“Adam, sen, adil olabilir misin? Sana bu soruyu bir kadın soruyor. En azından bu hakkı ondan alamazsın. Söyle bana, benim cinsimi baskı altına alan, kendinden menkul iktidarı kim verdi sana? Gücün mü? Yeteneklerin mi? Yaratıcıyı hikmetinde tanı. Yakınlaşmayı ister göründüğün doğanın ihtişamı içinde şöyle bir yürü ve eğer cesaret edebilirsen, senin baskıcı egemenliğine kaynak oluşturabilecek bir örnek bul. Hayvanlara git, elementleri araştır, bitkileri incele, evet, doğanın işleyişine bak ve eğer sana bunun için gerekli araçları gösterirsem, kanıtlarımı kabul et. Eğer yapabilirsen, doğanın düzeni içinde cinsleri ara, araştır ve karar ver. Onları her yerde, herhangi bir ayrım olmadan birlikte görebilirsin; onlar her yerde uyumlu bir topluluk olarak bu ölümsüz şaheseri yaratmak için çalışıyor. Yalnızca erkek, istisnayı kendisine kural edindi. O, alışılmadık biçimde, kör, bilim cephesinden de destek alarak ve dejenere olmuş bir biçimde, aydınlanma ve aklın yüzyılında görülmedik bir bilgisizlik ve despotizmle, bütün entelektüel yeteneklere sahip bir cinsi boyunduruk altına almak istiyor. O, devrimin getirdiklerinden yararlandığını iddia ediyor; daha fazlasını söylememek için, eşitlik hakkını öne sürüyor.” (1)
Yukarıdaki alıntı, Fransız Devrimi sırasında (7 Eylül 1791) Olympe de Gouges tarafından kaleme alınan “Kadının ve Kadın Yurttaşın Hakları Bildirgesi”nin giriş bölümünden aktarıldı. Bugünden bakınca eşitlik sorununa oldukça naif bir yaklaşım olsa da 230 yıl sonra bile güncel karşılığı olan cümleleri görmek insanı şaşırtıyor. Ama daha şaşırtıcı bir durum var: 230 yıl önce “… kadını boyunduruk altına almak isterken (adam) … devrimin getirdiklerinden yararlandığını iddia ediyor ve eşitlik hakkını öne sürüyor…”
Oysa, Türkiye’de yeni anayasa taslağını hazırlayacak AKP’nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı, 2014 yılında “eşitlik hakkı”nı öne bile sürmüyor, düpedüz, eşitsizliği savunuyordu. “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz çünkü o fıtrata terstir…” diyerek, kadına yönelik yaklaşımını gayet net ortaya koydu. Her fırsatta “kadın erkek eşitliğine inanmadığını” açıkça söylemekten veya bu sonuca çıkan sözler etmekten de hiç kaçınmadı. Kadınların doğuracağı çocuk sayısını belirledi; kürtajın yasaklanmasını savundu.
Konuşmalarında kadını sadece “annelik” işleviyle yüceltti, kadını bir birey olarak, hakkı hukuku olan bir yurttaş olarak telaffuz etmemeye özen gösterdi.
Cumhurbaşkanı kadın eşitliği konusuna böyle eşitsizlik güzellemesi ile yaklaşırken, yürürlükteki Anayasa’nın 10. Maddesinde 2004 yılında (yani yine AKP iktidarı sırasında) getirilen bir ek ile “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” cümlesi yer alıyordu. Hala mevcuttur.
İktidar cephesinden bugüne kadar sayısız kez, tabii ki -tamamından birkaç eksiğiyle- tümü de erkek olan etkili/yetkili pek çok aktör, kadınları yönetilmesi gereken ikinci cins; sokağa erkeksiz çıkması ve hele hele sokakta kahkaha atması iffetsizlik sayılan bir utanç kaynağı; eşi, babası, abisi, patronu gibi erkek himayecilerinin emrine amade bir hizmetkar ve bu hayattaki yeri sadece evi, çalışsa da –onlar zaten pek makbul kadınlar değil- işi gücü erkek nüfusun temizlik, yemek ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret, adeta adı konulmamış bir köle gibi değerlendiren açıklamalar yapmakta neredeyse yarıştılar.
