Suriye’den Türkiye’ye 2011 yılında başlayan, bugün Afganistan, Pakistan gibi ülkelerle devam eden göç dalgasıyla birlikte, iktidarın sağlıklı bir göç politikası izlememesi, sığınmacıların siyasette araç haline getirilmesi toplumda mülteci karşıtlığının artmasına sebep oluyor. İktidar ise bu süreçte mültecilere yönelik değişkenlik gösteren pek çok açıklama yapıyor. Tüm bu açıklamalar ve kışkırtmalar ise mültecilere ırkçı saldırılar olarak dönüyor.
Şoven saldırılar karşısında birçok siyasi parti de yine mültecileri seçim propagandası haline getiriyor. Artan öfke ve nefret mültecilerin özellikle de mülteci kadınlar ve çocukların zor olan hayatlarını daha karmaşık hale geliyor.
Ülkesinden Türkiye’ye zorunlu göçle gelen, bugün bir apartmanın bodrum katında 3 odalı bir evde beş çocuğu ve eşiyle yaşayan mülteci kadınlardan biri de Esin* 16 yaşında evlenen, 33 yaşında 5 çocuk annesi olan Esin, 2013’te zorunlu koşullar ve savaş nedeniyle Halep’ten Türkiye’ye gelmiş. Beşinci çocuğunu Türkiye’de dünyaya getiren Esin, 15 yıl boyunca eşinin ailesiyle birlikte yaşadıktan sonra henüz 1 yıldır kendine ait bir evi, odası var ve “Şimdi Türkiye’de mutluyum” diyor. Esin geldiği ilk zamanı hatırlayarak: “Savaş vardı, bombalar vardı, kaynanamlar benden önce geldi Türkiye’ye. Evde ben tek kaldım. Savaş benim için fark etmedi yani” diyerek savaşı birebir evin içinde yaşadığını anlatmaya çalışıyor bize. “Eşim korkmaya başladı, ‘Gel gidelim’ dedi. Boş ver dedim, bir tane bomba da buraya düşerse ölürüz. Ne ölenler bizden iyi ne de biz onlardan iyiyiz. Ne kadar ettiysem dinlemedi, 1 hafta ailemi görüp gelelim diyerek beni Türkiye’ye getirdi.”
‘VATANDAŞ OLMAK İSTİYORUZ AMA VATANDAŞLIK ALMAK ZOR’
Anneannesi tarafının Kilisli olduğunu, kendilerinin de Türkmen olması nedeniyle dil açısından zorluk yaşamadığını ifade ediyor. Dışarı çıkma konusunda ilk zamanlar yaşadığı zorluğu ise şöyle anlatıyor: “Hiçbir yer bilmezdim, kaynanam çıkar gezerdi, ben pencerede durur dışarı bakardım. Beni kısıtlamazdı ama ‘Sen de gel’ demezdi. Çocuklar büyünce ve zorlamaya başlayınca dışarı çıkmak zorunda kaldım. Biraz biraz çevreyi öğrendim. Zor durumda kalınca çalışmaya da başladım, iki sene bir restoranda bulaşıkçılık yaptım. Keşke çalışmasaydım, evde kalsaydım. İlk geldiğim zaman insanların davranışları çok kötüydü. İlk zamanlar ‘Şuna bak, bir de dört çocuğu var’ der bir çeşit konuşurdu. Şimdi artık duymuyorum.”
Esin ve ailesi Türkiye vatandaşı olmak istiyor ancak karşılarına hep engeller çıktığını dile getiriyor. Eşinin kızı kardeşinin bir Türk’le evli olmasına rağmen vatandaşlık alamadığını, ablasının da daha Ramazan ayında Türkiye vatandaşı olduğunu, işlemleri yaptırmanın çok zor olduğunu hatta bunun pazarının bile olduğunu anlatıyor.”
AYRIMCILIK, DIŞLAMA, HAKARET HER YERDE
Sohbetimiz son dönem artan saldırılara ve geri gönderme meselesine geldiğinde şöyle devam ediyor Esin: “Ben gidersem orada yaşayamam. Bazen sosyal medyada, haberde duyuyorum, bizden taraf böyle konuştukları için çok moralim bozuluyor. Mesela bize gelseler biz böyle yapmaz, konuşmaz, hakaret etmezdik. Filistinliler gelmişti bize, biz onların çocuklarına bile ne yapacağımızı bilmezdik, çok severdik. Kendi adıma söyleyelim Türkiyeliler olsun Suriyeliler olsun, gitmem kimselere, benden rahatsız olsun istemem. Ama insanlar benim evime gelsin isterim, yanıma geleni severim. Özellikle daha önce oturduğum evde komşular dışlıyordu, hatta sokakta oğlumu cimcikledi biri oğlumun kolunu. Çocuğum daha konuşmasını az biliyor, ağlıyor, ne oluyor dedim sonra gösterdi cimciklediğini. ‘Sen bunun kadar mısın, ayıp değil mi böyle yapıyorsun?’ dedim. Cevap vermedi. O sokakta çok vardı, çocuklar arkamızdan ‘Suri, suri’ diye çağırır sonra dönerlerdi. Elimizde değil, sonuçta kendi isteğimizle gelmedik buraya. Devlet uğraşıyor göndermeye ama Suriyeliler nasıl gitsin oraya. Türkiye gönderir Suriyeliler tekrar geri gelir.”
