Düşünün ki, çalışmak zorunda olan bir kadınsınız, küçük çocuklarınızı normal kreşlere yazdırsanız, kazanacağınızdan daha fazlasını ödemeniz gerekirken hükümet size ‘çare’ üretiyor. Milli Eğitim Bakanlığı, Ensar ve TÜRGEV gibi vakıflara eğitim işini organize etme yetkisi verince, mahallelerde sıbyan mektepleri çoğalıyor, 3-6 yaş arasındaki çocuklarınızı gayet uygun ücretle kabul ediyor. Ne yaparsınız?
Hiç değilse çocuklarınıza az da olsa et-süt, üst baş alabilir, hatta sevinebilirsiniz bile, böyle bir imkan sunulduğu için... Eğer daha güvenli, daha ekonomik ve laik bir alternatifiniz yoksa, çalışmaktan başka çareniz de yoksa çocuklarınızın zihnini, kişiliğini sizin olmadığınız saatler boyunca dinci, hurafeci, ürkütücü, korkuya ve boyun eğdirmeye dayanan sıbyan mekteplerinin şekillendirmesine mecbur kalırsınız.
Belki AKP’ye samimiyetle inanan dindar bir kadınsanız, bu çareyi bir lütuf olarak bile görebilirsiniz. Belki yıllar boyunca adım adım, ekonomik ve sosyal haklar budanırken; evet ama yol, köprü, metro, havaalanı yapılıyor ya, yiyorlarsa da çalışıyorlar ya, dindar kadınlar korkusuzca kamuda, üniversitede başını örtebiliyor, aşağılanmadan ibadetini yapabiliyor ya, Müslümanlar ilk kez böyle başları dik ezilmeden dolaşabiliyor ya, diyerek umursamamayı tercih ettiniz. Belki siz belki eşiniz işsiz kaldı, ama sadaka ve parti yardımı sizi zora düşmekten kurtardı! Böylece hem haklarınız, hem işiniz gitti, aynı gerekçelerle ses çıkarmadınız; yardıma, sadakaya bağımlı hale geldiniz.
Bu arada bütün orta öğretim imam hatip olunca seviniyordunuz, çocuklarımız dinini, peygamberini öğrenecek diye. Eğitim sistemi dinsel temellerle beslendikçe bu nedenle itiraz etmediniz. Bu arada size kreş yerine sunulan ‘imkanla’ sıbyan mektebine verdiğiniz çocuğunuz tanıyamayacağınız hale gelecek. Dünyayı dinsel hikayeler ve kurallar üzerinden algıladığı için korkudan geceleri altını ıslatacak ve size “Çalışma, o para günah!” diyecek. İlköğretim çağına gelip biraz aklı ermeye başlayınca “Anne, günahlarım çoğalmadan ölmek istiyorum!” diyerek okuldan gelip ağlayarak kucağınıza atlayacak. Ne yapacaksınız?
Bu sistem böylece işleyecek; kadınları, erkekleri, gençleri, işsizlik denizine, borç batağına, açlık belasına atacak; sonra o denizde sıbyan mektepleriyle, müftü nikahlarıyla, imam arabulucularıyla onları karşılayacak. Denize düşen yılana sarılacak! Mesele artık dünyevi bir mücadele alanı olmaktan çıkacak. Çünkü, bir kere o çarkın dişlilerine paçayı kaptırınca, neye itiraz etseniz, karşınıza “Günah” çıkacak, “Dinimizde yeri yoktur” çıkacak, “Sen dinimize mi küfrediyorsun?” çıkacak... Ve bu sarmal içinde kadın, erkek, çoluk, çocuk, genç, yaşlı o sularda debelenip duracak.
DİNİ VE MİLLİ HASSASİYETLERE ABANMAK
Müftülere nikah kıyma yetkisi veren yasa tasarısının Erdoğan’ın öfkeli talimatıyla TBMM Genel Kurulundan alel acele geçirilmesinin sebebi, özlenen işte böyle bir “milli irade” oluşumuna itiraz etmesi muhtemel toplumun, bütün diri ve dirençli dokularını susturmak ihtiyacıdır.OHAL sayesinde muhalif medya kapatılmış, bütün muhalifler cezaevine konulmuş, gazete televizyon deyince AKP bültenlerinden ibaret bir Türkiye görüntüsünden başka ses-görüntü kalmamışken; “son bir yılın her 15 dakikasında bir kişi ‘terörist’ olarak tutuklanmış” ve bu böyle devam ediyorken; CHP’nin en kritik anlarında AKP’yi zordan kurtaran tutumu bile artık iktidarda kalmayı garanti edemiyor. AKP’nin, dini ve milli ‘hassasiyetlere’ abanmaktan başka, halkın hayatını değiştirmeyi vaat edebileceği bütün olanakları tükettiği bir gerçek.