Sosyal medyada önüne gelen sarıklının kadınlarla ilgili belden aşağı açıklamalar, aynı içerikli fetvalarla bu yaklaşıma yaptıkları ‘büyük katkıların’ videolarından geçilmez oldu. Bütün bu açıklamalar ortadayken, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve TBMM Grup Başkanvekili olan Özlem Zengin Haziran 2020’de TBMM’de yaptığı bir konuşmada “Bu ülkede AK Parti gelene kadar kadın kelimesinin adı yoktu Türkiye’de” diyerek kendisinin dahi üzerinde politika yaptığı zemini yaratan, bırakalım Cumhuriyeti, ondan önce Osmanlı döneminden beri kadınların eşitlik, özgürlük, çalışma koşullarının düzeltilmesi, seçme, seçilme hakkı, ifade özgürlüğü, bütün diğer kadın ve insan hakları için verdikleri mücadeleleri bir kalemde yok sayarak, “bir kadın olarak” partideki siyasetçi erkek meslektaşlarını ve hariçten bu konuda iktidara destek veren diğer zevatı da geride bırakmıştı. Özlem Zengin’e göre kadının tarihi de AKP ile başlıyordu!
Uşak Cezaevi’nde kadınların çıplak aramaya tabi tutulduğuna ilişkin haberlere “Yok öyle bir şey” diye yanıt vermesi üzerine geçtiğimiz günlerde aynı işkenceyi yaşadığını ifade eden, çoğu başörtülü pek çok genç kadın, videolar yayınlayarak, bu travmatik, ağır hak ihlali niteliğindeki deneyimlerini kamuoyu ile paylaştılar. Özlem Zengin, kameralara parmağını sallayarak “Onurlu kadın, ahlaklı kadın bir sene beklemez, bu kurgusal bir olaydır…" sözleriyle en başta kadınların tepkileriyle karşılaştı. Tartışılacak başka boyutlarını bir yana bıraksak bile cezaevinde çıplak aramaya maruz kalan bir kadın “anında” rahatsızlığını söylemez olur mu? Elbette söylemiştir, ama cezaevindeki bu tepkiyi kim duyar? Sanki, cezaevi infaz koruma memurları, “rahatsızlığını beyan eden” kadınların karşısında elpençe divan durup “Aa affedersiniz!..” diyecekler!.. Özlem Zengin, öfkeyle parmak sallayarak, iktidarda olmanın gücüne yaslanarak, böyle iddiaları dile getirenleri susturmaya korkutmaya çalışıyor.
Bunlara, AKP’nin İstanbul Sözleşmesi’ne karşı kapsamlı propaganda çalışmasını ekleyelim. Kadınları sokakta, evde işte her an şiddet beklerken, neredeyse Suriye İç savaşında hayatını kaybeden insan sayısı kadar kadın, AKP iktidarı sürecinde cinayete kurban gitmişken ve kadına yönelik şiddetin had safhaya ulaştığı bir zamanda İstanbul Sözleşmesi’nden adeta “kurtulmak” için elinden geleni ardına koymayan AKP’nin, yine kadınların yaygın ve direngen tepkisi sonucu bu girişimi ertelediğini unutmamak gerekir.
Kaç çocuk doğuracağıyla, kılığıyla kıyafetiyle, kahkahasıyla, iffetiyle, onuruyla, ahlakıyla pek yakından ilgilendiği işçi-emekçi kadınların ağır çalışma koşullarına, sabahın köründe yola düşüp, hava karardıktan nice sonra yorgun argın eve geldiğinde kendisini bekleyen evdeki ikinci mesai ile bir hayat geçirdiğini ama yarısından fazlası kayıtsız çalıştırıldığı için emekli olmayı hayal bile edemediklerini AKP iktidarı hiç umursamıyor.
