Adalet haramilerin kılıcının ucunda
Şiddet ve taciz karşısında “çözüm” olarak “pembe otobüsler” öneriyorlar. Şiddeti önlemek için yapmaya gönüllü oldukları tek şey; toplumu haremlik selamlık hale getirmek.

“Eğer adaletsizlik olmasaydı adaletin ismini bilmezlerdi” diyor Heraklitos. Bundan yola çıkarak diyebiliriz ki, günümüzde çok sık kullanılan ne kadar kavram varsa, o kadar sık kullanılması gerçekte olmadığındandır. Özgürlük, demokrasi, barış ve adalet son yılların en çok talep edilen ve kullanılan kavramları değil midir?
İçinden geçtiğimiz günlerde “adalet”, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Adalet Yürüyüşü” ile de tüm toplumsal kesimlerin gündeminin birinci sırasına taşındı. 

SÜREKLİ YOKSULLUK VE ŞİDDET
Türkiye’ye biraz geniş bir mesafeden, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) verilerinden baktığımızda, adaletsizliğin kaynaklarını daha objektif görme imkanına kavuşuyoruz. OECD, 2015 yılında üye ülkelerin önemli bir kısmında, zengin ve fakir arasındaki uçurumun son 30 yılın en yüksek oranına ulaştığını söyledi.
Türkiye’de ise 2016 verilerine göre son yılda yoksul olan ve aynı zamanda önceki 3 yıldan en az ikisinde de yoksul olan fertleri kapsayan ve dört yıllık panel veri kullanılarak hesaplanan “sürekli yoksulluk” oranı, geçen yıl yüzde 15,8 olarak hesaplandı. Yani, nüfusun en az yüzde 15,8’i üç yıldan beri yoksul. Buna üç yılı doldurmamış olsa da yoksullaşanları ekleyelim. Nüfusun bu önemli kesiminin, daha iyi yaşamak adına, gelecekten somut hiçbir beklentisi olmadığını düşündüğümüzde, kadınlara yönelen baskı ve şiddetin artması ile bu rakamlar arasında bir bağ görmüyor musunuz?
Artan sosyal-hukuki-ekonomik adaletsizlik; işsizlik, bir anda elden giden ücret-maaş, üç kuruş zamma mecbur edilen işçi-emekçinin çözülemeyen sorunları, biriken borç yükü ile iş ve aile ilişkilerinin gerilimini artıran boğucu bir toplumsal atmosfer, ülkenin tepesinde dönenip duruyor.
Bununla eş zamanlı olarak, iktidar aygıtının güvenlik ve yargı kurumlarının 15 Temmuz 2016’dan sonra daha da hızlanarak biçer-döver makinası gibi çalışması ile günlük hayatta şiddetin artması başa baş gidiyor. Ülkede adalet ve barış, vakit geçirilmeden derhal çözüm bekleyen en önemli talepler oldu.
Adalet, “hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması” gibi anlamlara karşılık geliyor. Bunların hiçbirinin yaşadığımız dönem ve ülkedeki toplumsal yaşamda bir karşılığı olmadığı için herkes adalet arıyor, bulamıyor. Aksine adalet istediği için anasından emdiği süt burnundan geliyor. Hatta bu isteğini kamuoyunun da bilmesini istediği -sorgusuz sualsiz görevinden ihraç edilmesi nedeniyle işini geri istediği- için Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, uzun bir eylem sürecinden sonra ölüm orucu yapan bu iki genç akademisyen, tutuklanıyor. Talepleri karşılanmazsa siz bu satırları okuduğunuzda hayatlarını kaybetmiş bile olabilirler.


