TDK bile, sendika için, “işçilerin veya işverenlerin iş, kazanç, toplumsal ve kültürel konular bakımından çıkarlarını korumak ve daha da geliştirmek için aralarında kurdukları birlik” diyor. Şu değil yani; “Katılırsanız şu şu servisleri sunan; işyerinize açtığınız bireysel davalar için avukat sağlayan, işçilere sormadan, işçiler adına üst tabaka/yönetim kurulu/sendikal bürokrasinin uygulamaktan bile yoksun kararlar aldığı kurum.” “İşçilerin aralarında kurduğu birlik” olan sendikadan, örgütlenmenin önündeki engel sendikal bürokrasiye nasıl geldik?
Sendika kelimesinin kökeni Yunanca “syn” (συν) yani “birlik.” Bakın, daha ilk hecesinde, ortak sorunlarımız karşısında yalnız kalmamayı, iş arkadaşlarımızla bir araya gelmeyi dile getirdik bile! İkinci kısmındaki “-dika,” toplum düzenini sağlayan Yunan adalet tanrıçası Dike’den geldiği için, sendikayı “birlikteliği savunan” yapmış. Latince’deyse söylemek anlamına gelen “dicere”den gelip sendikayı “grubun temsilcisi” yapmış. Ama dikkat, burası kaygan zemin!
İşçilerin birliğindeki “katılımcı demokrasi”yi tam kurarak oluşturmamız gereken sendikanın daha ilk hecesinin hakkını vermez, ikinci kısma atlamaya çalışırsak, yapay ve üstten olmaya mahkumuz. bkz. “sendikal bürokrasi.” Yok yok, işçiyi TİS masalarında satan, asgari ücret görüşmelerinde devletten bile aşağı ücret önerileri yapan işçi sınıfı düşmanı sendika patronlarını geçiyorum. İşçilerin ihtiyaç ve taleplerini dinlemenin önemini anlamayan, bu sorunlar üzerinden işçileri bir araya getirme perspektif, yetenek ve “yetkisi” olmayan “sendikal bürokrasi”den bahsedeceğim. Buradaki “yetki” idolleştirilen “yasal yetki barajından” gelmez. Burjuva devlet yasalarını kendine sınır diye çizmeden, işçilerin çoğunluğunu örgütleyip örgütleyememektedir, yetki. Ötekiler net sınıf düşmanıyken, koltuk sevdasından örgütlenme önüne her türlü engel ve bahaneleri koyanlardır sendikal bürokrasi. İşçileri satan sendika patronlarını sözün ağırlığıyla ifşa etmeyi işçiyi örgütlemek sanar, patriyarkal bir kafayla TİS masasında bir yumruk vurup işçilerin hakkını alan bir süper kahraman olmayı hayal eder. İddia, gazetemize ve dergimize yazılan işçi mektuplarından, düşük örgütlenme oranları verilerinden süzülüp geliyor.
Şair “çoğunluk açlıktadır,” diyor çünkü çoğunluk örgütlenmemiştir. 2020 DİSK-AR’a göre, kayıt dışı işçiler dahil işçilerin sadece yüzde 12,14’ü sendikalı ve yüzde 7,8’i toplu iş sözleşmelerinden yararlanıyor. Sendikasız, örgütsüz, TİS’siz işçileri örgütleme işi hakkıyla yapılsa, “kendiliğinden” değil, bilinçli ve örgütlü bir sınıf olarak işçiler sendikalarını, toplu güçlerini bürokrasiye bırakır mıydı?
YOLLARIN EN ÇIKILMAZIDIR BİZSİZ GİDEN YOL
Sendikal bürokrasi bir hastalık, şifası: stratejik ve planlı bir örgütleme. Peki, nedir örgütleme?
Bir işyerindeki işçilerin din, dil, siyaset vb. ayrılıklarına rağmen birleşebilecekleri, toplu güçlerini sınayabilecekleri en acil dertleri belki artık canlarına tak ettiren bozuk bir havalandırmayken, bu durumu dile getirdiğinde işçi, bunu örgütlenmenin bir basamağı olarak görmemek mi örgütleme? Daha işçilerin işyerlerinde/ işkollarında/ sektörlerinde niceliksel ve niteliksel toplu güçlerini kurmadan, toplu güçlerine güvenlerini adım adım geliştirmeden yetersiz bir güçle “greve” çıkarmak mı? İşçilerin çoğunluğu katılmadan çıkıldığı için, patron üstünde pek de etkisi olmayan, günlerce, aylarca sürüncemede kalan grev mi? İçerdeki işçilerin grevci işçilere “destek” sunmalarını ummak mı? Grevleri, işçilerin toplu gücüyle değil de ancak aylarca, yıllarca süren bireysel davalarla kazanmak mı örgütleme? İşten atılanlar işe geri alınsa dahi, diğer işçilerde “işten atılma” korkusunun daha da fazla yayılması mı?
Değil diyor Türkiye işçi sınıfının örgütlenme tablosu. Koşulları sadece eleştirip o koşulları değiştirmeye aday değilseniz, nicelik ve niteliksel olarak işçilerin birliğini kurma, geliştirme, büyütme becerisinden yoksun kalırsınız, diyor.