Sürece yayarak çıkardıkları yasalara baktığımızda (imam hatiplerle ilgili düzenlemeler, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı nezdinde Diyanet görevlilerine aile, kadın, çocuk, engelli her alanda görev verilmesi, pozitif bilimlere dair derslerin müfredattan kaldırılması/azaltılması, sanat derslerinin seçimlik hale getirilip din derslerinin mahalle baskısıyla seçtirilmesi, sıbyan mektepleri, müftülere nikah yetkisi, imam arabulucularla boşanmanın önlenmesine dair muhtemel tedbirler) eğitim, aile, sosyal yaşam olmak üzere bütün bir hayatı yeniden ve dinsel-Sünni-Hanefi temelde şekillendiren tekçi düzenlemeler olduğunu görüyoruz.
Mesele hayatın bütün alanlarını -daha basıcı yöntemlerle yönetebilmek için- dinselleştirmek olunca, nikah kıyma yetkisi teferruattır denebilir. Ama buradaki önemli hamle; Medeni Kanunun içerdiği, yüzyılların mücadelesine dayanan, kadınların kanlarıyla canlarıyla bedel ödeyerek yasalara kazıttıkları haklarının “Bunda ne var?” kofluğu içindeki sorularla bertaraf edilerek, o meşum yasanın talimatla geçirilmesi. Kanırta kanırta ülkeyi sürüklemek istedikleri karanlık mecralara giden yolda, henüz tam olarak bertaraf edemedikleri kadınların tarihsel kazanımlarını bir an önce gömüp, acele yol almak istedikleri aşikâr!
BİR GECE ANSIZIN...
Nedir o kazanımlar? Evlenme sözleşmesinde kadının kendi serbest iradesini ifade etmesi, evlilik ile doğacak çocuğun velayet hakkını erkekle eşit bir şekilde kullanması, çalışmak için eşinin rızasına ihtiyaç olmaması, çalışmadığı takdirde nafaka alabilmesi, şiddete uğradığında eşini, eski eşini, nişanlısını, sevgilisini, abisini, babasını evden uzaklaştırma kararı alabilmesi, boşanma hakkına sahip olması, mal paylaşımında eşit hakka sahip olması, boşanırken şiddet uygulayan, aldatan kocadan maddi-manevi tazminat alabilmesi gibi kadını, hiç değilse kağıt üzerinde erkekle eşitleyen bir statü sağlayan haklar...
Tüm bu hakları sıfırlamaları “bir gece ansızın” yayınlanacak bir KHK’ya bakar. “Şeriat hükümlerinde olduğu gibi kocanın boş ol demesi halinde boşanma kararı verme yetkisi de veriyoruz müftülere. 6824 sayılı yasayı da kaldırıyoruz, artık aile içi şiddeti imamlar çözecek (zaten imamlar boşanmaları önleme görevlisi), nafakayı da (tartışmaya başladılar) kaldırıyoruz. Çünkü, çocukların velayeti sadece babaya verilecek. Mal paylaşımı diye bir şey de yok artık. Koca kazanmış, almış; kimin malını kime paylaştırıyorsunuz!” diyebilirler mi?
Koşullar böyle kaldığı ve caydırıcı bir mücadele ortaya konamadığı sürece hiç kuşku yok, diyebilir, yapabilirler!