“Sen dönmek ister miydin?” diye soruyoruz. Cevabı “Ben istemem. Orada kaynanamlarla kalıyordum zaten. Dönsem ev diye bir şey bile yok orada. Kafamı çok bozuyorlar gerçekten ne istediğimi bilmiyorum. Her tür koşul zorluyor bizleri” oluyor.
Evin bir odasında oyun oynayan çocuklar| Fotoğraf: Ekmek ve Gül
‘MAHALLE DIŞINA ÇIKMIYORUM’
Ekonomik olarak koşullarının da iyi olmadığını söylüyor Esin. Eşinin aylıkçı olarak ayakkabı işi yaptığını, bir oğlunun ise haftalık olarak çalıştığını dile getirerek devam ediyor: “Eşim 4 bin lira kazanıyor, bana verdiği 3 bin lira, o da hiç tek seferde olmadı hep parça parça. Ne kadar verirse evi onunla geçindirmeye çalışıyorum. Kiramı da Kızılay’ın verdiği yardımın üzerine ek yapıp ödüyorum. Yıllardır Suriyeliler para alıyor diye bağırıyorlar. Aldığımız kişi başı 155 lira.”
Suriyeliler için Antep’te yaşamanın daha kolay olduğunu düşünen Esin, “Ben Antep’e gittim. Orada Suriyeliler aynı onlardan biri gibiler. Hiç ayrı değiller. Annem ‘Bura aynı Suriye’ diyor. Dışlanma daha az. Komşuları gördüm ben, sanki aynı evden gibiler, bura gibi değil. Ben daha üst komşumla bir merhaba dememişim.”
Gündelik hayata dair de konuşuyoruz Esin’le. Halep’in çok gelişmiş bir kent olduğunu söyleyen Esin, “Bizim yıllar önce giydiğimiz kıyafetleri, kumaşları siz şimdi giyiyorsunuz. Yemeklerimiz de güzel. Biz yazın kışlıklarımızı yapar kışın onları yerdik. Sıcak bir memleketti. Bak burada yaz geliyor ama ben hâlâ üşüyorum” diyerek gülüyor. İstanbul’u hiç gezmemiş Esin. “Hiç deniz görmedin mi?” sorumuza “Gittim” diyor ve şöyle devam ediyor: “Unkapanı’nın orada deniz kenarı bir yerde kardeşlerimle birlikte piknik yaptık. Öyle gittim. Mahalle dışına çıkmıyorum. Şimdi yakın bir sağlık ocağı yaptılar da çok şükür, hastaneye gitme derdim de olmuyor. Bir şey olunca oraya gidiyorum.”
LİNDA: DIŞLANDIĞIM İÇİN OKUMAYA DEVAM ETMEDİM
Sohbetimiz Esin’in kızı Linda* ile devam ediyor. Linda 15 yaşında. Orta okula kadar okumuş, sonrasında okula devam etmek istememiş. Açık liseye yazılmış ancak dersleri, sınavları takip etmekte zorlandığı için şu an devam etmiyor. Linda’nın örgün öğretime devam etmek istememesinin en önemli sebebi ise dışlanması. Annesi araya girerek “Evlenmek istiyor” diyor. Biz şaşkınlıkla tepki verince devam ediyor: “Ablamın oğlu istiyor. Annemle babamla istemeye geleceklerdi ama oğlanın kimliği çıkmadığı için gelemediler. Biz zaten 18 yaşından önce evlendirmeyi düşünmüyoruz. Sadece nişan takılır dedik. Ablam hemen düğün olsun istiyor, ben de ona dedim ki; sen ‘Suriye’desin hâlâ oradaki kafadasın ama burada öyle bir şey yok’. Bana kalsa kızımı hiç evlendirmem.”