ÖRGÜTLENME EDİLGEN DEĞİL, DÖNÜŞLÜDÜR
Sendikal örgütlemeyi, sendikanın aynı kökenden gelen bazı akrabalarıyla birlikte düşünelim. Örneğin, SEMPATİ, “belirli yakınlıklar, ortak zevkler veya yargılar tarafından bir araya getirilen iki veya daha fazla kişi arasındaki uyum; bu şekilde yaratılan ilişki, anlaşma, kaynaşma.” SENFONİ, “orkestra için bestelenmiş birkaç bölümden oluşan uzun müzik eseri ve seslerin birliği.” Siz bunlara, “eşzamanlılık” diyen SENKRONİ’yi, “ortak yaşam” diyen SEMBİYOZ’u da ekleyin. İşyerlerinde/ işkolunda/ sektördeki sendikalarımızı, tıpkı bir orkestra gibi aynı anda uyumlu bir biçimde çalışarak kurmamız gerektiğini anlatır bize.
Tutacağımız yol, sendikanın ilk hecesindeki “birlik”se, yolu inşa etmek, “örgütlemek, örgütlenmek”tir. Sendikal örgütleme yapacağın sektör(ler)de ücret ve çalışma koşullarını dikte eden büyük işyerlerine yoğunlaşmak gerekir öncelikle. Çünkü, Marx’ın değer teorisi de işçi sınıfının hatasıyla kazanımıyla oluşturduğu pratiği de, ancak sektörel ve sektörlerarası stratejik bir örgütlenmenin tüm işçileri etkileyen kazanımlar sağlayacağını gösterir. Sadece ekonomik değil, “işçilerin toplu gücüyle kazanamayacağı bir şey yok” bilincinin oluşturulmasında da, bu süreç göz ardı edilmemesi gereken önemli bir basamak ve görevdir.
Yani, kimle, hangi araçları, ne zaman, neden ve nasıl kullanacağını bilmezsek, planlamazsak, stratejimiz olmazsa, olmaz. Temelleri sağlam atılmış bir inşaat gibi, sonucunu önceden görerek, o sonuca doğru adımlarla ilerleyerek işyeri ve sektörel işçi komitelerini kurma, komitelerin öncülüğünde sorunları etrafında işçilerin hareket etmesini sağlama, toplu kazanımlar sonucunda örgütlü gücün bilincine varma/vardırma işine örgütleme denir. Toplu gücünü komiteleri öncülüğünde aldıkları kararlarıyla sınayan işçilerdir. Örgütlenme, biriktirdiği toplu güce güvenen işçinin kendisini de arkadaşları ve komiteleriyle birlikte dönüştürür. “Toplu gücün nasıl kurup nasıl kullanılacağı bilincini” geliştirir.
Depremlerde, yıkılmayacağını bildiğin yapılar olmadır, güçlü işçi komiteleri etrafında kurulan işçi örgütlemeleri. Sözlükler öyle demez ama “örmek” eylemi gibidir. Okuma yazma bilmese de halı dokuyabilmek için hesap yapmayı öğrenmiş ebemden bilirim, örme, dokuma işi baştan savma yapılmaz, rengi renge motifi motife göre planlarsınız. Tek bir ilmeği kaçırsanız, arzuladığınız motif bozuk çıkar.
SENDİKAL BÜROKRASİ TANRIÇASI DİKE
Mitolojiye göre, adalet tanrıçası Themis tanrılar katında tanrılara fikir verirken, kızı Dike de insanların arasındaki adalet düzeniyle ilgilenir. Elindeki kılıç ve çekiçle, toplumdaki Adikia’larla (adaletsizliklerle) mücadele eder. Yasaların uygulanması gibi bir derdi vardır Dike’nin.
Fakat Dike, var olan toplumsal düzen içinde tek başına adalet arar. Başarılı olur mu? Söylentiye göre, insanların savaşsız, huzurlu ve bolluk içinde yaşadıkları Altın ve Gümüş Çağlarda onların yanında yer alırken, ardından gelen “kötülükler” dolu çağda insanlara kızıp göklere geri çıkmıştır.
Halbuki, bir başına bizim adımıza adalet sağlamak yerine, bu eşitsiz tanrılık düzenini yıkıp daha adil bir sistemi kurma mücadelesinin parçası olsaydın be Dike. Yapmadın, bu durumda seni en fazla sendikal bürokrasi tanrıçası falan ilan edebiliriz.
Tanrıça da olsan, tek başına savaşmayacaksın düzenin aksaklıklarıyla. Dike gibi, yorulur, kızar, işçi düşmanı bile olursun.
Bu yüzden Engels’in dediği gibi, “hakiki olan ateşte sınanır, sahte olanın saflarımızda yeri yok.”
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
Sabrımız yüzde hiç, artık serde mücadele var
İkilem basit: Sürünerek hayatta kalmak mı, insanca yaşamak mı? İlk seçenek her gün daha fazla yoksul...
İMES’te kadın işçi olmak: Taciz, fazla mesai, düşü...
İMES’te çalışan kadın işçiler kötü çalışma koşullarının yanı sıra tacizden de bıkmış durumda. Tüm zo...
İşçi Semra’nın sorgulamaları: Yarı aç yarı tok, ne...
Metal işçisi Semra’nın evinde soba tütmüyor, evi de iş yeri de ısınmıyor… İzin yapmak, dinlenebilmek...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.