Engels’in 200. doğum yıl dönümü vesilesiyle, kadınların ezilmişliğinin kökenlerini anlamak, sadece anlamakla kalmayıp bu ezilmişliği ortadan kaldırmak için “neyi hedeflemek” gerektiğini de tartışmak için paha biçilmez değerde olan “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” çalışmasına bakmak istedik.
Engels’in birkaç ay gibi kısa bir sürede yazdığı Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabı Morgan’ın 1877 yılında yayımlanan ve Marx’ın büyük ilgi gösterdiği Eski Toplum kitabına dayanıyor. Engels, bu çalışmasıyla Marx’ın Etnoloji Defterlerinde yarım bıraktığı işi, Marx’ın ölümünden sonra kaleme aldığı bu kitapla tamamlamaya çalıştığını söylüyor.
Kitap, hem kadınların kurtuluşu perspektifi, hem de materyalist tarih kavrayışı açısından kritik önemde. Kadınların ikincilleştirilme süreçlerinin sınıflı toplumların varlığı ve gelişimine bağlı olarak nasıl ortaya çıktığını, her yeni üretim ilişkisi içinde nasıl form değiştirdiğini ortaya seriyor. Bununla sınırlı kalmıyor; ailenin, özel mülkiyetin ve devletin ezeli ebedi kurumlar olmadığını, iktisadi – toplumsal- tarihsel koşulların ürünleri, bu nedenle de bilinçli ve örgütlü insan eylemiyle pekala ilga edilebilir, dönüştürülebilir olduklarını gösteriyor. Ataerkinin ezelden ebede var olan metafizik bir olgu olmadığını, aşılabilecek bir tarihsel form olduğunu anlatıyor; kadınların ancak sosyalist bir devrimle mümkün olan özgürleşme süreçlerine ilişkin de bir eylem kılavuzu sunuyor.
ÜRETİM VE YENİDEN ÜRETİMİN AYRILMAZLIĞI
Engels toplumun tarihsel gelişimini anlamanın başlangıç noktasının üretim ve yeniden üretim süreçleri olduğunu anlatıyor. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde tarihsel değişim ve dönüşüm süreçlerini üretim ve yeniden üretim içine kuran tez şöyle:
“Materyalist anlayışa göre, tarihte son tahlilde belirleyici etken, dolaysız yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Bu ise yine ikili bir karaktere sahiptir. Bir yandan yaşam araçlarının, gıda, giyim, barınak ve bunlar için gerekli aletlerin üretimi; diğer yandan, bizzat insanların üretimi, türün üremesi. Belli bir tarihsel dönem ve belli bir ülkedeki insanların içinde yaşadıkları toplumsal kurumlar, bu iki türlü üretim tarafından, bir yandan çalışmanın, öbür yandan da ailenin erişmiş bulunduğu gelişme aşaması tarafından belirlenir…”
Engels’e göre kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik, özel mülkiyetin kamusal alana egemen olan erkeğin elinde yoğunlaşması, üretim ile yeniden üretimin, özel-kamusal alanların ayrışması ile bağlantılı olarak biçimlenir.
Doğrudan kullanım için üretimin hâkim üretim biçimi olduğu sınıflı toplumlar öncesinde var olan cinsiyete dayalı işbölümü, cinsiyet eşitsizliği içeriğine sahip değildi. Kadınlar üretici ve yeniden üretici rollerini bir arada sürdürebiliyorlardı, yani her iki cinsiyet de üretici emek sergiliyordu. Ancak sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla mübadele için üretim hâkim biçim olmaya başlayınca, cinsiyete dayalı iş bölümü cinsiyetler arasındaki eşitliği aşındırmaya başladı.
