Eylül ayında vizyona giren filmler arasında, çalışmaları ve bulgularıyla dünyayı değiştirmiş bir bilim kadınının hayatına odaklanan “Radyoaktif” göze çarpıyor.
Persepolis (2007) ile tanınan İran asıllı Fransız yönetmen Marjane Satrapi’nin yönettiği ve Lauren Redniss’in “Radioactive: Marie & Pierre Curie: A Tale of Love and Fallout'' (2010) isimli grafik romanından uyarlanan film, biri fizik diğeri kimya alanında olmak üzere iki Nobel Ödülü kazanmış bilim kadını Marie Sklodowska-Curie’nin yaşamından kesitler sunuyor.
“Radyoaktif”in başrolünde Marie’yi canlandıran Rosamund Pike ve bilimin ta kendisi var. Filmde bu öz güvenli, kararlı, inatçı ve lafını esirgemeyen kadının hayatı, evliliği, bilime dair heyecanı ve Nobel Ödülü kazanan ilk bilim kadını olarak tarihe geçmesini sağlayan çalışmaları aktarılırken, keşiflerinin son yüzyılda ne şekilde kullanıldığına da tanık oluyoruz.
BİLİM SUÇLULARIN ELİNE DÜŞERSE…
“Radyoaktif” zaman sıçramalarıyla radyoaktivitenin insanlık için faydalı olan ve de yıkım getiren çeşitli kullanım alanlarına taşıyor izleyiciyi. Kanser tedavisinde kullanılan radyoterapinin ilk yılları, Hiroşima, hidrojen bombası testleri ve Çernobil gibi anları gösterirken bilimsel buluşların farklı zamanlarda ve farklı ellerde onu ortaya çıkaran bilim insanından bağımsız olarak nasıl kullanılabildiğini hatırlıyoruz. Tam da bu noktada Pierre Curie’nin Bilimler Akademisi’nde yaptığı 1905 tarihli konuşması aktarılıyor: “…Radyumun suçlu ellerde çok tehlikeli hale gelebileceği düşünülebilir ve burada insanlığın doğanın sırlarını bilmekten faydalanıp faydalanmayacağı, ondan yararlanmaya hazır olup olmadığı veya bu bilginin ona zarar verip vermeyeceği sorusu gündeme gelebilir. (Alfred) Nobel'in keşifleri belirgin bir örnektir çünkü güçlü patlayıcılar insanın harika işler yapmasını sağlamaktadır. Aynı zamanda halkları savaşa götüren büyük suçluların elinde korkunç bir yıkım aracıdır da. Ben, Nobel gibi, yeni keşiflerden insanlığın zarardan çok fayda sağlayacağına inananlardanım.”*
MARIE’NİN COŞKUSUYLA DEĞİŞEN RİTİM
Herhangi bir filmin Marie Sklodowska-Curie’nin tüm hayatını tek seferde anlatmasını beklemek imkânsızı istemek olur. “Radyoaktif”, belki de grafik romandan uyarlanmasının da etkisiyle Marie’nin hayatının önemli anlarını kendine has bir yöntemle öne çıkarmaya çalışmış. Marie’nin coşkusuyla hızlanıp hüznüyle yavaşlayan, izleyiciyi de bu tempoya ayak uydurmaya zorlayan ilginç bir ritmi var. O sebeple temposunu yakalayabilmeniz için filmi izlemeden önce Curie’lerin biyografisine kısaca göz atmanız iyi olabilir.
