— Annem, sabahları ağzım kokmasın diye zorla muz yediriyor öğretmenim.
Hiçbiri henüz hava aydınlanmadan sıcak yataklarından kaldırılmayı sevmiyor ve her biri güneş ışınları odasına vurduğunda kendiliğinden uyanmanın eşsiz keyfinin farkında.
Bir grup ilkokul çocuğuyla karanlıkta uyanmak onlar için ne ifade ediyor sohbeti ediyorum. İşte bu yazı karanlıkta işe gitmek zorunda olan ailelerinin, annelerin babaların hikâyesini değil kör karanlıkta kalkan, soğukta yola düşen çocukların gözünden anlatacak hikayeyi.
Çocuklar da farkında geceye uyandırıldıklarının, farkındalar saat uygulamasında bir terslik var. “Ben bazen uyanıyorum, bakıyorum ki karanlık. Oh diyorum daha uykum bitmedi. Sonra annem sesleniyor ‘Hazırlan artık’ diye o zaman anlıyorum ki sabah olmuş” diyor Ali.
“Hava çok soğuk oluyor öğretmenim sabahları. Zaten karanlık, ben uyanmamak için uğraşıyorum. Annemin sesleri geliyor, bir şeyler hazırlıyor bize öyle kalkıyorum yataktan” diyor Kerim.
Zeki’yi uyandırma görevi ise ağabeyine verilmiş. “Ben zor kalkıyorum o yüzden ağabeyim gelip su atıyor yüzüme” diyor. Kendi aralarında bir oyuna çevirmişler bunu.
“Bir keresinde babamla erkenden kalkmıştım. Arabaya bindik daha hiç aydınlık yoktu. Hava soğuktu, ben o zaman çok üzüldüm babam hep karanlıkta işe gidiyor diye” sözleriyle tarif ediyor Ahmet.
Sabah olmadan sabahmış gibi davranılan bir seremoni dönüyor evlerinde belli. Diyorum ki “Anneleriniz kış sabahları mı daha mutlu, yazın mı?” Hepsi “yaz” diyor. Tabii anneler yönünden de zor hikaye, zifiri karanlıkta kaldırıyorsun çocuğu, kahvaltısı, giydirilmesi, gönlünün alınması derken dakikalarca boğuşuyorlar çocuklarıyla. Çocukların karanlıkta okula gitmesine razı da değiller aslında. E, haklılar da, kim karanlıkta lokma kadar çocuğu sıcak yatağından kaldırınca mutlu olur ki?
Ali’nin en çok yakındığı şeylerden biri de ellerinin çok üşümesi. “Giyiniyorum, giyiniyorum ama ellerimi bir türlü ısıtamıyorum” diyor. O yüzden de kış iyi bir şey değil onun için. “Güneş olsa daha iyi olur benim için, en azından üşümem” diye ekliyor.
Diğerlerinden daha küçük olan Murat’a soruyorum:
— Sen kaçta kalksan mutlu olursun?
— Valla öğretmenim ben 10-11-12’de uyansam keşke. Uykuya hiç doymuyorum ben.
Deniz de uyanmayı sevmez, zaten okula gitmeyi de sevmediğini biliyorum ama bir kere evden çıktıktan sonrası kolay onun için. “Arabaya binince mecburen uyanıyorum artık” diyor.
İçlerinde bir Hasan farklı düşünüyor. “Ben hep erken kalkmayı ve soğuğu seviyorum. Hiç üşümüyorum” diye anlatıyor.
Kalkmak ayrı dert, daha gün ışımadan metabolizmalarının yemeğe hazır olması da ayrı. Kerim peynir, zeytin sevmeyen çocuklardan:
— Bir kere mi ne yedim peyniri, zeytinin tadını bilmiyorum. O saatte yumurta da yemem. Annem zorla muz yediriyor, ağzım kokmasın diye…
Murat ise annesinin ona çikolatalı ekmek vermesinden mutlu.
Ali de sabahları reçelli ekmek yiyor ama kızıyor da “Sabah sabah ekmek yememi istiyor annem. Ben daha acıkmamış oluyorum ki!”
Merak ediyorlar onlarla neden bunu konuşuyorum diye, bir yandan da hoşlarına gidiyor. Biri konuyu genişletiyor. “Karanlıkta korkuyorum ben” diyor. Diğeri de katılıyor, “Ben de!”, sonra diğeri de “Ben de!”. Karanlıktan hangi çocuk korkmaz ki. Elleri var sanki karanlığın, bir tekinsiz ilerliyor çocuklar karanlıkta, biri çekip alacak gibi karanlığın içinden onları. İşte her sabah korktukları karanlığa uyanıyorlar.
‘KARANLIKTA ÇOCUKLARIN BAŞINA BİR İŞ GELMEMESİ ŞANSA KALMIŞ’
Duygu ERDAL // İzmir
İkili öğretim yapan bir okulda görev yapmaktayım. Okulumuzda fiziksel koşulların yetersizliği, öğrenci sayısının okul kapasitesinin üstünde olması, dersliklerin de yetersiz olmasından kaynaklı tam öğretim uygulanamıyor. Gün daha doğmamışken okul yollarında debeleniyoruz. Hem öğrenciler hem de biz öğretmenler için yollarda birçok tehlikeyi göze alarak yetişme telaşı sarıyor. Hafta içi her sabah 06.30’da karanlıkta, toplu ulaşıma giderken ara sokaklardan geçiyorum, tabii daha çok sokak ve dükkan ışıklarının aydınlattığı yerlerden geçmeye çalışıyorum. Ara sokaklardan caddeye ulaşana kadar hızlı adımlarla, arada da arkamı kollayarak tedirgin bir halde yürüyorum. Caddeye varınca da bir oh çekerek sakinliyor adımlarım. Toplu taşıma serüvenlerim de bitince okula varıyorum. Hâlâ gün aymamışken mahallelerden öğrencilerimiz, yolların ıssızlığına, tehlikelerine aldırmadan okula gelmeye çalışıyor. Çalıştığım okulun konumunu düşünürsek, çocukların başına bir şey gelmemesi şansa kalmış artık. Böylece birinci derse giriyoruz, hava hâlâ aydınlanmamış oluyor. Bazı çocuklar uykulu gözlerle ayılmaya çalışırken, sıranın üstünde uykuya dalan küçük bedenler az değil…
İkinci derste yavaş yavaş gün aymaya başlıyor. Üçüncü derste artık güneşin aydınlığı bizimle… Kış saati uygulamasının kaldırılması, günümüzde okulların ikili öğretime mecbur bırakılması, akıl kârı bir iş değil. Güneşli, aydınlık günler umuduyla diyelim…
Görsel1: Pixabay Görsel2: Freepik
İlgili haberler
Kör karanlıkta işyeri servisine ulaşmak da bir der...
Gece vardiyasına yola çıkan ya da gece vardiyasından dönen kadın işçilerin en büyük sorunlarından bi...
‘Zifiri karanlıkta okula, işe gitmek istemiyoruz’
Türkiye’de 2016 yılından beri uygulamaya devam ediyor. karanlıkta okula ve işe tedirgin giden kadınl...
Nerede gün ışığı, nerede tasarruf?
Çocuklar karanlıkta okul yoluna düşüyor, işçiler gün aydınlanmadan mesaiye başlayıp hava karardığınd...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.