Kadınlar, ilkel komünal toplumun dağılması, özel mülkiyetin ve sınıfların ortaya çıkması, “Ataerkil aile ve ondan da çok tek-eşli olan bireysel aile”nin oluşması ve toplumun ekonomik birimi olması sürecinde ezilen bir cinsiyet haline geldi. Çocukların bakımı ve yetiştirilmesi, ev yönetimi ve diğer ev içi işler toplumsal bir iş olmaktan çıkarak, ailenin ve ailenin içinde de kadının üstlendiği özel bir hizmet olma özelliği kazandı. Engels’in ifadesiyle, “toplumsal üretime katılmaktan uzaklaştırılan kadın, bir başhizmetçi oldu.” Üretim ve ticaret gitgide evin dışında gerçekleşmeye başladıkça hane esas olarak yeniden üretim alanına dönüştü. Böylece kamusal ve özel ayrımı başladı, mülk sahibi ailelerde de kadınlar giderek daha fazla eve hapsoldu. Engels kadınlar üzerindeki tahakkümün ve ezilmenin kökenlerinin hane içindeki yeniden üretici rolünde ve ailenin toplumda ekonomik bir birim olmasında yattığını ileri sürer: “Modern bireysel aile kadının açıktan ya da örtülü bir şekilde köleleştirilmesine dayanmaktadır ve modern toplum, bu bireysel ailelerin birer molekül olduğu bir kütledir” der. Bu durum, sınıflı toplumların, özel mülkiyet ve emek sömürüsünün aldığı biçimlerin (kölelik, serflik ve ücret köleliği) belirlediği toplumsal koşullar temelinde, yeniden ve yeniden üretilerek günümüze kadar geldi. İlk sınıflı toplum olan köleci toplumdan bu yana bütün sınıflı toplumlarda kadının, ezilen bir cinsiyet olma durumu, toplum ve aile içerisindeki ikincil ve eşitsiz konumu devam etti.
KAPİTALİZMİN ÖZGÜNLÜĞÜ
“Kapitalizm ile ataerki arasındaki kritik ilişki, ‘yeniden üretim’ üzerinden kurulmaktadır. ‘Yeniden-üretim’in‘locus’u , hâlâ ve büyük ölçüde ailedir” .Sermaye ve devlet kadınların gelecekteki emekçi kuşakları üretme kapasitelerini düzenleyebilmeye ihtiyaç duyar, sömürülmeye uygun emek-gücü böyle elde edilir. Yeniden-üretim, bu anlamıyla, insanın yaratımından daha fazlasını içerir. Yani üretim ve yeniden-üretim karşıt ya da birbirinden ayrı değildir; aksine, çocuk yetiştirmek de dâhil olmak üzere, kapitalist üretimin tüm unsurları, bütünün diyalektik parçalarıdır. Üretim ve yeniden üretim, kamusal ve özel hayat, dışarıdaki iş ve evdeki iş, fabrika ve mutfak gibi somutlanabilecek iki apayrı alanda gerçekleşmez. Tersine birbirini etkiler. Bu bağlamda üretimi ve yeniden üretimi birbirinden ayrı düşünen ikili sistem teorilerinin aksine, Marksizm maddi yaşamın üretim ve yeniden üretimini aynı sürecin birbiri üzerinde etkide bulunan görünümleri ve/ya momentleri olarak görür.
Engels’in yapıtının ana çerçevesi ve toplumları analiz etmekte kullandığı diyalektik ve tarihsel materyalist yöntem, bugün de kadınların evde ve ailede emek gücünü yeniden üretmek için sarf ettikleri zihinsel, fiziksel ve duygusal emeği ve bu emeğin sınıf sömürüsü ve kadınların ezilmişliği ile nasıl ilişkilendirilmesi gerektiği konusunda zihin açıcıdır. Tam da bu nedenle; sadece bir antropoloji kitabı değildir. İnsanlık tarihine dair yaptığı analizlerden çıkarılacak sonuçlar; geleceğin nasıl kazanılacağına da ışık tutar.
