Sermayenin devleti varsa bizim de örgütlü gücümüz var!
Bugün düne göre daha yoksulsak, daha fazla sömürülüyorsak ve bunun karşısında sesimizi yükselttiğimizde karşımıza dikilen devlet oluyorsa tekrar dönüp sormak lazım. Bu devlet kimin devleti?

AKP’nin iktidara geldiği zamandan bu yana en büyük oy kaybını yaşadığı 31 Mart yerel seçimlerinin ardından yeni bir döneme başladık. Ekonomik sıkışmışlık seçim sonuçlarına damga vururken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı ilk açıklama, Orta Vadeli Program dahil tüm ekonomik önlemlerin devam edeceğiydi. Bu önlemler sermayedarları mutlu eden, halkı ve özellikle kadınları daha çok sömürüye maruz bırakan bir çerçevede olmuştu. Nitekim Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek’in hemen seçim sonrası yaptığı açıklama da Orta Vadeli Programı güçlendirerek kararlılıkla uygulayacakları yönündeydi.

OVP başta olmak üzere devletin öne sürdüğü mali politikalar ve programlar; yabancı sermayeyi ülkeye çekecek, vergi yükünü emekçilerin sırtına yıkarak artıracak, yeni özelleştirmeleri gerçekleştirecek bir çerçeve sunuyor. AKP’nin inatla üzerinde durduğu “kadınların iş ve aile yaşamını uyumlaştırmak” da OVP’nin parçası haline getirilen konulardan biri.

Özetle kadınlara güvencesiz, düşük ücretli; kadınların tek başına bir hayat sürdürmesini imkansız kılacak, emeklilik ve kıdem tazminatı gibi hakları içermeyen bir çalışma hayatı sunuyorlar. Enflasyonla mücadele için oluşturduklarını söyledikleri OVP, kadınları sosyal yardımlara ve aileye daha çok bağımlı hale getirecek bir saldırı planı olarak önümüzde duruyor.

SERMAYE VE DEVLET EL ELE

Sermaye çevreleri de esnek çalışmaya ilişkin açıklamalarını sürdürüyor. Çalışma Bakanının da katıldığı İstanbul Sanayi Odası nisan ayı meclis toplantısında esnek çalışma önemli bir başlık olarak konuşuldu. Ülkedeki açlık sınırı asgari ücretle eşitlenmiş ve emekçinin aldığı üç kuruş her gün daha da küçülürken Çalışma Bakanı asgari ücrete temmuz ayında zam yapılmayacağını açıkladı. 17 bin lira ile 2025’in başına kadar yaşamaya çalışmak anlamına gelen bu açıklama, emekçilerin önümüzdeki dönemde ne ile karşı karşıya kalacağının sinyallerini veriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), "İstatistiklerle Kadın, 2023" çalışmasının sonuçlarına bakalım. Çalışmaya göre, kadınların istihdam oranı erkeklerin yarısından daha az. 2022'de, kadınların istihdamda yarı zamanlı çalışma oranı yüzde 16,1 olarak belirlenmiş durumda. Yarı zamanlı çalışanların istihdam içindeki oranının 2022'de yüzde 9,8 olduğu da çalışmada yer alıyor. Küçük çocuğu olan kadınların çalışamadığı da yine bu araştırmanın rakamlarında görülebiliyor. 2022'de hanesinde 3 yaş altında çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki kadınların istihdam oranı yüzde 28 iken erkeklerin istihdam oranı yüzde 90,5. Cinsiyetler arası ücret veya kazanç farkı tüm eğitim düzeylerinde erkek lehine gerçekleşiyor. Yani kadınlar her biçimde erkeklerden düşük ücret alarak çalışmak durumunda bırakılıyor.

TÜİK rakamları kadın istihdamına ilişkin sorunları ortaya koyarken AKP iktidarı, kadınların daha da aleyhine bir çalışma hayatı planlamaya çalışıyor. Sermaye ellerini ovuşturarak yeni sömürü planlarını devreye sokuyor.