TENCEREDEKİ KURBAĞA MİSALİ
Çıkarttıkları her yasa ile aslında yasaklar zincirine bir halka eklediler. Çok klişe bir örnek olacak ama içine atıldığı su ısındıkça alıştığı için farkında olmadan haşlanıp ölen kurbağa misali, bir süre sonra yerleşen uygulamayı unutup, daha vahimiyle cebelleşiyoruz. Kadınları farkında olmadan ‘ısıtarak’ köleliğe doğru yaklaştıran değişikliklerin her birine karşı koymak önemli ve kimi zaman iktidara geri adım da attırıyor. Ama toplamda baktığımız zaman, iki ileri bir geri hak ve özgürlük alanı azalıyor, çember daralıyor.Daralma süreci aynı zamanda savaş politikalarına hız verildiğini, bunun için de baskıcı ve gerici politikaların daha da şiddetleneceğini gösteriyor. Bunun önemli adımı kadınları daha çok baskı altına almaktan geçiyor.
AKP iktidarı; hak tırpanlayarak, yoksullaştırarak, işsizleştirerek ve açlığa terk ederek yarattığı sosyal sorularla baş etmek için içeride “Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke...” diye başlayan söylemlerini halka mal etmek için yoğun dini argüman ve baskılara daha çok ihtiyaç duyacaktır. Milliyetçi ve şoven söylemleri yükselterek, savaş bütçesini halka yıkan uygulamalara hız vererek, itiraz edenleri din düşmanlığıyla, vatan hainliğiyle suçlayarak susturmaya hız verecektir. Bu gidişin muzaffer bir dönüşü yoktur ama, savaş felaketinin faturası, Afganistan, Irak ve Suriye’den bildiğimiz üzere önce kadınlara çıkacaktır.
AKP’nin hayatı dinselleştirmesine karşı, çocukların psikolojisini kötürümleştiren eğitim politikalarına karşı, işsizliğe ve savaş bütçesine karşı, siyasal davalara ve baskılara karşı; bilimsel laik eğitimi ve laik yaşamı, iş ve barış mücadelesini, adalet hak ve özgürlük mücadelesini kıyasıya büyüterek ve birleştirerek yol almamız kaçınılmaz bir zorunluluktan öte bir var oluş savunması haline geldi. En başta biz kadınlar açısından...
BUNDA DEMAGOJİ VE HİLE VAR
Buraya kadar attıkları adımları, “Bunda ne var, şöyle faydalı, böyle kolaylaştırıcı, kültürümüz, değerlerimiz...” gibi savunmalarla, gelişmelerin vehametini gizleyerek attılar.
Bunda; sivri ucunu kadınlara ve çocuklara doğrultmuş bir savaş var; bunda kadınları İran’da, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi, haklarından ve özgürlüklerinden soyup, savunmasız ve etkisiz bırakıp, köleleştirme emeli var... Bunda dini değer ve kutsalları çirkin amaçlara alet etme hilesi var. Attıkları her adımı dini, milli inanç ve geleneklerle örtüleyip, itirazları dini değer, milli dava tabusuyla susturmaya çalışan demagoji var... Bunda, açlık, yoksulluk, işsizlik karşısında kadınları güçsüz ve mecalsiz, örgütsüz ve mücadelesiz bırakma hedefi var. Bunda kadınları ve erkekleri sadece kendi çıkar hedeflerinin ve keyfi mutlakıyetçi, tekçi, çağdışı yönetme arzularının, açıkça savunulamadığı için dini örtülerle örtülmüş hileli görüntüsü var.
Ama buna karşılık, halkların ve kadınların da tarihten birikerek gelen deneyimlerinin güçlü sezgisi ve bilgisi var. Mücadele deneyimlerinin başarısı ve yenilgilerinin acı sonuçları da var. Eğer bilgi ve deneyimleri mücadeleye, örgütlenmeye ve birleştirmeye dönüştürebilirsek, bu ağır havayı kısa sürede dağıtıp, bu dinsel ve milli görünüşlü kirli yönetim ve savaş politikalarının yerle yeksan olması çok uzak bir ihtimal değil.
İlgili haberler
Adalet haramilerin kılıcının ucunda
Şiddet ve taciz karşısında “çözüm” olarak “pembe otobüsler” öneriyorlar. Şiddeti önlemek için yapmay...
Kadınlar, arabalar, ensest
Bir hakimin, kadını ve arabayı bir satış sözleşmesinin çerçevesinde tanımlaması ile bir kadının kızı...
Sıbyan mektebinin ‘korkunç’ dünyası!
Denetimden muaf sıbyan mektepleri çocukların hayatını kabusa çeviriyor. Çocuklar, ailelerine günahka...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.