Bütün salgın süresince hiçbir önlem almadan, hiçbir destek düzenlemesi yapmadan işçilerin her an işten atılma korkusuyla, açlık ile salgın arasında tercih yapmak zorunda bırakıldığı, salgın bahane edilerek ilk işten çıkarılanların kadın işçi ve emekçiler olduğu, kayıtlı çalışan kadın oranında bile resmi rakamlara göre yüzde 3 ile 5 arasında azalma, yani işten çıkarmalar ya da zorunlu çıkışlar olduğunu biliyoruz. Hem ekonomik kriz hem salgının bütün yükünün işçi-emekçilere yıkıldığı, asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, buna karşın her ay temel tüketim ürünlerine, elektrik, doğalgaz ve akaryakıta zam üstüne zam yapıldığı, bundan da en yoğun bir şekilde ve çok yönlü kayıplarla kadınların etkilendiği açık bir gerçek.
20 YILDA 20. ANAYASA TARTIŞMASI
Hal böyle iken işçi ve emekçilerin bütün bu yaşamsal sorunlarına hiçbir çözüm üretmeyen AKP’nin yeni bir anayasa hazırlığını gündeme getirdiğini görüyoruz. Böylelikle yaklaşık 20 yıllık AKP iktidarı boyunca 20. kez anayasa tartışmasıyla karşı karşıya kaldık. Önceki 19 anayasa değişikliği sırasında 177 maddeden ibaret Anayasa’da 184 ayrı değişiklik yapılmış olması ihtiyacı karşılamadı.
KİMİN İHTİYACI İÇİN YENİ ANAYASA YAPILACAK?
İktidarın siyasi çıkarları için gerektiğinde hatırlanan, sık sık ihlal edildiği sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesinin pek çok kararı ile bile sabit olan mevcut anayasaya uyulmazken, neden yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulur?
Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar-Erdem Gül kararı için Cumhurbaşkanı Erdoğan “Anayasa Mahkemesinin verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” demişti. (2) Enis Berberoğlu’na ilişkin ihlal tespit ederek yeniden yargılanmasına dair verdiği kararı bir ağır ceza mahkemesinin uygulamayıp yargılama yapmayarak anayasayı yeniden ihlal etti. Ama hükümetin hiçbir tepkisine uğramadı. Öyleyse, yeni yapılacak anayasaya en başta Cumhurbaşkanı’nın ve hemen ardından mahkemelerin ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uyacaklarının bir güvencesi var mı? Bu sorular çoğaltılabilir. Kanımca en önemli soru kimin ihtiyacı için yeni anayasa yapılacağıdır.
Yukarda sadece kadınlar açısından gündelik hayatın ve siyasal ortamın olağan seyrine ilişkin andığımız olaylar, yeni anayasanın en başta kadınların hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak bir anayasa olmayacağından emin olmamızı sağlıyor. Kahinlik olmasa gerek, 20 yıllık AKP iktidarı sürecinin tüm halka ve biz kadınlara açıkça söylediği ve eylediği her şey, “Yeni” diye hazırlayacakları anayasanın mevcut anayasaya rağmen ve orada yazılı hakların tam tersini savunageldikleri ve koşullar elverdiğinde gerçekleştirdikleri (örneğin, müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi, boşanma ile ilgili mahkeme kararlarında Kur’an’dan alıntı yapılarak gerekçe yazılması vb..) dinsel temellere bağlanan değişiklikler göz önüne alınırsa, esas olarak yeni anayasa ile amacın en başta temel hak ve özgürlükleri kısıtlamak, özellikle kadınları (yazının başındaki Kadının ve Kadın Yurttaşların Hakları Bildirgesi’nde anıldığı adıyla) “boyunduruk” altına alacak hükümler getirerek, şimdiye kadar teşebbüs edip de yapamadıkları kadınlara karşı her türlü hak ve özgürlük gaspını, “yeni” anayasayı gerekçe göstererek yapacakları, “çarşambanın gelişinden perşembenin belli olduğu” kadar bellidir.