Çocuk, hasta, yaşlı bakımı; ev içi angarya gibi kadınlara biçilmiş “görevler”, kadınların erkeklerle eşit bir çalışma hayatına sahip olmasına engel olarak tarif ediliyor. Halbuki bu “görevler” mahallelerde ve iş yerlerinde ücretsiz kreşler, çocuk bakım alanları, etüt merkezleri, yaşlı bakım merkezleri gibi önlemlerle çözülebilir. Ancak AKP iktidarı bu hakları görmezden gelerek ve kadınları, kadın istihdamını artırmanın tek yolunun esneklik olduğu yalanına inandırmaya çalışarak hareket ediyor.

Ancak esnek, yarı zamanlı ve güvencesiz bir çalışma biçimi kadınların değil, sermayenin ihtiyacı. Devlet, sermayenin bu ihtiyacını görerek onunla el ele kadınların taleplerini görmezden geliyor. Halbuki güvenceli ve eşit haklara sahip bir çalışma hayatı, seçim sonrası hızlanan sermaye saldırılarının karşısında işçi ve emekçiler için olmazsa olmaz bir talep olarak kendini gösteriyor.

KİMİN DEVLETİ?

Bu devlet madem emekçileri görmüyor, o halde bu kimin devleti? Saraylarda saltanat sürenler, lüks restoranlarda ıstakozlar yiyenler kendi lükslerinin yükünü emekçilerin sırtına yıkıyor. Saatlerce çalışarak gün ışığı görmeyen işçi ve emekçilerin etinden, kemiğinden, zihninden parçalar kopararak zenginleşenler adisyonu bu parçalarla ödüyor.

“17 bin lira ile kiranı öde, mutfak ihtiyaçlarını karşıla, çocuklarını okut, ulaşım için bütçe ayır” dedikleri emekçiler bu büyük çelişkiyi ve onurlarını kıran eşitsizliği elbet görüyor. O nedenle de seçim sonrası “Bari zenginliğimizi, halkın gözüne sokmadan yaşayalım” kararı almaya çalışan bir AKP var karşımızda. Emine Erdoğan’ın 50 bin dolarlık Hermes, 30 bin dolarlık Channel çantalarını; 28 bin 500 İsviçre Frangı tutarındaki saatini hatırlayalım yeniden. Keyif ve sefa içinde yaşamını sürdürenler... İşte onlar bizim kız kardeşlerimiz değil, sınıf pozisyonları gereği de olamazlar.

Patiswiss çikolata fabrikası yöneticisi Elif Aslı Yıldız’ın konuşmalarında özellikle savunma sanayide çalıştığı dönemden örnek verdiği ifadelerini hatırlayalım, çalıştırdığı kadın işçileri nasıl insanca olmayan koşullarda çalıştırdığının itirafını: “Saatlerce kımıldamadan kusursuzca çalışan işçileri düşünün, bir orkestra gibi. Tabii ki orkestra, şefi olmadan çalışamaz. Orkestrayı kusursuz yapan orkestra şefidir.” Bu, aslında kusursuz bir sömürü hikayesi.

Devlet yalnızca sermayenin hamlelerine yol açarak, teşvikler vererek patronların işini kolaylaştırmıyor. Yeri geliyor, patronların sopası olarak karşımıza çıkıyor. Bir süredir pek çok iş yeri direnişinde özellikle ön saflarda kadınları görüyoruz. Özak direnişinde, Lezita işçilerinin mücadelesinde, Agrobay’da ve daha pek çok örnekte kadınlar mücadelenin en önünde yer aldılar ve alıyorlar. İşçi ve emekçi kadınlar, bu süreçte yüzünü görmedikleri patronu, valiyi, müftüyü ve kolluk güçlerini tanıdılar. Patronu korumak için işçilerin karşısına kalkanlarla dizildiler. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul’da ETF Tekstil direnişini hatırlayalım, patron mallarını kamyonetlerle polis eskortuyla fabrika dışına çıkarmıştı. O sırada kıdem tazminatı hakları gasbedilen işçilerse darbedilmişti. Patrona kalkan olan devleti, tüm kurumlarıyla yekpare bir biçimde görmüş oldular. Lezita işçilerinin üzerine kalkanlarına vura vura yürüyen jandarmaların görüntüsü, devletin cisimleşmiş haliydi adeta.

