
Tüm hafta süren bunaltıcı sıcaklardan buharlaşmak üzereydik ki havanın biraz serinlediği bir pazar gününde, erik ağacının gölgesinde kısır ve çay eşliğinde sohbet etmek için petro kimya işçisi kadınlarla buluştuk. Pazar gününü pazartesiye bağlayan gece işe gidecek olmanın getirdiği tatlı uykusuzlukla gelmişlerdi buluşmaya.
Greve çıkmış, üstelik başta kadınlar olmak üzere işçilere dönük saldırıların epeyce arttığı dönemde grevleri kazanım ile sonuçlanmışken biz de grevin onlar için ne ifade ettiğini, kazanımlarını konuştuk.
İşçi kadınlardan Türkü, ilk defa greve çıktığını söylerken “İlk defa bir yerde sendikanın çalışıyorum ve kendimi oldukça şanslı hissediyorum” diyor. Daha önce hep depolarda çalışmış Türkü. Yevmiyeli bir şekilde ve hep gece vakti çalışıyormuş çünkü çocuklarına bakacak kimsesi yokmuş. Greve çıktığında oldukça heyecanlandığını söyleyen Türkü, “Orada oturduğumda, konuşmaları dinlediğimde, gelen ziyaretçileri gördüğümde şimdiye kadar yaptığım işlerin, çalışmaların boş olduğunu gördüm. Bu zamana kadar boşa emek vermişim. Emeğimin karşılığı hiçbir şekilde alamamışım. İşçiymişim o kadar. Ama şimdi sadece işçi değilim. Örgütlü bir işçiyim” diyor.
“Sendika ile birlikte öğreniyorsun”
Sendikalı olan yerlerde yetkili olma, toplu sözleşme yaparak çalışma, toplu sözleşme taslağı hazırlanırken ve her aşamasında işçiye sorma, grev aşamasına gelindiğinde yine çalışan tüm işçilerle birlikte hareket etme... Maalesef süreç henüz örgütlü iş yerlerinin çoğunluğunda bile tam olarak böyle işlemiyor. Buna dair Oya, sürecin gerçekten işçilerin dahil olduğu şekilde ilerlemesi gerektiğini söylüyor ve sendikanın işçiler için var olduğunu, onlara dayanak olurken işçilerin de sendikaya dayanak olması gerektiğini belirtiyor ve ekliyor, “Sendika bize sormadan, bizim isteklerimizi sormadan, patron ile kapalı kapılar ardında sözleşme imzalarsa, işçilerin isteklerini karşılamazsa o sendikanın anlamı olmaz. Sendikaların olması gerektiği pozisyon, yapması gereken bizim şu an örgütlü olduğumuz sendikanın yaptığıdır.”
Oya çalıştığı yerlerin çoğunun sendikalı iş yerleri olduğunu ve birçok sendika ile birlikte çalıştığını söylüyor. Özellikle kadın işçilerin çalıştığı yerlerdeki yasal haklarını bilmesi gerektiğini vurgularken birçok kadın işçinin haklarını bilmediğini de belirtiyor. Haklarını çalıştığı sendikalı iş yerlerinde öğrendiğini söyleyen Oya, “Sendikalı olmayan bir iş yerinde hakkın nedir, hukukun nedir bilmiyorsun. Senin kazanımların nedir bilmiyorsun. Ama sendikalı olduktan sonra her şeyin farkına varıyorsun. Sendika ile birlikte öğreniyorsun. Örgütlenmeyi de birlikte öğreniyorsun. Örgütlendiğin zaman başka haklar kazanabileceğini görüyorsun” diyor. Oya bir örnekle ne demek istediğini anlatıyor. Oya’nın daha önce çalıştığı bir iş yerinde işçiler her yerde kamera ile izleniyormuş. Ancak iş yerine sendika geldikten sonra bu duruma müdahale edip kameraları kaldırmışlar.
“Ne kadar güçlü ve iradeli olduğumuzu gördüler”
Kadınların uğradığı haksızlıklar sadece kamera ile sınırlı değil tabii ki. Mobbinge, tacize, baskıya, haksızlığa uğradıkları yerler çok fazla. Polonez işçilerinden Lezita’ya, Temel Conta’dan Tayaş’a, Deka Elektrik’e kadın işçilerin çalışırken yaşadıkları zorlukları konuşuyoruz. Oya anlatmaya devam ediyor: “Birçok fabrikada lavaboya kartla giden kadınlar var. Kadınların tuvalete kaç dakika kaldığını takip ediyorlar. Bu bile bir baskı aracına dönüşüyor.” Şu an çalıştığı iş yerinde böyle bir durum olmadığını söyleyen Oya, kadın çalışan sayısının da yenice artmaya başladığını belirtiyor. “İlk geldiğimde ‘Burası kadınlara göre değil, kadınlar yapamaz’ diyorlardı. Şimdi herkes birbirine alıştı. Kadın işçilerin de aynı işi yapabileceğini, herkesin birlikte çalışabileceğini gördüler. Aynı zamanda bizim ne kadar güçlü ve iradeli olduğumuzu da gördüler.”