NERDEN BAKSAN ADALETSİZLİK
Neden yükseliyor ‘adalet’ çığlıkları? Bu soruya cevap arayan herkes, bitmek bilmez uzun bir liste yapabilecek kadar adaletsizliğin çeşitlerini tatmış durumda. Kamusal işlerin ve hizmetlerin yürütülmesinde, iş yaşamında, sokakta, siyasal haklar konusunda en temel hakların -Anayasa’ya, uluslararası sözleşmelere, yasalara rağmen- ortadan kaldırılmasının yarattığı hoşnutsuzluğun patlama noktasına gelmesi nedeniyle bu kadar acil ihtiyaç haline geldi “adalet”.
İmtiyazlı azınlığın, her ağzını açtığında dil, din, mezhep, siyasi düşünce, felsefi inançlarını beğenmediği kişi, grup veya topluluklara karşı mevcut yasalara göre ayrımcılık ve nefret suçu oluşturan sözler sarf etmesi yargısal bir işleme tabi değilse; onlar hakkında hiçbir savcı soruşturma açmaya teşebbüs edemiyorsa... Buna karşılık yolsuzlukları, hukuksuzlukları, usulsüzlükleri ortaya çıkarıp haber yapan, eleştiren, zülfiyâre dokunan herkes kendisini hapiste buluyorsa... Dünyanın her yerinde bu duruma “adaletsizlik” deniyor, “baskı rejimi” deniyor, “dikta rejimi” deniyor.
İnsanların, yaşadıkları dünya ve ülke hakkında, yönetenlerin kararları ve tutumları hakkında düşüncelerini, eleştirilerini özgürce, cezalandırılma kaygısı olmadan söyleyebildikleri, yazabildikleri, çizebildikleri, resmedebildikleri, oynayabildikleri, istedikleri yöntemle ifade edebildikleri; haklarını, özgürlüklerini -istediği kılık kıyafetle gezip dolaşma da dahil olarak- saldırıya uğramadan, coplanmadan, saçlarından sürüklenmeden, yerlerde, minibüslerde, otobüslerde tekmelenmeden, gözaltına alınıp işkence ve kötü muamele görmeden, tutuklanmadan talep edip dolaşabildikleri, bunun için toplantı, gösteri yapabildikleri rejime de biliyorsunuz demokrasi deniyor.
Yaşadığımız ülkedeki durumu bu iki tanıma bakarak kolayca adlandırabiliyoruz.
Biz halk, kadınlar, çocuklar, biz emeğini satarak yaşayanlar, emeğinin hiç bir kıymeti olmayanlar; seçimlerle geldikleri etkili ve yetkili mevkilerdeki varlıklarını, yaşam standartlarını vergilerimizle, emeğimizle sağladıklarımız bize nasıl davranıyor, bakalım. Yedi sülalelerine yakıştırmadıkları nice kötü muameleleri, nice vahşi ölümleri bize nasıl reva görüyorlar, görelim. Bu etkili ve yetkililerin dış kapının mandalı kadar yakınlarından biri minibüste bir serserinin sille tokadına maruz kalsaydı, o serserinin sittin sene cezaevinden çıkma şansı olur muydu, düşünelim. Bu etkili ve yetkililerden birinin çocuğu, cinsel saldırıya uğrasaydı, failin başına ne işler gelirdi, bir tahmin edelim.
Bir de şimdi dönüp sokağımızdaki, işyerimizdeki, okulumuzdaki komşumuzun, arkadaşımızın, çocuğumuzun, yeğenimizin başına gelenlere bakalım. Her gün medyadan gördüklerimize bakalım. İşten atıldıkları için direniş yapan, işlerini geri isteyen işçilerin başına hemen jandarma, polis, TOMA nasıl üşüşüyor! Greve çıkan işçileri dize getirmek için gözaltı, aba altından sopa, her türlü tehdit nasıl seferber!
Bir kadına tecavüz eden failin ceza alma ihtimali nedir bu ülkede, bilmeyeniniz var mı? Binlerce akademisyenin, kamu emekçisinin bir gece vakti yayınlanan KHK ile savunma bile alınmadan işinden gücünden edilmesine karşı etkili bir yasa yolu var mı? Cezaevindeki 140 gazeteci kimi öldürmüş, kimin özgürlüğüne, malına mülküne zorbalıkla el koymuş, hangi yolsuzluğu yapmış da tutuklu, bileniniz var mı?



