Orta Çağ’dan bu yana idam çözüm olmadı, olamaz!
Bugün bu denli eşitsiz bir denklemin içinde idam cezası kadınları koruyamaz, tehdit eder. En önemli mesele işlenen suçların toplumsallığını bilmemiz ve bütüncül politikalar için mücadele etmemizdir.

İşkence ve idam cezasının tarihte uzun bir geçmişi var. Babil'in 6. kralı (MÖ 18. yüzyıl) döneminde çıkarılan ilk yazılı kanunlardan olan Hammurabi Kanunları'nda 25 suçun cezası ölümdü. “İbrahimi” olmayan dinlerde (Zerdüştlük gibi) ve İbrahimi dinlerde de buna benzer pek çok hüküm tarihte yer alıyor.

Sınıflı toplumlarda dinin “günah” ve “mükafat” kavramları toplumun şekillendirilmesi, suç ve ceza yasalarının oluşturulması açısından rol oynamıştır. Eski toplumlarda günaha karşı uygulanan en yaygın cezalandırma yöntemleri; işkence, kısas, zorunlu çalıştırma, taşlama, diri diri yakma, asma ve kafa kesmeydi. Tek tanrılı dinlerin döneminde de İbranice Tevrat (Eski Ahit), İncil (Yeni Ahit) ve Kuran'da pek çok ceza kanunu bulunmaktadır. Örneğin Tevrat'ta ve İncil'de idamla cezalandırılan 30'a yakın suç vardır.

Orta Çağ’da Katolik Kilisesi Engizisyonu, dini suçlara dayanarak korkunç işkenceleri ve idam yöntemlerini yürürlüğe koydu. Örneğin Prag'ın merkezinde, 400 metrekarelik bir alanda, 100'den fazla işkence ve cinayet yönteminin yanı sıra işkence alet ve ekipmanların sergilendiği Orta Çağ İşkenceleri Müzesi yer alıyor.

İDAM CEZASINA TARİHSEL BAKIŞ

17. yüzyıldan 1789’lara kadar Avrupa’da insanlık dışı hükümlerin ve özellikle idam kararına karşı uzun soluklu mücadelelerin ve tartışmaların sürdüğü bir süreçten bahsedebiliriz. Bu dönem, Avrupa'nın yeni bir döneme girişinin ilk aşaması sayılabilir. İnsanlık onuru, ifade ve düşünce özgürlüğü tartışmaları alevlenirken Kilise’nin elinin medeni kanundan çekilmesi suç ve cezaya ilişkin tanım ve hükümlerde değişiklikler de getirdi.

Örneğin, 1789 sonrası Fransız Devriminden sonra yeni anayasaya dair, “cezanın intikam niteliği taşımaması” üzerine çokça tartışma sürdürüldü. O dönem idam cezası yürürlükte kalsa da bu tartışmalar sonucunda işkence, fiziksel ve psikolojik istismar yasaklandı. Avrupa'da toplumsal hareketlerin ardından işkence ve idamın yasaklanması toplumsal bir talep haline gelmiş, bu da bazı dönemlerde ölüm cezasının geçici olarak kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır. Elbette bu süreç Avrupa'da ve diğer ülkelerde aynı şekilde gerçekleşmemiştir. Örneğin İngiltere'de 19. yüzyılın başına kadar ceza kanununda ölümle cezalandırılan 200 suç bulunurken Almanya-Avusturya’da 1786, Fransa’da 1848, Romanya’da 1865, Hollanda’da 1870 yıllarında idam cezası çoğunlukla sadece “siyasi mahkumlar” için kaldırıldı.

Ancak bu ülkelerde belirli dönemlerde işkence ve infaz yeniden uygulamaya alındı. İkinci Dünya Savaşından sona Norveç, Danimarka, Hollanda, Avusturya, Almanya ve Fransa’da “casuslara” ve “vatan hainlerine” karşı işkence ve idam yeniden uygulamaya alındı. Bu sefer devletler “daha modern yöntemler” kullandıklarını ifade ettiler. Elektrikli sandalye 1890’da, gaz odası 1924’te ve damardan zehir enjeksiyonu 1977’de “daha insani” cezalandırma yöntemleri olarak insanlığa sunuldu! 18., 19., 20. ve şimdi de 21. yüzyılda dünyanın pek çok yerinde işkenceye, idama, soykırıma tanık olduk.

SINIFINA VE CİNSİYETİNE GÖRE CEZA

Ancak bu suç ve cezalandırmalar meselesinde hatırlamamız ve altını çizmemiz gereken noktalar var. En eski yazılı kanunlardan Hammurabi Kanunu, kölelere ve köle sahiplerine eşit haklar sağlamadığı gibi, kölelere ve alt sınıflara yönelik daha ağır cezalar talep ediyordu. Aynı şekilde suçun mağdurları köleler, kadınlar ve toplumun alt sınıflarından oldukları halde suçlular ve katiller çok daha hafif cezalar alıyordu.