Bu analiz yöntemi, kapitalizm için kadınların boyunduruk altına alınmasının, kapitalist genişleme ve hep daha fazla büyüyecek bir emek gücü –kadın bedeninin tahakküm altına alınmasıyla yeniden üretimi mümkün olan özel bir meta olarak– tedarikini güvence altına almak için yaşamsal önem taşıdığını ortaya koyar. Bu nedenle, kapitalizmde ataerkil toplumsal ilişkilerin varlığı basitçe önceki üretim biçimlerinden aktarılmış örtük bir kalıntı ya da ayrı bir biçimde ilerleyen ayrı bir üretim biçimi değildir. Aksine bu ilişkiler “kapitalizmin sönmeyen ateşinin benzinini” yani emek gücünü yeniden üretmek için mutlak surette gereklidir. Ataerkil ilişkileri yeniden üreten şey egemen üretim biçimidir ve bu üretim biçiminin kendisi kaçınılmaz olarak ataerkildir. Yani ataerki, üretim biçiminin dışarıdan etkilediği bir olgu değildir. Emek gücünün toplumsal yeniden üretiminin ataerkil karakteri kadınların ezilen cinsiyet olması sorununu sınıfsal bir mesele haline getirir, tam da bu nedenle kadının özgürleşmesi sınıf mücadelesinin alanına girer. Kadının ezilen cinsiyet olarak büyük ölçüde üstlendiği bu işlerin, toplumsal bir iş haline gelmesi, kadının toplumsal üretim sürecinde ve toplumsal hayatın tüm alanlarında özgürce yer alması ve bu yer alışı alt ve üst yapıda engelleyen tüm unsurların yok edilmesi ise özel mülkiyet ve üretimin kâr için yapıldığı kapitalist toplum koşullarında olanaksızdır. Cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelede bu sınıf perspektifinin korunması, kadınların üzerindeki baskıyı kendi eşitsiz güç ilişkilerinin bir parçası haline getirmiş olan bir sömürü sistemine topyekûn bir karşı çıkışı da zorunlu kılar.
Sınıflı toplum ve cinsiyet ezilmişliği kapitalizmden çok önce var olduğu için, Marx’a göre tahakkümün ekonomik biçimi olan özel mülkiyetin kökünden sökülmesinden daha fazlasına ihtiyaç vardır. Ezilmişliğin ve egemenliğin değişik türleri diğer alanlarda ve üretim biçimlerinde varlığını sürdürür. Cinsiyetçi baskılarla ilgilenmeden böyle bir sınıfsız toplum kurma yolundaki her girişim başarısız olur. Yani sorun, yeni bir toplum yaratılması sürecine bırakılacak ve sosyalist devrimin sonucu otomatik olarak gerçekleşecek bir şey değildir. Yani sorun sadece kapitalizmin yıkılması değil, tüm ezilmişliklere son vermektir.
KİTABIN TOPLAMINDAN NE TÜR KURAMSAL SONUÇLAR ÇIKAR?
■ Öncelikle kadının ikincilliği evrensel değil, üretim ilişkilerinin karmaşık biçimlenişi içerisinde şekillenen tarihsel-toplumsal bir olaydır.
■ Bu ikincillik, kadının üretim (maddi yaşam araçlarının üretimi) ve yeniden üretimdeki konumuyla bağlantılıdır.
■ Geçim kaynaklarının kolektif olarak üretildiği ve tüketildiği küçük ölçekli toplumlarda gerek bireyler, gerekse toplumsal cinsiyet rolleri arasındaki ilişkilere eşitlik ilkesi damgasını vurur.
■ Her durumda özel mülkiyet ve devletin biçimlenişiyle kadın cinsinin ikincilleşmesi arasında bir koşutluk saptamak mümkündür.
■ Engels’in analizinde; ataerki ilişkiseldir; farklı tarihsel bileşimlerde hayat bulur, değişen konjonktürlerde (toplumsal, siyasal, ekonomik, ulus aşırı) sürekli olarak yeniden tanımlanır ve elbette çeşitli direniş biçimleriyle değişikliğe uğrar, yani mekanik olarak yeniden üretilmez.
■ Ataerki ile sermaye ilişkisini içsel bir ilişki olarak görmek; aynı zamanda ataerkiyi tarihsel bir olay olarak görmek ve insan yaşamındaki bazı özgül koşulların sonucunda ortaya çıkmış ve bu koşullar ortadan kalktığında kendisinin de mevcudiyetinin sona ereceği bir şey olarak anlamaktır.
■ Engels, kadın-erkek eşitsizliğinin özel ve kamusal alanların ayrılması, kamusal alanın özel alan karşısında öncelik kazanmasıyla bağlantısını feminist literatürden yaklaşık yüz yıl önce ortaya koymuştur.
YENİ VERİLER ENGELS’İ YALANLIYOR MU? YA DA BİR ‘YÖNTEM’ MESELESİ...
Kitap, yalnızca yazıldığı tarihte değil, bugün de pek çok tartışmanın ve eleştirinin konusu oldu. Engels’in tezlerini dayandırdığı kimi antropolojik verilerin sonraki bulgularla yanlışlandığı, elde edilen kanıtların Engels’in evrimci toplum analizine dayanan kimi değerlendirmeleri boşa çıkardığı ifade edildi.