Sendikalaşmak isteyen, sendikasını değiştirmek için mücadele eden, ücret artışı isteyen, işten çıkarmalara itiraz eden işçilerin karşısında devlet duruyor tüm varlığıyla. Kadınlar haklarını ararken kolluk kuvvetlerinin onları aileleri yoluyla bastırmaya çalışmalarıyla karşı karşıya kaldılar. Kadınlar hakları için, ne zaman “Buradayız” deseler karşılarında devleti ve ona bağlı güçleri görüyorlar.

Basit bir ifadeyle devlet, patronların cebinden daha çok para çıkmasın diye uğraşıyor. İşçiler insanca yaşayacak bir ücret talep etmesin diye sendikalaşmayı engelleyen patronla el ele çabalıyor. Sendikasını değiştirmek için mücadele eden işçinin işten çıkarılmasına göz yumuyor. Kalkanlara vura vura işçilerin üzerine yürüyen, halkın taleplerine karşı kelepçelerini devreye sokan devlet, sermayenin devleti. İşçilerin, emekçilerin taleplerini, insanca yaşam koşulları için ihtiyaçları ise tam da bu yüzden kendiliğinden devlet tarafından sunulmaz, ancak halkın güçlü ve örgütlü gücünün mücadelesi sonucunda kazanılır.

YAŞAMAK İÇİN ŞİMDİ HAREKETE GEÇME ZAMANI

İş yerlerinde, fabrikalarda, bulunduğumuz her yerde şimdi örgütlenme zamanı. Orta Vadeli Programla kadınları üç kuruşa çalıştırma hayali, şu an çalışan çalışmayan tüm kadınların sorunu. OVP gibi mali planların hayata geçirilmesi demek kadınların asla emekli olamayacakları, kendi başlarına bir hayat sürdüremeyecekleri bir çalışma yaşamı demek. Esasen istenen şey, modern köleler ve kölelik sistemi yaratmak. Esnek zamanlı çalışma, evden çalışma kadınlar için sunulan bir lütuf değil, kadınların hayatını kolaylaştıracak bir uygulama asla değil.

Yarattıkları yıkımın faturasını emekçilere kesmeye çalışan sermaye iktidarına, ancak hayatın her alanında örgütlenerek yanıt verebiliriz. Şimdi, kadınları dört duvar arasına sıkıştırmaya çalışarak sermayenin ihtiyaçları için istihdam etmeyi hedefleyen OVP’yi tarihin çöplüğüne gönderecek olan işçi, emekçi kadınların seslerini birleştirme vakti! İnsanca bir yaşam, adalet, özgürlük ve barış için yarın değil, şimdi harekete geçme zamanı! Bir sonraki seçimi beklemeden; tek adamların hayatımızın seyrini, bizim verdiğimiz yetkiyle değiştirmesine izin vermeden kol kola girme vakti.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
1 Mayıs' ta haykırdığımız talepler için mücadeleye...

Peki, sendikalar gerçek birer işçi sendikası olsaydı, kadın işçilere onları bekleyen tehlikeleri anl...

Şebnem’e var da bize yok mu?

‘Bugünlerde sofraları ıstakoz süslüyor. Öyle heyecanlanmayın ama. Bizim sofraları değil, daha önce e...

‘Patronu büyüttüğüm kadar büyütmüşüm artık yeter!’

‘Bizim emeğimizle bu kadar zenginler, malları mülkleri var. Biz işçiler var ediyoruz her şeyi.’