2017 yılındaki cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi referandumunda geçen hükümlerin 2018 yılında uygulamaya konmasından beri hatırlanacağı üzere adeta bir geçiş dönemi yaşanıyor. Bir yandan mevcut Anayasa ve yasalar dururken, öte yandan cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile mevcut anayasal ve yasal duruma aykırı yeni düzenlemeler yapılıyor. Hemen her gün sürekli bir değişiklik mesaisi gerçekleşiyor.
Ancak, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan mahkeme, saygı duymayan cumhurbaşkanı örneklerinde olduğu gibi, yargı ne kadar yönlendirme altında olursa olsun, Bahçeli’nin “Yürürlükteki 1982 Anayasa’nda bugüne kadar 19 defada 184 değişiklik yapılmasına rağmen vesayetin derinlere nüfuz etmiş iz ve kalıntıları bir türlü silinememiştir" sözlerinde “vesayet” sözcüğü arkasına saklanarak ifade edilmek istenen, çok açıktır ki, bir zamanlar Avrupa Birliği’ne taahhütleri çerçevesinde yaptıkları değişiklikler, artık AKP iktidarının tam bir tahakküm ile gerçekleştirmek istediği tek adam rejiminin tesis edilmesine ayak bağı oluşturmaktadır.
ANAYASA TARTIŞMALARI ‘DEMOKRATİK GÖRÜNTÜDEN’ BİLE UZAK!
Ekonomisi krize, işçi sınıfı kayıtsız çalışma ve karın tokluğuna, gündelik siyaseti hakaretamiz hezeyanlara terkedilmiş, dış politikası sürekli kayalara çarpan bir ülkede hak ve özgürlük kısıtlamasının artık mevcut yasalarla savunulacak bir tarafının kalmadığının herkes farkında.
Sürekli işçi ve emekçiden yandaş sermayedarlara servet aktarımı yapılırken, yoksullaşmanın nüfusun neredeyse yarısını kasıp kavurduğu bir ülkede halkın refah içinde, mutlu ve huzurlu yaşadığını da kimse iddia edemiyor, haliyle... Dolayısıyla bu koşullar, AKP’nin yeni anayasa ile halka özgürlük, kadınlara eşitlik, yoksullara iş ve sosyal koruma getireceğine dair bırakalım bir umudu, umut kırıntısı bile taşımıyor.
Zaten açıklanan anayasa hazırlama tarzı “her türlü demokratik yöntemden uzak” sözü bile gereksizdir, her türlü demokratiklik “görüntüsünden” uzaktır. AKP “ortağı ile anlaşabilirse” MHP ile birlikte hazırlayacaklar, artık nasıl bir oylama ve kabul süreci işleyeceğine de kendileri karar verecekler.
Anlaşılan odur ki 12 Eylül darbe anayasasından bile anti-demokratik, kısıtlayıcı ve bütün toplumu tek elden dizayn etmeye odaklı, kamusal bütün kurum ve kuruluşların tek elde olduğu, şu anda fiilen gerçekleştirilen her türlü hak ve özgürlük ihlalini yeni anayasa ile meşrulaştırmayı ve daha da fazlasını “vaat eden” bir anayasa yapmayı hedefliyor, iktidar. Gönüllerinde yatan aslan budur! Esasen derhal, uzun bir açıklama yapan Bahçeli, yeni anayasanın çerçevesini kendi partisinin çizeceğini ortaya koymuş bulunmaktadır.
Durum, bütün ezilenlerin, işçi-emekçi, kadın, erkek, mevcut düzenin insanca yaşamasına koşul ve zemin bırakmadığı herkesin ve her kesimin yeni bir mücadele, kapsamlı ve meşakkatli bir mücadele sürecine girdiğini göstermektedir.
Öyleyse, “yeni anayasa kimin ihtiyacı?” sorusunu, bizim, işçi ve emekçilerin, kadın ve gençlerin, ezilmenin ve sömürünün değişik türlerini yaşayan herkesin şöyle sorması daha doğrudur.
HALKIN ANAYASASI NASIL OLMALI?
Halkların, sosyal sınıf ve kesimlerin temel ihtiyaçları nelerdir?