O KADAR UZAK OLMAYABİLİR
Bunlara yıllardan beri eşlik eden başka bir büyük algı harekatı var, asıl onu görelim. Bir halkı susturmak, itiraz etmeden her şeye biat etmesini sağlamak için sadece gazetecileri, akademisyenleri, emekçileri susturmak yetmez. Bir halkı susturmak için kadınları esir almak gerekir.
Kadının kısıtlı da olsa haklarıyla birlikte toplumsal yaşamda yer alması ne kadar geri ve baskılanmış olursa olsun, gündelik hayatın her alanına kadının emekçi karakterinin katılması, haksızlığa karşı sözünün direncinin katılması, şiddet ve rekabet yüklü erkek egemen işleyişe elbirliğinin, dayanışmanın katılması, adaletsiz işleyişe itirazının katılması demek. Bunların olmadığı dünyayı özleyenlerin, bize nasıl süsleyerek, din iman edebiyatı yaparak sunarlarsa sunsunlar, kadınsız toplumsal hayat, kadının kamusal alandan kovulması özlemlerinin ardındaki itici güç bilelim ki, aslında en genel anlamıyla, kadınların “fıtratlarında” olan güçlü eşitlik ve adalet isteminden, özgürlük tutkusundan korkmalarıdır.
İşte, en iddialı dindar diktatörlerin yönete geldiği Suudi Arabistan’da kadınların durumuna bakalım: Kadın işgücü oranı yüzde 5 ve onlar da erkeklerin olmadığı yerlerde çalışabiliyor. Araba kullanma hakları kısıtlı olarak tanındı. İlk kez 2015’te yerel seçimlerde oy kullanıp aday olabildiler ama, kadın aday ya bir paravanın ardından halka seslenebildi ya da onun yerine bir erkek konuşma yaptı. Siyah çarşaf dışında renkli çarşaf giyen kadınlar dahi erkekleri “tahrik” ile suçlanıyor. Din polisi, şeriata aykırı davranan kadınları tespit etmek için sokakta kol geziyor.
Şimdi bu duyduklarınız size çok uçuk, kara ütopya gibi gelebilir. Ama o kadar uzakta olmayabileceğini anlamak için ülkemizde olanlara biraz dikkatle bakmak yeter.

PEMBE OTOBÜS NEREYE GİDİYOR?
Küçük saldırılarla başladı AKP’nin kadınları kamusal alandan kovma girişimleri. Bir yandan televizyonlardan kadınların giyimine, çalışmasına, yürüyüşüne, kahkasına karşı aşağılayıcı vaazlar; evde, sokakta, otobüste, minibüste, meydanda, dayak, tekme, bıçaklı, silahlı saldırlar, tacizler, tecavüzler... Ve çocuklara tekli, çoklu cinsel istismarlar, tecavüzcüleri kollamalar. Tecavüzcülere, saldırganlara ise cezasızlık ödülü.
“O da niye şort giyiyor”, “Niye o da mini etek giyiyor” gibi mağduru suçlu haline sokan bir algının dayatıldığı bir değerler sistemine itiliyor toplum. Çocuklara cinsel istismarlar ayyuka çıkınca “istismarcıyı hadım edelim, idam edelim” diye ortaya atılıyor, failleri cezasızlıkla ödüllendirenler. Faillere orta yerde pervasızca tecavüz, istismar gerçekleştirme imkanı sağlayan koşulları hangi yönetim anlayışının yarattığı sorgulanmayınca, mağdurlar suçlu hale getirilince bu şiddet sarmalı tehlikeli boyutlara varıyor.
Ama iş burada kalmıyor; taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakanlar, bu durumun yarattığı isyanı ve infiali basamak yaparak, halkı başka bir “yaşam tarzına”, haremlik-selamlık yaşamaya iteklemeye çalışıyor. Şiddetle, taciz ve tecavüzle kadınları, çocukları kıstırdıktan sonra “çözüm” olarak “pembe vagonlar”, “pembe otobüsler” öneriyorlar. “Eğer taciz, tecavüz ve şiddete uğramak istemiyorsanız, pembe vagonda, pembe otobüste rahat ve emniyet içinde gideceğiniz yere varırsınız” diyorlar. “Kırk katır mı, kırk satır mı?” diyorlar bize! Şiddeti önlemek için yapmaya gönüllü oldukları tek şey bu: Toplumu haremlik selamlık hale getirmek. Pembe otobüse ve pembe vagona bindikten sonra da bize ne diyeceklerini biliyoruz: “Sokakta ne işiniz var? Oturun oturduğunuz yerde!”
İstismar her yerde, şiddet her yerde; geleceksizlik kâbusu görünmez bir salgın gibi tüm toplumu kuşatmış durumda... Ve şimdi 15 yıldır ülkeyi yönetip bu hale getiren iktidarı eleştiren herkes, “Aaa, çok konuşma bak, birlik ve beraberliğimizi bozuyorsun, en çok ihtiyacımız olduğu bir zamanda!!!” diye suçlanıyor. İçinden geçmekte olduğumuz koşullar, ülkeyi 15 yıldır yönetenlerin bu hem suçlu hem güçlü tutumları nedeniyle çok tehlikeli bir güdülenmeye açık, her türlü kör şiddetin gözleri kör etmesine elverişli hale getirdiği koşullar.


