Giysi geleneksel devletin dinini, modern ulus/devletin yüzünü gösteren bir simge olarak kullanılabilme potansiyelini taşıdığından aynı zamanda siyasal gündemde en fazla üzerinde durulan konudur. Kamusal alana, dışarıya çıkmaya başlayan, görünürlükleri giderek artan kadınların denetlenmelerinde önemli bir araç olarak görüldüğünden, çeşitli dönemlerde kadınların giysisine ilişkin olarak fermanlar yayınlanmış, kadınlar üzerinde denetim kurulmaya çalışılmıştır.
Kadının toplumun, devletin, erkeğin, kültürünü, maneviyatını, özünü temsil eden bir sembol olarak simgeleştirilmesi bunda belirleyici olmuştur. Simgeleştirilme, kadınların her alanda eğitim, sosyal, ekonomik ve özellikle de cinsel alanda denetlenmesini, kontrol altına alınmasını da beraberinde getirmiştir. Sonuçta dini söylemi aşan bir ataerkil geleneği doğurmuştur. Bu düşünce aynı zamanda, kadını özerk bir insan olarak gören değil, baba ya da kocanın mülkü sayan binlerce yıllık ataerkil bir anlayışa da tekabül etmektedir.
Yani sadece tek tanrılı dinlere ya da İslamiyete özgü bir kural olarak bildiğimiz kadınların örtülmesi daha önceki dönemlerde de vardır. Buna yönelik kurallar çıkarılmıştır. Kadınların ve erkeklerin yaşam alanlarının ayrıldığı Antik Yunan Sitelerinde, klasik Müslüman evinin haremlik/ selamlık sistemine benzer bir sistem vardı. Evler yüksek duvarlıydı ve pencereleri çok azdı. Evli kadınlar konukların ağırlandığı andron adı verilen odada asla görülmezlerdi. Kadınlar evin sokaktan uzak ve erkeklerden ayrı bölümlerinde yaşarlardı. Orta ve üst sınıftan kadınların cenaze törenleri ve dinsel ayinlerde sokağa çıkmaları pek mümkün değildi. Sokağa çıktıklarında kadınların dışarı giysileri, onları yabancı erkeklerin gözlerinden koruyacak şekilde olmalıydı. İ.Ö. 6. yüzyılda Salon Yasaları, kadınların ne zaman sokağa çıkabileceklerini, çıktıklarında nasıl giyineceklerini, hatta ne yiyip ne içeceklerini belirleyerek kadınların ortalıkta görünmemelerinin daha hayırlı olduğunu kurala bağlamıştı.
İtalya’da 13. yüzyılda usulüne uygun olarak evlenmiş saygın kadınların bir gösterge olarak peçe takmaları konusunda ısrar edilmişti. Oysa vesikalı fahişelere bu türden bir örtünme yasaktı. 1638 tarihli bir Floransa Düklüğü Nizamnamesi’nde ‘erkek’ vatandaşlarından, evliliklerinin altıncı yılından sonra, karılarının renkli elbiselerini çıkartmaları, yerine siyah giysiler giymeleri istenebilmiştir. Bunların belden yukarısı, kolları ya da yakaları renkli olabilirdi. Ancak kadınların çocuk doğurmaya yarayan üretken yıllarının bittiği on ikinci yıldan sonra, tamamen siyah olmalıydı giysileri.
Siena’da ise, ilk evliliklerinin ikinci yılından sonra tüm kadınlar renkten mahrum bırakılmıştı. Koyu renkli ferace için ferman Osmanlı toplumunda da benzer uygulamaları görürüz. Kadınların giysisi dini kurallara uygun olmalıydı. Özellikle Müslüman kadınların giysisi baş örtüsünden, dış giysiye, ayakkabıya dek her seferinde çıkarılan fermanlarla yeniden tanımlandı, İslam kadınlarının bed renk, çirkin renk denilen sarı, pembe, mavi ve benzeri açık renk giymemeleri, yeni moda akımlara uymamaları konusunda uyarılar yapıldı.
Giysi, kadınların iç mekândan dış mekâna geçmelerinin yönünü ve sınırlarının bir ortaya koyan önemli bir göstergedir. 1772’de Galata kadısına yollanan bir fermanla terzilerin geniş yakalı feraceler dikmesi, kadınların ise evlerinin dışında böyle feraceler giymesi yasaklanıyor, bu türden ferace dikenlerin dükkânlarının kapatılacağı, yasağa uymayan terzilerin tutuklanacağı uyarısı yapılıyordu:
“Galata Kadısına hüküm ki, kadınların rengârenk şali softan ferace giymemeleri için evvelce emirler çıkarılarak tenbih olunmuşken bu esnada bazıları o tenbihe muhalif hareket ve ekseriya bed renk ve yakaları belleriyle beraber ferace giyip gezdikleri Padişah Hazretleri tarafından görülmüş olduğundan bundan sonra kadınlar şali softan ve açık bed renk çuhalardan ferace giydikleri çuha feraceleri ancak koyu yeşil, güvez nefti gibi koyu renklerden olmak hususunda Hatt-ı Hümayun çıkmıştır. Bu elbise namahremden örtünmek için olduğundan ancak koyu renkli çuhalardan yakaları da eski adet üzere küçük olması ve bu yasak edilmiş elbiseyi biri giyerse derhal tutulup layık olduğu cezanın verileceğini mahallesi ahalilerine anlatmaları için Galata, Tophane, Beşiktaş, Fındıklı, Hisar vesair yerlerdeki imamları çağırıp bildirdikten sonra o havalide olan terzilerin Kehdüda ve Yiğitbaşısını da getirip bundan böyle adı geçen esnaftan biri şali soft ve açık renk çuhalardan ferace dikerse başkalarına ders için dükkanları kapatılıp kendileri uzak diyara gönderilerek kalede hapsedileceklerini hepsine ayrı ayrı bildirmesine...”
1789’da, 3. Selim döneminde çıkarılan fermanda ise, yanlarında aile erkekleri olmadan yolculuk eden kadınları gezdiren kayıkçılar ceza ile, uygun olmayan giysi giyen kadınlar ise, ölümle tehdit edildiler: “Kaymakam Paşa; mecmu’ (bütün) iskelelere tenbih edeceğiz bu günden sonra karılar yağlı kayık binmesun ve hangi kayıkçı yağlı kayıklara bindirirse katl ederum ve kayığını batırırım. Müslüman karıları frenk libası şemsiye ile geziyorlar tenbih ede bi el esbab libasçı görürsem öldür derim bir sıkı tenbih edesiniz.”
Kadınların kıyafetleri bugün de onlar üzerindeki erkek egemen baskı ve denetimin önemli bir göstergesi olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Petrol-İş Kadın Dergisi Sayı:32’den alınmıştır.
İlgili haberler
Ayşegül Terzi davası: Saldırgan olayı hatırlamıyor...
Şort giydiği gerekçesiyle Ayşegül Terzi’ye saldıran Abdullah Çakıroğlu davası görüldü. Bu zamana kad...
Minibüste şortlu kadını darbeden saldırgan serbest...
Ramazanda şort giydiği bahanesiyle Melisa Sağlam’a saldıran Ercan Kızılateş tutuklama istemiyle sevk...
Maçka’da özel güvenlik tacizi: Bu kıyafetle dolaşa...
Maçka Parkında özel güvenlikçiler bir kadını “Bu kıyafetle parkta dolaşmana izin vermem” diyerek tac...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.