Aslında Engels de “tamamlanamamış bir çalışma” olarak değerlendirdiği kitapta yeni kanıtlar ortaya çıktıkça güncellemeler ve ayıklamalar yapmaya devam etti. Dördüncü Almanca baskısının ön sözünde Morgan ile ilgili olarak belirttiği gibi, ortaya çıkan kanıtlarla “Morgan’ın belirli noktalara ilişkin hipotezlerinden bazıları sarsıldı, hatta savunulamaz hale geldi.” Ancak Morgan’ın yöntem ve teorisinin temel ilkeleri sarsılmadı. Aynısı, Engels’in ailenin kökenine ilişkin çalışması için de geçerlidir.
Marx ve Engels açıklamalarını, dönemlerinin mevcut arkeolojik ve antropolojik kanıtlarına dayandırdılar; bu bilimler nispeten yeni bilimler olduğu için çok sınırlı olan kanıtlara... Doğrudur; yeni antropolojik bulgular, henüz Darwin’in evrim teorisini ortaya atışının üzerinden çok kısa zaman geçmişken böyle bir çalışma yapan Engels’in eksik değerlendirdiği ya da değerlendiremediği pek çok noktayı bugün daha iyi bilmemizi sağlıyor.Ama örneğin; yeni antropolojik bilgiler, küçük ölçekli toplumlarda kadın-erkek ilişkilerinin, sınıflı toplumlara göre daha eşitlikçi olduğu, kadınların çok daha özerk davranabildikleri olgusunu yanlışlayamıyor. Her durumda özel mülkiyet ve devletin biçimlenişiyle kadın cinsinin ikincilleşmesi arasında bir koşutluk saptamak mümkün.
Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabındaki temel zaaf, tüm insan toplumlarının kaçınılmaz olarak geçtikleri varsayılan çeşitli evrelerden oluşan evrensel ve tek-hatlı bir evrim tasavvurudur. Günümüzde toplumsal değişme süreçleri çok-yönlü, çoğul-nedensellikli ve çok olasılıklı olarak açıklanabiliyor. Ancak bu zaaf, yapıtın ne maddeci tarih kavrayışı, ne de kadınların kurtuluşu perspektifi açısından önemini azaltmaz.
Bir diğer konu da “anaerkillik” meselesi. Eleanor Burke Leacock, İrokualar’da kadınların meyve-sebzelerin, et ve diğer eşyaların depolanmasını nasıl kontrol ettikleri, evlilikleri ayarladıkları ve liderleri aday gösterip indirdiklerini anlatır. Köken’in okuyucuları, ve hatta kimi sosyalistler bu dönemi “anaerkil”, yani ataerkiden önceki bir dönemde kadınların erkekler üzerindeki kurumsallaşmış kontrolü olarak anlayıp, anlattı. Oysa Engels, “anne hakkı” derken anaerkiyi değil ana soyluluğu kast eder. Engels’e göre ana soyluluk her durumda babasoyluluğu öncelemiştir.
Köken, bir antropoloji kitabı değildir, Engels’in çalışması sınıf mücadelelerine ilişkin siyasal bir çalışmadır. Temel tezi; ailenin, özel mülkiyet, devlet vs kurumların ezelden beri var olan değişmez, meşru, “doğal” kurumlar olmadığı, belirli ekonomik, politik, tarihsel, toplumsal koşulların ürünleri olduğudur. Kitap, kadınların ezilmişliği, üretim ilişkilerinin karmaşık biçimlenişi içerisinde şekillenen, dolayısıyla tıpkı bu kurumlar gibi ezelden ebede var olacak doğal, meşru ve değişmez olmayan bir sorunsal olduğunu ortaya koyarken, Marksizmin diyalektik ve tarihsel materyalist yönteminin nasıl kullanılacağını da gösteriyor. Bu yöntem; bugün kapitalizmin farklı evrelerinde kadınların ikincilleştirilmesinin farklı zaman ve mekanlarda, farklı biçim ve yöntemlerle nasıl sürdürüldüğünü anlamak için de vazgeçilmez bir yöntem.
Peki bu yöntemle yazılmış olan bu kitap bize ne öğretmektedir?