Toplumsal dinamizmi, hak ve özgürlük alanındaki ihtiyacın derinliğini, yaşayan bütün dil, kültür, inanç ve köken zenginliğini tanıyacak, gerek kişisel ve sosyal haklar ve özgürlükler, gerekse kolektif hak ve özgürlükler bakımından çağın en geniş çerçevesine sahip ve bu hakların varlığını ve kullanımını güvence altına alan bir anayasa nasıl yapılmalı?
Doğayı, yer altı ve yerüstü zenginlik ve kaynaklarıyla, bütün diğer canlılarla insanın birlikte ortak yaşam alanı olarak korumayı kamusal bir görev ve hak bilinci haline getirecek, kadınların eşitlik ve hayatın her alanında, her düzeyde eşit katılım ve eşit temsiliyetini, çalışma hayatına isteyen her kadının katılımını ve iş güvencesini sağlayacak, çalışma ortamlarında kadınları risklerden koruyacak, şiddetin ve ayrımcılığın önlenmesini güvence altına alacak, bütün çalışma ortamlarında, kamusal alan ve hayatın her alanında geleneksel ve toplumsal cinsiyet rollerinin sınırlarını kaldıracak ve kadının insan haklarına saygıyı güvenceye alacak bir anayasa yapım süreci nasıl örgütlenebilir?
Kadın, çocuk, genç, yaşlı, engelli, işsiz gibi özel olarak anayasal koruma gerektiren kesimler açısından koşulsuz ve istisnasız olmak kaydıyla, bütün vatandaşlar için eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik haklarının parasız ve kolay erişilebilir kılınmasının güvenceye bağlanması,
Memur-işçi, bütün emekçi kesimlerin ve bütün mesleklerden çalışanların sendika ve grev hakkının kayıtsız koşulsuz güvenceye alınması, işsiz ve gelirden yoksun vatandaşlara sosyal yardım güvencesi sağlanması, ifade, basın, toplantı ve gösteri, dernek kurma hakkı, bilim ve sanat özgürlüğü gibi temel ve klasik hakların koşulsuz gerçekleşmesini sağlayacak bir anayasa,
Kişi dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği gibi devlet ve kamu görevlileri tarafından günümüzde her şekil ve fırsatta çiğnenen hakların kesin güvenceye bağlanmasını temin edecek bir anayasa,
Kimlerle ve hangi yöntemlerle, hangi süreçlerden geçerek hazırlanmalı?
Bütün halk kesimlerinin, bütün dil, kültür, inanç ve ulusal kökenleri temsil eden örgüt ve kurumların, kişilerin, bütün parti, sendika, dernek, üniversite grupları, kadın, gençlik, işçi, işsiz ve memur örgüt ve grupları, benzeri baskı grupları ve sivil toplum örgütlerinin kendi anayasal önerilerini oluşturacak tartışma, radyo, TV programları, çalışma ve toplantıları özgürce gerçekleştirebileceği demokratik bir ortamı ve her aşamada en geniş katılımı nasıl sağlayabiliriz, nasıl örgütleyebiliriz? Ve bu sorulara hayatın her alanından bulacağımız ve vereceğimiz yanıtlar, yeni anayasanın kimler tarafından ve kimin ihtiyacına göre hazırlanacağını belirleyecektir.
(1) Çeviri: Arş.Gör. Ece Göztepe,http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/297/2716.pdf
(2)28.02.2016, Anadolu Ajansı
(3) 13.10.2020 Birgün Gazetesi
İllüstrasyon: Freepik
İlgili haberler
Kadın Koalisyonu: İktidarın anayasa girişimi kabul...
Kadın Koalisyonu, kadınların mevcut anayasal haklarının dahi yok sayıldığı bir siyasi iktidar pratiğ...
Kadınlar için daha fazla güvencesizlik, çok daha d...
AKP iktidarı döneminde kadın istihdamı politikalarını ve bu politikaların kadınların hayatını nasıl...
Pandeminin engelli kadınlara faturası: İşsizlik, ş...
‘COVID-19 Pandemisinde Engelli Kadınlara Yönelik Hak İhlalleri’ raporu, engelli kadınların salgın sü...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.