ailenin çocuğu mu yoksa eşi mi? AKP’nin cevabı, tecavüzün bir suç olmadığı, failin de mağdurun da aslında eş olduğuydu elbette. Bunu yaparken de 1938 tarihli kanuna ve evlenme yaşının o tarihte “kadın” için 14 oluşuna atıf yapılıyordu.
72 sene öncesinin nizamını bugünün ihtiyacı olarak ortaya koymanın savunusu, “toplumun gerçeklerini görmek” olarak sunulmuştu. 2002 yılında yasalaşan yeni Medeni Kanun’un 18 yaş kuralını 14’e indirmeye ise “toplumun tamamının bu değişikliğe kısa sürede adapte olamadığı” gerekçe gösterilmişti. Denilen o ki, “toplum adapte olamadığı için doğan mağduriyetleri gidermek” adına bu kural “bir kereye mahsus” yerle bir edilecekti. Nihayetinde “aile” korunmuş olacaktı.
DEVLETİN KORUYACAĞI ‘MÜBAH’ AİLE
Yıllardır “aile”ye hapsettiği kadının adını anmaktan imtina eden AKP, 14 yaşındaki kız çocuğuna bir çırpıda “kadın” diyebilmiş, ikiyüzlülük ve çelişkisini apaçık döküvermişti. AKP’nin ailesinde kadın, 14 ve hatta daha küçük yaşta evlendirilen, en az 3 çocuk doğuran, tüm evliliği boyunca tecavüz dahil şiddetin her türlüsüne maruz bırakılsa dahi itiraz etmeyen, boşanırsa hiçbir hak talep etmeyen, her alanda emeği yok sayılan ve hatta mümkünse hiç adı anılmayacak olandı. Elbette “aile” denerek korunmak istenen de fail (yani “erkek eş”) olacak, kadınlar ve kız çocuklarıysa o duvarları arasına sıkıştırıldıkları ailenin içerisinde kaybolacaktı. Bakanlıktan adını sildiği, hem evde hem iş yerinde emeğini sömürdüğü, her türlü hakkını gasp etmek için büyük çabalar harcadığı, anne olmayanı yarım saydığı, gülüşünden oturuşuna her hareketine müdahale ettiği kadını koruması beklenemezdi.
AKP’nin, yasaların ve uluslararası sözleşmelerin işaret ettiği cinsiyet eşitliği politikasını bir bütün olarak uyguladığını ancak toplumun buna direndiğini söylemek mümkün mü? Değil. Tam tersine 18 yıldır ilmek ilmek ördüğü, “fıtrat” diyerek derinleştirdiği bu eşitsizlik sistemine toplumu adapte etmeye gayret gösterdiği apaçık ortada. Çünkü aileyi koruma görevi olan devlet; kadınları, 14 yaşındaki çocukları korumak; suçları önlemek, suçluları cezalandırmak görevini kendine hiç biçmedi. Kadına yönelik her türlü suçu meşrulaştıran bir yapı olarak tasarlanan aileyi büyüttü. 18 yaşın altındaki herkesin çocuk olduğu ve çocukların evlendirilmesinin istismar olduğunu bir kez dahi açıkça ifade etmedi. Tam tersi, çocuk evliliklerini her türlü çarpıtmayla dilinden düşürmedi. Bugün de hükümetin medyası, dört bir koldan “mağdur” haberleri yapıyor, yalakalarıysa hevesle istismarı savunuyor. İstismar değil, “erken evlilik” denerek gerçeğin üstünden atlanmak isteniyor.
Haliyle toplum da hükümetin politikasını yürüttüğü bu sisteme adapte oldu. Öyle ki; yıllardır gündemden çıkmayan af tartışmalarının da etkisiyle çocuk istismarı sayıları katlanarak arttı. İstismarı aklamanın dile geldiği ilk zamanlarda zikredilen sayıyla bugünkü arasında en az 3 kat fark var. Peki bir soru daha: Bu memlekette evlilik yaşının 18 olduğunu bilmeyen olduğunu söylemek mümkün mü? Bunu bile bile çocuklarla “evlenerek”, onları istismar edenlerin sayısının artışı, hükümetin cesaret vermesi değil de ne?
Toplumun “adapte olamayışına” atılan top, devletin suçunu örtemez. “Toplum benimsemedi” diye eşitliğin altını oyan her adım, toplumun bu eşitsizlikleri daha da benimsemesine, meşru görmesine zemin oluyor. Önce mağduriyeti oluşturup sonra da “bir kereden bir şey olmaz” anahtarıyla her suçun kapısını açarak yasallaştırmak, devletin koruma görevindeki tarafının en belirgin emaresi oldu. Önce çocuk istismarının açığa çıktığı Ensar Vakfını aklayan bu sihirli cümle, daha sonra infaz yasasındaki değişiklikle suçluları meydana saldı. Şimdi de çocuk istismarcıları yine “bir kereye mahsus” serbest bırakılacak deniyor.
Kadınların ve çocukların “bir” canı, “bir” hayatı var. Bu hayatlar üzerinde at koşturmayı aklınızdan bile geçirmeyin!
İlgili haberler
Salgın hastalıklarla mücadelenin tarihsel deneyiml...
Ağır yoksulluk, savaş koşulları, kapitalist ülkelerin baskısının olduğu koşullarda dahi tarihe öneml...
Karantina biter, dertler bitmez bizde!
Korona sonrası dükkanını kapatan ve tekrar dükkanını açmayı bekleyen Nesrin’in sonrası için pek çok...
Patronlara göre hava hoş!
Eşim bir tekne içerisinde 50-60 kişi burun buruna çalışıyor. Hiçbir önlem yok. Biz evde sabahtan akş...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.