Linda neden okumaya devam etmediğini anlatmaya ediyor: “Bakış açıları değişik. Dışarıda kötü kötü bakıyorlar, dışlıyorlar gibi. Bakmalarını sevmiyorum, o yüzden dışarı bile çıkmıyorum. Okuldayken genelde arkadaşlarım Suriyeliydi. Kimi arkadaşlarım vardı Türk ama erkeklerle arkadaşlık etmezdim. Onlar küfür ederlerdi. Kötü şeyler konuşulurdu. Okula da yaş itibarıyla geç başlamıştım. Okula gitmemezlik yapmıyordum.” Elbette Linda’nın okuldan uzaklaşmasının tek sebebi ayrımcılık, zorbalık değildi: “Hem maruz kaldığım kötü sözler beni okuldan uzaklaştırdı hem başka bir nedeni daha vardı. Önceden ailem hep okumamı desteklerdi hatta halam ‘Oku erkek eline bakma’ derdi ancak kuzenim okuldan biriyle kaçınca artık bana da ‘Okuyup da ne yapacaksın, boş ver” demeye başladırlar. Artık okumamı ailem de istemedi. Öğretmenin kaç kere arayıp sınavlara çağırdı ancak gitmedim. Önceden hedeflerim vardı, öğretmen olmak istiyordum ama şu an çok amaçsızım. Dışarı çıkamam, bakkala bile gitmem. Hep evdeyim temizlik yaparım, dizi izlerim. Okula devam etmek bir yandan istiyorum.”
Fotoğraf: Julie Ricard/Unsplash
EVDE BİR ÇİFT AYAKKABI DİKMENİN KARŞILIĞI: BİR LİRA 50 KURUŞ
Esin ve Linda’yla sohbet ederken 4 kadın daha misafirliğe geliyor. Bu dört kadın da 2011’de ilk göçle birlikte Türkiye’ye gelmişler. Türkiye’de yaşamaktan memnunlar ama ekonomik olarak yaşamı sürdürmenin çok zor olduğunu söylüyorlar. Kadınlar bir ara evde ayakkabı diktiklerini ancak ücretinin zorluğuna, zahmetine katlanmaya yetmediğini anlatıyor: “Taban ile ayakkabı derisini dikme işi yapıyorduk evde. Bir çift ayakkabıyı yarım saatte büyük iğnelerle dikiyorsun. Ellerin çok acıyor nasır tutuyor, çok zor bir iş. Bir çift ayakkabıdan kazandığın para bir lira 50 kuruş. Bir günde kazandığımız anca 15 lira ediyordu. Yapılacak iş değil yani. Hâlâ yapanlar var, isteyene veriyorlar. Biz her şeyi emeğimizle yapıyoruz. Kimileri ‘Erdoğan para veriyor’ diyor ama emek harcıyoruz biz de. Savaşı biz istemedik. Biraz özgürlük istedik sadece, üzerimize bombalar yağdı.”
Kadınlar Türkmen oldukları için Türkiye’de çok da zorluk yaşamadıklarını da dile getiriyorlar. Kadınlardan biri giriyor araya “Biz nefsimiz için, kaçmak için gelmedik, çocuklarımız için geldik. Bir ölüm o da elbet bulacak bizi. Ama çocuklarımız için buradayız. Normal savaş olsa kalır savaşırız ama normal bir savaş da değil bu. Ne çocuk tanıyorlar ne kadın, her yeri bombalıyorlar” diyor. “Gitsinler, göndereceğiz” söylemlerine dair de biri “Biz vatandaş olduk” diyor. Vatandaş olmak için prosedürlerin zor olduğunu o da belirtiyor: “Bizden sonra gelenler bizden önce vatandaş oldu. Biz daha yeni olabildik.” Geri gönderilme korkusu yaşadıklarını ve geri dönmek istemediklerini vurgulayan kadınlar, ayrımcılık yapan insanların olduğunu ama herkesin aynı olmadığını da dile getiriyor.
*Güvenlik nedeniyle isimler değiştirilmiştir
Fotoğraf: Rostyslav Savchyn/Unsplash
İlgili haberler
Bir odaya sıkışan yaşamlar: Mülteci kadınlar ne ya...
Mülteci kadınlar Ekmek ve Gül'e mültecilere karşı körüklenen öfkenin, artan ırkçı söylemlerin yaşaml...
Şoven saldırıların bugünkü görünümü: Florya sahili...
Florya sahilinde çok sayıda mültecinin gözaltına alındığı anlara tanıklık eden Sevda Karaca, izlenim...
Sınır dışı edilmek istenen İranlı mültecilerden ça...
İstanbul Sözleşmesi eylemine katıldıkları için haklarında sınır dışı kararı verilen İranlı mültecile...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.