ZARLAR HİLELİ
Hatırlarsınız; Brecht “Halkın ekmeğidir, adalet” diyordu şiirinde. Adalete duyulan açlık pempe vagonla, idamla, bir iki sapığı hadım ederek giderilemiyor. Bakın, Türkiye nüfusunun neredeyse dörtte biri kalıcı yoksulluğa yuvarlanıyor. Geri kalanların da hiçbir iş ve yaşam güvencesi kalmamış; kalmışsa da yarın bütün ‘yasal’ koşulları tamamlayan tek adamın iki dudağı arasında olacak. Halkın ekmeği adalet, haramilerin kılıcının ucunda.
Geldiğimiz, halk için bu tehlike boyutu yüksek duruma “Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasını” sağlaması beklenen hükümetin ve buradaki aksamaları “adilce” gidermesi beklenen yargının, suçluları ve güçlüleri kollayıp, egemenlerin siyasal, ekonomik ve her türlü çıkarı için halkın hak ve özgürlüğünü yok saymasıyla ulaştık. Herkes için geçerli, saf ve temiz bir “adalet” olmadığı inancına pratik deneyimlerimizle eriştik.
Leonard Kohen’in şarkı sözlerindeki gibi “Herkes biliyor geminin su aldığını/ herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini/ herkes biliyor zarların hileli olduğunu.”
Ama bu oyun sonsuza kadar böyle gitmez.


GEÇ KALMADAN...
Unutulmaması gereken şu ki, adaletin yarattığı açlık giderilmedikçe yalan, hile, yolsuzluk ve adaletsizliğin sona ermesini beklemek hayaldir. Adaletin egemenlerin eliyle geleceğini zannetmenin de hayal olduğunu yaşayarak gördük. Zira önce bu adaletsiz düzeni bugüne kadar yönetenden sorulmalı hesap. Nasıl üretirken, alınteri dökerken hep beraber fabrikada, evde, tarlada, kamuda, özelde elbirliği halinde çalışıyorsak, işte o yarattıklarımızın da adaletli bir şekilde bölüşülmesini istemek hakkımızdır.
Hem dayak yiyip, tacize uğrayıp, hem de pembe vagonla Suudi bir karanlığa doğru şikayet ederek gitmeyi kabul etmektense, geç kalmadan haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkmak, adalet, barış, özgürlük ve demokrasiyi kendi ellerimizle kurmaya çalışmak, ne kadar zahmetli ve acılı olursa olsun, daha aydınlık, umutlu ve onurlu bir mücadeledir. Kadınları esir alınamayan bir ülkeden umut kesilmez. Umut kadınların bu hileli oyuna son vermek için bütün enerji ve yeteneğini, bütün mücadele gücünü ortaya koymasındadır.

İlgili haberler
Bursalı kadınlar: Ayrı vagon uygulamasını kabul et...

Belediye Başkanı'nın ayrı vagon uygulama isteğine kadınlardan cevap var. Kadınlar projenin gerçekleş...

Barış anneleri beyaz tülbentleriyle Adalet Yürüyüş...

Yıllardır yaz kış demeden adalet isteyen barış anneleri bu kez de beyaz tülbentleriyle Adalet Yürüyü...

Henüz kazanılamayan adaletin şiiri

İnsan yitirdiğine türkü yakar derler, hatta hiç kavuşamadığına, elinde olmayana. İşte hepimize tanıd...