KADINLARIN KÜÇÜMSENDİĞİ BİR DÖNEMDE BİLİM KADINI OLMAK…
Erkeklerin hâkim olduğu akademide bir kadından beklendiği gibi davranmak yerine kendisi olmayı tercih eden ve doğru bildiğini yapmaktan çekinmeyen, kimseye de boyun eğmeyen Marie, çalışmalarını sürdürürken yabancı düşmanlığının yükselmekte olduğu 1900’ler Fransası’nda hem bir Polonyalı hem de bir kadın olarak ayrımcılığa maruz kalıyor. Kadınların akademide özellikle bilim alanında küçümsendiği bir dönemde tüm imkânsızlıklara ve engellere rağmen yaptığı deneyler sonucu radyoaktivite ile Radyum ve Polonyum elementlerini keşfediyor. Batı dünyasında patent çılgınlığının yaşandığı o yıllarda hem çalışma hem de hayat arkadaşı olan eşi Pierre Curie ile keşiflerini patentlemeyi ve kariyerist amaçlarla kullanmayı reddediyorlar. Bilim camiasının faydalanabilmesi ve gelişebilmesi için bulgularını gizlemeyip paylaşmayı özellikle tercih ediyorlar. Ayrıca Curie çiftinin pek çok ödülü ve madalyayı da geri çevirdiği bilinmekte.
Marie de Pierre de yaşadıkları dünyayı kavramanın yolu olarak gördükleri bilime karşı büyük bir heyecan taşıyor. Heyecanları, ilişkilerinin temelini oluştururken bu iki bilim insanı dünyayı değiştirecek araştırmalar gerçekleştiriyorlar. Pierre ile ilişkisinin ve evliliğinin aşırı duygusal ve romantik bir aşk hikâyesinden ziyade birbirinin bilim tutkusunu paylaşan iki insanın eşitlik ve saygı temelinde büyüyen sevgisi olarak resmedildiğini görüyoruz. Gerçi günümüzde bile kadınlardan evlilik içinde eşit bireyler olmaları değil de ev işlerini gören ve erkeğe tabi kişi olmaları beklendiği düşünülürse Pierre’in Marie’ye “Kadınım olmanı istemiyorum. Seninle hayatı paylaşmak istiyorum” demesi epey romantik aslında.
BİLİM DÜNYASINDA EŞİT MUAMELE İÇİN MÜCADELE ETTİ
“Radyoaktif” filmine yönelik en büyük eleştirilerden biri Marie Sklodowska-Curie’nin kaba, şirret, narsist hatta nevrotik bir kadın olarak sunulduğu yönünde. Anlatılan bir erkek meslektaşının hikâyesi olsaydı benzer şekilde davrandığında aynı sıfatlarla ilişkilendirilir miydi? İşine, bilime odaklanmış bir erkek için “Bencil resmediliyor,” denir miydi? Kararlı ve kendinden emin konuşan bir erkeğe “kaba ve şirret” yorumu yapılır mıydı? Mesela 1943 yapımı “Madame Curie” filmindeki Marie tam da dönemin Hollywood filmlerine yakışır biçimde uysal, kibar, güzel bir kadındı. Laboratuvarda bilimini, evde ise kocasının ailesine yemeğini yapan ideal bir eş. Peki, gerçekte hangisiydi? Belki ikisi de, belki hiçbiri. Ancak şunu biliyoruz ki Marie Sklodowska-Curie tarihteki pek çok bilim kadını gibi başarılarının kabul edilmesi için, bilim dünyasında erkek meslektaşları ile eşit muamele görmek için mücadele etmek zorunda kalan bir bilim insanıydı.
*Orijinal konuşmanın tam metnine Curie Müzesi web sayfasından ulaşılabilir. TIKLAYIN
İlgili haberler
GÜNÜN BİLİM İNSANI: Marie Curie
O küçüçük dünyamda Marie Curie’nin ansiklopedideki tek kadın bilimci olması dikkatimi çekmişti. Gari...
GÜNÜN BİLİM KADINI: Irène Joliot-Curie
Bilim kadını Irène Joliot-Curie sadece bilime yaptığı katkılarla tanınmadı, 2. Dünya Savaşı’nda faşi...
GÜNÜN ARAŞTIRMASI: Siyah bilim kadınları ders kita...
ABD’de yapılan yeni bir araştırma, ders kitaplarında siyah bilim kadınlarına yer verilmediğini ve ki...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.