Dünyanın üç farklı kıtasından, birbirlerinden olabildiğince farklı koşullarda yaşayan üç kadının azimle ve inatla kendi seçim ve tercihlerine koşmalarının, bunu yaparken karşılaştıkları zorlukların ilmek ilmek örüldüğü, birbirine dolandığı, adeta bir saç örgüsüne dönüştüğü bir roman Saç Örgüsü.
Fransa’da 1 milyonu aşkın satış rakamına ulaşan, 40 dile çevrilen ve 9 ödül alan bu roman hem mesafeler hem de yaşam koşulları ile birbirinden okyanuslarca uzak üç kadın karakteri ustaca birbirlerine bağlayan ince kurgusu ile dikkat çekiyor.
Roman İtalya, Kanada ve Hindistan’da yaşayan üç ana kadın karakter etrafında şekilleniyor.
DİRENCİN VE AZMİN SEMBOLÜ SMİTA
Badlapur Köyü, Uttar Pradeş, Hindistan’da başlayan Smita’nın öyküsü roman içerisinde en yüreklere dokunanı. Smita, dört tabakadan oluşan Hindistan kast sistemine dahil bile edilmeyen, aşağılanan en alt kast olan Dalitlerden (Parya-Dokunulmaz) bir kadın. Dokunulmazlar toplumda en aşağı görülen işleri yapıyorlar, tuvalet temizlemek, fare yakalamak, ölü yakmak gibi. Bu işler babadan oğula, anadan kıza aktarılıyor. Smita’nın annesinden kendine geçen mesleği üst tabakadan kişilerin tuvaletlerini temizlemek. Ama Smita, kızı Lalita’nın aynı kaderi yaşamaması için elinden gelen her şeyi yapmaya kararlı. Bu amaçla kızını okula göndermek istiyor. Her ne kadar kızını okula yazdırmayı başarabilse de okulda kızına rahat verilmeyeceğini ilk günden anlıyor. Öğretmen kızını öğrenci olarak değil, hizmetçi olarak görmek isteyince, annesi gibi özgür bir ruh olan Lalita dayak yemek pahasına öğretmene boyun eğmiyor. Smita’ya hayalini gerçekleştirmek için köyünü terk etmek ve kızını okutabileceği bir yer bulmaktan başka çare kalmıyor.
Hindistan’da kadın cinayetlerinin çok yaygın olduğunu, sağlıklı tuvalet hakkının dahi olmadığını, hatta kadınların tuvalet ihtiyaçlarını gidermeye çalıştıkları sırada tecavüze uğradıklarını da hatırlatıyor Smita’nın öyküsü bize. Kitapta Smita’nın bölümlerini okurken adeta temizlediği tuvaletlerin iğrenç kokusunu hissediyor, onun yaşadığı çetin hayat ile kederleniyoruz. Halen bu olağanüstü kötü koşullarda yaşamak zorunda kalan insanların olması canımızı yakıyor. Sanırım bu nedenle en etkileyici kısımlar Smita’nın öyküsünün anlatıldığı bölümler. Ancak bu olağanüstü zor koşullara rağmen, kendisine çizilen sınırlara boyun eğmeyen, isyan eden ve hiç değilse kızının kaderi değişsin diye her türlü tehlikeyi göze alan Smita, direncin ve azmin sembolü gibi duruyor önümüzde.
HAYATINA KENDİ YÖN VEREN GİULİA
İtalya’nın Sicilya bölgesinde, Polermo’da yaşayan Giulia ise babasının atölyesinde çalışan, kitap tutkunu, yaşıtlarının aksine gezip eğlenmek yerine kütüphanenin sessizliğine gömülmeyi seven, “kitap okuyarak koca bulamayacak” olmakla eleştirilen genç bir kadındır. Babasının geçirdiği kaza sonrası nesillerdir faaliyet gösteren, aile yadigârı atölyelerinin büyük bir çıkmaz içerisinde olduğu ortaya çıkar. İçine düşülen maddi çıkmazdan kurtulmak için Giulia’nın önüne ailesi tarafından sunulan seçenek ise eskiden beri kendisine ilgi duyan zengin biriyle evlenmektir. Hem babasının mirasını devam ettirmek hem de atölyede çalışan kadınları işsiz bırakmamak isteyen, kocasına bağımlı, göstermelik bir hayat da kabul etmeyen Giulia tüm ön yargılara, dayatmalara ve kaygılara rağmen attığı cesur adımlarla, hayatına kendi istediği şekilde yön vermeyi başarır.