Oya bu grevin ilk grevi olduğunu söylüyor. Greve çıkmadan önce fabrikada çalışan çoğu kişiyi tanımadığını söyleyen Oya bu sürecin işçilerin birbirlerine dönük önyargılarını kırdığını vurguluyor: “Biz greve çıkınca kimin ne olduğunu gördük. Çadırda birbirimizi tanıdık, birbirimize daha yakın olduk. Greve çıktığımızda işçi olarak ne kadar güçlü olduğumuzu, yalnız olmadığımızı gördük. Siyasi partilerden, derneklerden ve başka fabrikalardan gelen işçi arkadaşlarla biz aslında ne kadar güçlü olduğumuzu gördük.”
İşçi kadınlar sendikalı olarak çalışmanın, greve çıkmanın ve birlik içinde patrona karşı durmanın çok güzel bir şey olduğunu söylüyorlar. Bu birlikteliklerinin ve güçlerinin, iki sene sonra toplu iş sözleşmesi sürecine girdiklerinde de hatırlanacağına eminler.
“Kendini cephede hissediyorsun”
Grev sürecinde gösterdikleri dayanışma ve mücadeleden bahis açılıyor. Kadınlardan biri, “O çadırda olmayı kendimize görev bildik” derken bir diğeri her gün grev çadırında olduklarını ifade ediyor: “Tüm süreç boyunca, her gün sabahtan akşama oradaydık. Evlerimizden götürdüğümüz yiyeceklerle soframızı kuruyorduk.” Kadınlardan bir diğeri ise grev çadırında olmayı şu şekilde tanımlıyor: “Kendini cephede hissediyorsun. Bir savaşta asker nasıl cephesini terk edemezse grevde de o işçi o cepheyi terk edemiyor.” Kadın grev sürecinde patrona karşı işçilerin bir duvar ördüğünü ve bu duvardan bir kişi dahi eksilirse patronun o duvarı yıkabileceği bilinciyle işçilerin birbirine kenetlendiğini söylüyor.
Türkü söze girip sabahları erken vakitte işçilerin birbirlerini arayarak, grev çadırına gitmek için birbirlerine çağrılar yaptığını söylüyor: “Çünkü gitmediğimiz zaman kendimizi eksik hissediyorduk.”
Oya da, Türkü de grev çadırına aileleriyle birlikte gitmişler. Oya’nın kızı grev türkülerini ezberlemiş. Türkü ise çocuklarının desteği ile daha da mutlu olduğunu anlatıyor: “Oğlum etraftan soranlara grevi anlatırken, ‘Annem bizim için böyle bir mücadele verdi. Bizim geleceğimiz ve haklarımız için uğraşıyor. Bize daha iyi imkanlar sağlamak için böyle bir mücadele verdi’ diyor hep. Bir anne olarak bana acayip gurur veriyor bu durum. Çocuklarımın bunun içinde olması beni gururlandırıyor.”
Başlangıca da bitişe de işçiler karar verdi
Türkü, grevin bitmesine de hep birlikte karar verdiklerini söylüyor. Bu grevin ve toplu iş sözleşmesinin bir başlangıç olduğunu ifade ederken “Toplu sözleşme yapmanın, buraya dahil olmanın önemini öğrendim ve anladım” diyor. “Etraftan grev, grevde olan işçi gibi şeyler duyduğumda ‘Niye böyle şeyler yapıyorlar, ne istiyorlar, dertleri ne’ derdim” diyen Türkü, geçmişte asgari ücretle çalışmanın dahi kendisine lüks gibi geldiğini ifade ediyor. Sendikanın ne olduğunu, ne işe yaradığını, toplu iş sözleşmelerinin ve grevin önemini bilmeyince böyle olduğunu belirten Türkü, “Sendika bütün her şeye yarıyormuş. Kendinden çok çoluğuna, çocuğuna, hayatına, maddiyattan maneviyatına her şeyine yarıyormuş. Bunu iyi anladık.” diyor. Türkü olur da bu fabrikadan çıkarsa sendikasız bir yerde asla çalışmayacağını, bir yerde grev olduğunu görürse mutlaka ziyarete gideceğini belirtiyor.
“Önemli olan işçilerin dayanışmasıymış”
Türkü, artık her gün yeni bir şey öğrendiğini söylüyor: “Başka bir sürü iş yerinde haksızlığa uğrayan işçiler varmış. Sendikalı olmak için, ücretlerini alabilmek için uğraşan arkadaşlarımızı varmış. Ben bunları yeni yeni öğreniyorum. Bu fabrikaya girene kadar hakkın için bu kadar uğraşman gerektiğini, emek vermek gerektiğini ve zorlukları olduğunu bilmiyordum. Duyuyormuşum ama kulaklarım kapalıymış.”
Hak arayan işçilerin düşman ilan edildiği, sendikalı olmanın ve örgütlenmenin suç sayıldığı, birlikte hareket etmenin “öcü” olarak gösterildiği ve mutlak engellenmesi gerektiğinin boy boy anlatıldığı dönemde grev çadırı hiç boş kalmamış burada. Türkü, yaşamanın bu kadar zorlaştığı zamanlarda yalnız olmadıklarını bilmenin, başka işçilerin de bu savaşta yanlarında olduğunu görmenin çok güçlendirici olduğunu söylüyor: “Bir insanı tanımak gerekli değilmiş. Böyle bir dayanışma da yan yana olmakmış önemli olan. Nerede olursan, hangi dilden, hangi ırktan, olursan ol fark etmez. Önemli olan işçilerin dayanışmasıymış.”
*Kadın işçilerin ismi güvenlik gerekçesiyle değitirilmiştir.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.