Babamla evlerinde oturmuş sohbet ediyorduk. Konu tacize uğrayan çocuklardı. Çocukları yetiştirirken yaptığımız yanlışlardan, elini kolunu sallayarak dolaşan sapıklardan, eksik eğitimden, farkında olmadan kuşaktan kuşağa ilerlettiğimiz zincirleme hatalardan bahsedip sinirlenmiştik. Karşılıklı epeyce attık, tuttuk. Bir ara, sen, dedim, benim hiç tacize uğramadığımı mı sanıyorsun? Yutkundu, gözleri büyüdü. Yok canım, yok, gibisinden bir şeyler geveledi. İlk aklıma geleni anlatmaya başladım. Bende en çok iz bırakanı…
“On iki, on üç yaşlarındaydım. Hani şu istasyonun karşısında bir pasaj vardı. Röntgenler orada bir yerde çekilirdi. Özeldi galiba, devletin yeri değildi…”
Babam kollarını göğsünde kavuşturup, bacak bacak üstüne attı. Bu, ilgiyle seni dinliyorum demekti.
“Evet? Eee?”
“Annemle gitmiştik işte oraya. Hangi doktor, ne için göndermişti, şimdi unuttum gitti…”
Ama mekân dün gibi hatırımdaydı. Girişteki evrak dolu masanın başına oturmuş kır saçlı, yaşlıca bir adam, bekleyenler, etraftaki terle karışık rutubet kokusu…
“Son sıra bizimdi. Röntgeni çeken beni tek başıma büyük, karanlık bir odaya aldı. Belden yukarımı soyundurdu. Gözleri hep üzerimdeydi… Sonra…”
Bakışlarımı pencerenin dışına sabitlemiştim. Kaç yaşına varırsan var, öyle kolay değildi insanın babasına başından geçen tacizi bir solukta açıklaması. Adamın o uğursuz suratı kafamın içinde canlanıvermişti. Parlayan alnından açılmaya başlamış seyrek, yağlı saçları, küt, kara bıyıkları, kalın kaşları, küçük fırıldak gözleri, kapkara teni…
“Demir bir sedyede sırt üstü uzanmıştım. Çıplak göğüslerime krem gibi bir şey sürüyordu. Ben ittikçe, rahat dur bakayım, lazımlı ama bu, sürmem gerekli, diyerek azarlıyordu. Epeyce mıncıklamıştı beni.”
Utandım. Tacizcinin ayıbını kendi kabahatim saydım. Babam yerinde duramamış, ayaklanmıştı.
“Vay ahlaksız vay! Vay şerefsiz vay!”
“Adam, ben kendimi korumaya çalıştıkça tersleniyordu…”
Ter bastı babama. Üzerindeki polarını çıkardı. Tişörtünün yakasını çekiştirdi.
“Vay köpek soyu vay!”
“Çıkışta annem söylenmişti bana. Her zamanki lafları işte… Çok uzun sürdü, evde daha yemek yok falan filan… Hiç sesimi çıkarmadım. Ne de olsa ayıptı böyle şeyleri konuşmak. Daha o yaşta toplum öğretmişti bana bunu.”
İşaret parmağımı babama doğru uzatıp, lafımı kesmesine izin vermemiştim.
“Sonra, ama ne kadar sonra bilemiyorum, tekrar gitmiştik aynı yere. Bu sefer annem de yanımda duracak, karanlık orası, diye tutturmuştum. Herkes üstüme gelmişti, bir sürü laf işitmiştim. Adam gülmüştü gevrek gevrek. Israrla, büyümüşsün sen, kocaman kızsın hadi uzatma da gel, demişti. Ama ikna edememişti beni. Annem röntgen çekilen odanın bir köşesinde surat asarak ayakta beklemişti. İşimiz bitince yine kızmıştı bana. Niye şımarıklık yapıyorsun? Çocuk musun sen? Başımı yere eğip, susmuştum gene. Eve dönene kadar durmamıştı.
Son cümlede sesimin titremesine engel olamamıştım. Gözlerimin dolmasına da… Annem elinde çayla salona girdi. Koltuğuna kendini bırakırken sızlanıyordu.
“Çok yoruldum bugün kızım, çok… Aman, of…”
Babam ebeveynlerin en sevdiği şeyi yapmaya başlamıştı. Bağırıp, suçlamaya…
“Bana niye anlatmadın? Eğer bana o zaman anlatsaydın, gençtim de o zaman, hakkından gelirdim o pisliğin. İyi bir döverdim!”
Çekirdek ailemdeki hatalar zincirinin son halkası olabilme hayallerine dalmıştım ki annem sözü aldı.
“Aaa, n'oldun be adam! Ne coştun? Dur bir, bir dur! Yorgunum zati, kafam kaldırmıyor! Aaaa!”
İkazı duyan babamın sesi derhal düşmüş fakat yanakları kızarmıştı. Küçükken, öğretmenim velimi her okula çağırdığında ya da biri beni şikâyet ettiğinde ailemin 'Yine ne haylazlık ettin acaba?' dediğini anımsadım. Dinlemezdiniz ki, üstelik inanmazdınız, beni suçlardınız… Şimdi benim kızım kapalı bir odada adamın tekiyle uzun süre yalnız kalsa huylanırım, aynı adamla aynı odada bulunmak istemese orayı yıkarım, açıklamasını yapmaya mecalim yetmedi.
Gelmiş, geçmişti. Hem kurcalayıp, kanatmaya da hacet yoktu. Bundan sonrası önemliydi.
* Görsel: Kathrin Honesta
Öykünün yazarı Tuba Kır:
1973 yılında İstanbul’da doğdu. Tiyatro eğitimi aldı. Uzun yıllar özel tiyatro ve radyolarda çalıştı. Jale Sancak’ın eğitmenliğini yaptığı Galapera’da ve Yeşim Cimcoz Yazı Evi’nde çeşitli atölyelere katıldı. Altkitap Tema Yıllığı’na (2014), “Kaza” isimli öyküsü seçildi. Maden Mühendisleri Odası’nın düzenlemiş olduğu yarışmada (2015), “Arif Sözü” isimli öyküsü “Madenci Edebiyatı-Rüzgârın Sesini Duydum” isimli kitapta yayımlanmaya değer eserler içinde yer aldı. Kayıp Mürekkep dergisinin 2016 yılında düzenlediği öykü yarışmasında finale kaldığı “Janjanlı Güvercin” isimli öyküsü kitaba girmeye hak kazandı. Edebiyat dergilerinde pek çok öyküsü yayınlandı. İlk öykü kitabı Üzgün Muhallebi 2016 Haziran ayında Notabene tarafından basıldı.
İlgili haberler
Bir kadın için okuyabilmek ve yazabilmek...
Sosyoloji mezunu zihinsel engelliler okulunda ücretli öğretmenlik yapan Sezen 2 aydır Kocaeli'de kad...
Mutlu aşk yoktur
Şebnem İşigüzel’in Duygu Asena Kadının Hâlâ Adı Yok roman ödüllü kitabı Gözyaşı Konağı Ada 1876 “hüz...
Hesaplaşan kadınların öyküleri: “Kimseye Söylemedi...
Ayten Kaya Görgün kitabı “Kimseye Söylemedim”i anlatıyor.
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.