“Tüm toplumsal ilişkiler bir toplumda egemen olan üretim ilişkilerinden kaynaklanır”, yani siyasi yapılar, devlet, hukuk ve ideolojinin tüm biçimleri üretim tarzı ve onun üzerinde şekillenen üretim ilişkilerine göre belirlenir. Bu anlayış bize “temel bir insan doğası” olmadığını da gösterir; aksine sadece insan doğasının tarihsel belirli biçimleri vardır. İnsan doğası feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve diğer üretim biçimlerine özeldir. Yani tarihseldir. Bu bakımdan “kadınlara ve erkeklere doğaları gereği bir şey atfetmek” olanaklı değildir. Kadınların ezilmesinin nedeni “kaynağı belirsiz, tarihsiz, doğal, fıtrattan kaynaklanan” bir cinsiyet eşitsizliği değildir. Cinsiyet eşitsizliği bir sonuçtur.
Diyalektik ve tarihsel materyalist yöntem, olguların ve durumların analizinde “Nasıl ortaya çıktı? Nasıl gelişti/değişti? Parçası olduğu sistem içinde nereye konumlanır?” sorularına yanıt vermenin yöntemidir. Örneğin; kadınların ezilmişliği sorununun kapitalizm içindeki görünümlerini incelerken, esasen bu sorunun kapitalist ilişkiler içindeki yerini, kapitalizmin asli bir parçası olarak işlevini, sorunun görünümlerine ilişkin değişimlerin kapitalist sistemin bütünü bakımından anlamını tartışırız. Yoksa sorunu anlamak mümkün olmaz… Ayrıca kapitalist sistem içindeki değişimleri incelerken ve değerlendirirken de kadınların ikincil konumlarının etkisini ve sonuçlarını da hesaba katmamız gerekir. Kadınların eşitsizliği, kapitalizmin bir ürünü değil, bir girdisidir. Kapitalizm, kendisini önceleyen sistemlerden devraldığı eşitsizlikleri kendi işlerliği doğrultusunda dönüştürerek içselleştirmiş ve işlevleştirmiştir. Kapitalizm ataerkiyi yeniden üretir. Kapitalizm bizzat eşitsizlik üzerinden, ilk başta özel mülkiyet biçimini alarak doğmuştur ve ayrıca kapitalizm eski ve yeni ataerki biçimlerini, ırkçılığı ve şiddetle boyunduruk altına alma yöntemlerini kullanarak meydana gelmiş bir tarihsel formasyondur. Ataerki yalnızca eril tahakkümü değil, sistematik bir baskıyı ifade eder; çünkü yeniden üretim, üreme ve cinsellik üzerindeki sistematik denetime işaret eder.
Ataerki ile sermaye ilişkisini içsel bir ilişki olarak görmek; aynı zamanda ataerkiyi tarihsel bir olgu olarak görmek ve insan yaşamındaki bazı özgül koşulların sonucunda ortaya çıkmış ve bu koşullar ortadan kalktığında kendisinin de mevcudiyetinin sona ereceği bir şey olarak anlamaktır.
İlgili haberler
GÜNÜN BELLEĞİ: Marksizmin izinden Eleanor Marx
Kapitalizm koşullarında kadınların durumunu ortaya koyan Eleanor, ustaları Marx ve Engels’den öğrend...
Kadınlar Karl Marx’a ne borçludur?
Bundan tam 118 yıl önce Zetkin’in, Marx’ın ölümünün 20. yılında kaleme aldığı ‘Kadınlar Karl Marx’a...
Sosyalizme adanmış bir yaşam: Jenny Marx*
Jenny Marx, dünya üzerindeki etkisini görecek kadar yaşayamadı, ama onun katkısı bugünün sömürüsüz b...
Engels’in Jenny Marx’ın ölümü üzerine yazdığı mekt...
Karl Marx'ın büyük kızı Jenny Caroline Longuet-Marx 11 Ocak 1883'te öldü. Ölümünün ardından Engels'i...
Clara Zetkin - Eleanor Marx: Sosyalist karşılaşma...
Clara Zetkin’in tarihi konuşmalarından biri olan Gotha Kongresi konuşması, Eleanor Marx’ı da çok etk...
198. doğum yıl dönümünde Engels’i hatırlamak
28 Ekim 1820’de Almanya’da doğan Friedrich Engels bugün 198 yaşında. Engels’i ‘Ailenin, Özel Mülkiye...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.