MÜCADELECİ SARAH
Kanada Toronto’da yaşayan kahramanımız Sarah üç çocuklu bekar bir anne ve başarılı bir avukattır. Sarah, modern toplumun başarılı kadına biçtiği rolu üstlenmiş; ünlü tasarımcıların elinden çıkmış tayyörleri ve mükemmel makyajı ile hırslı, yenilmez, duygularını belli etmeyen, her şeyi planlayan, kariyerini etkilemesin diye hamileliklerini dahi gizlice yaşamış bir işkolik kadındır. Çalıştığı hukuk bürosunda, uğruna ömrünü harcadığı terfinin arifesinde, önüne hiç akılda olmayan bir hastalık çıkar; kanser. Sarah yine kariyeri olumsuz etkilenmesin diye, bu kez hastalığına karşı mücadelesini gizlice yürütmek istese de işler düşündüğü gibi gitmez. Toplumda kadınlar kadar sağlık sorunları olanların da ayrımcılığa uğradığı bir tokat gibi çarpar yüzüne. Ancak Sarah da mücadeleci bir ruh olarak tabii ki pes etmeyecektir.
Saç Örgüsü, su gibi akan, sade, anlaşılır dili, yazgılarına boyun eğmeyen ve kendi kaderlerini ellerine alan kahramanlarının ilham verici hikayeleri ile özellikle kadınlar arasında okunup üzerine sohbet edilesi bir kitap. Herkese keyifli okumalar dilerken, bu tanıtım yazımızı, yazarın son sözlerinden bir alıntıyla bitirelim.
“Eserimi büyük bir ruh ağı gibi,
Birbirlerine saçlarına bağlanan o kadınlara ithaf ediyorum.
Seven, doğan, ümit eden,
Binlerce defa düşüp yeniden ayağa kalkan,
Eğilen ama yenik düşmeyen kadınlara.
Onların savaşlarını biliyorum,
Gözyaşlarını ve sevinçlerini paylaşıyorum,
Her biri biraz ben.”
KÜNYE
Yazar: Laetitia Colombani
Çeviri: Gülşah Ercenk
Yan Pasaj Yayınevi, 1. Baskı Mart 2020
Sayfa Sayısı: 188
KİTAPTAN…
■ Çalışan annelerin yaşadığı o suçluluk duygusunu gayet iyi biliyordu. O duyguyla, Hannah’yı henüz beş günlükken, o dönem çalıştığı hukuk bürosundaki acil bir işi halletmek için bir bakıcının kucağına bıraktığında tanışmıştı. İş yerinde gözü yaşlı bir annenin işi aksatmasına yer olmadığını anlaması uzun sürmemişti. İşe gitmeden önce gözyaşlarını kalın bir fondöten tabakasının ardına saklamayı öğrenmişti. Her ne kadar canı yansa, içi bin parça olsa da bunu kimse ile paylaşmıyordu. Kocasının vurdumduymazlığına, tuhaf bir biçimde bu duygudan yoksun yaratılmış erkeklerin o büyüleyici rahatlığına gıpta etmiyor değildi doğrusu. Erkekler evlerinin kapısından küstah bir boş vermişlikle çıkıyor, işe giderken yanlarına sadece dosyalarını alıyorlardı. O ise tıpkı ağır kabuğunu sırtında taşıyan bir kaplumbağa gibi suçluluğunun yükünü gittiği her yere sürüklüyordu. İlk başlarda bu duygu ile savaşmaya, onu dışlamaya inkâr etmeye çalışmış; ancak başaramamıştı. Ve nihayet hayatında ona bir yer açmak zorunda kalmıştı. Suçluluk duygusu davet etmediği halde gittiği her yere peşinden gelen eski bir yoldaş gibiydi. Bir tarlanın ortasına dikilmiş reklam levhası, bir yüzün ortasında çıkmış siğil gibi çirkin ve gereksizdi, ancak vardı. Oradaydı. Kabul etmekten başka çaresi yoktu. (Sayfa 32)
■ Burada, yaşadığı bu ülkede, tecavüz kurbanlarının suçlu görüldüklerini çok iyi biliyordu. Bu ülkede kadına saygı duyulmuyordu, hele ki o kadın bir Dokunulmaz ise... Dokunmanın, hatta bakmanın bile yasak olduğu bu insanlara hiç utanmadan tecavüz etmek serbestti. Bu topraklarda borcu olan adamı cezalandırmak için karısına tecavüz ediliyordu. Evli bir kadınla ilişkiye giren adamı cezalandırmak için kız kardeşlerine... Tecavüz çok güçlü bir silahtı. Tecavüz en büyük kitle imha silahıydı. (Sayfa 79)
■ Ülke genelinde her yıl iki milyon kadın öldürülüyordu. Her yıl iki milyon kadın hiç kimsenin umurunda olmadan erkek barbarlığının kurbanı oluyordu. Bu durum dünyanın da umurunda değildi. Bütün dünya onlara arkasını dönmüştü. (Sayfa 80)
■ Eğer köpekbalıklarının arasında yüzüyorsanız kanamamanızda fayda vardır. (Sayfa 97)
■ Ne istersen yap ama sakın evlenme. (Sayfa 129)
■ O işin başarılmasının imkânsız olduğunu bilmedikleri için başardılar. (Sayfa 172)
Fotoğraf: kitap kapağı- Canva
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.