Antik Roma İmparatorluğu'nun hukuk sisteminde, farklı sınıflardan suçluların cezasını tanımlayan uluslar hukuku (jus gentium), feodal düzenin sınıfsal çatışmasına ve ayrımlarına göre şekillenmiştir. Yani ceza, suçlunun ait olduğu sınıfa ve cinsiyetine göre belirleniyordu. Uzun zamanların ardından geldiğimiz noktada yazılı olarak kanunlar değişmiş olsa da yaptırım ve uygulamada kişinin hangi sınıfa ait olduğu, statüsü ve cinsiyeti belirleyici olabiliyor.

Tartışmamızın bir ayağı da sınıflı toplumlarda “suç” ve “suçlunun” ortaya çıktığı koşullar ve nedenleri olabilir elbet, ancak buraya bir parantez bırakıp bugün hepimizin öfkesini tırmandıran kadın cinayetleri üzerinden tartışılan “idam”, “hadım” gibi cezalandırma yöntemlerine karşı net bir şeyler söyleyelim. Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet idam-hadım gibi cezalar uygulanmadığı için mi yaşanıyor? Ya da sadece yasaların uygulanıyor olması bu suçları ortadan kaldırıyor mu?

DEVLETİN ELİNDEKİ KOZ

İnsanlık tarihi yukarıda da bahsettiğimiz gibi, çok acımasız olarak nitelendirebileceğimiz cezalandırma yöntemleriyle dolu. Ancak bunların hepsi şiddeti önlemediği gibi şiddetin yeniden üretilmesine yol açmıştır. Ayrıca suçun kendisini yalnızca cezanın artması veya cezaların şiddetinin artması ile değerlendirmek, suçu toplumsal temellerden kopararak tartışmamıza yol açar. Devletin bu toplumsal temelleri değiştirmek için politika üretmesi gerekliliğini de rafa kaldırılır.

İdam cezasının hâlâ yürürlükte olduğu ülkelere bakalım. Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre 2023 yılı, idam kararının uygulandığı ülkelerde gerçekleşen infazlar 2015 yılından bu yana rekor niteliği taşıyor.

Örneğin Çin'de -gerçekleştirildiği düşünülen binlerce infazın dâhil edilmediği eksik verilere göre-2023 yılında toplam bin 153 infaz gerçekleşti ve bu rakam 2022 yılına göre yüzde 30'dan fazla bir artışa işaret ediyor. Çin’e dair toplam infaz sayıları, cinsiyete göre idam verileri ve hangi suçlara ilişkin idamların yapıldığına dair bilgiler yok. Ancak özellikle “ajanlık” adı altında birçok muhalifin Çin’de idam edildiğini biliyoruz. Sadece bununla da sınırı değil. Li Yan’ı hatırlayalım. Yıllarca kocası tarafından şiddete uğramış, işkenceye maruz kalmış bir kadındı. Defalarca polise şikayetçi olmasına rağmen sesi duyulmamıştı, kocasına hiçbir yaptırım yapılmamıştı. Li Yan 2011 yılında kocasının vahşi işkencelerine dayanamayıp onu öldürmüştü ve idam cezasına mahkum edilmişti. Uzun zaman Çin’de ve diğer ülkelerde Li Yan’ın idam cezasının durdurulması için kampanyalar yapılmıştı ve sonunda idam kararı durdurulmuştu. Ancak Çin dahil birçok ülkede kadınlar yıllardır maruz kaldıkları sistematik şiddet altında ezilirken bir yandan da devletin ağır cezalarıyla burun buruna kalıyor. İran’da, Afganistan’da, ABD’de, Suudi Arabistan’da, Somali’de ve idam cezasının uygulandığı birçok ülkede bu cezalar en çok muhaliflerin ve kadınların üzerinde sopa olarak kullanılıyor.

İDAM NEDEN ÇÖZÜM DEĞİL?

Özetle sınıflı toplumlarda yargı ve ceza sistemi, üst sınıfların egemenliğinin devamı, devletin “bekasını” ve dolayısıyla sömürü ve baskıya dayalı sistemin güvence altına alınması amacıyla geliştirilmiştir. Bizim de içinde bulunduğumuz kapitalist sistemde adli, cezai ve hukuki kurumlar devletin farklı kurumlarıyla iş birliği içinde işçi sınıfına, özellikle de muhaliflere karşı yaptırım uygulamak üzere konumlanmıştır. Aslında işkenceler ve infazlar hükümetlerin ve siyasi iktidarların toplumu düzenleme ve tahakküm altına alma araçlarıdır. Suçu tanımlıyor, cezasını belirliyor ve toplumu kendi arzuları ve çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor.

Türkiye’ye baktığımızda İkbal ve Ayşenur’un vahşice öldürülmesinden sonra patlayan öfke ve akabinde “artık idam gelsin” söylemlerini tekrar gündeme getirdi. Ancak şunu hatırlayalım ki Türkiye’de kadın katillerine caydırıcı cezalar verilmezken, kadınlara karşı suç işleyenler elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşıyor. Dolayısıyla bugün bu denli eşitsiz bir denklemin içinde idam cezası kadınları koruyamaz, tehdit eder. Nitekim Türkiye’de idamın yürüklükte olduğu döneme bakarsak tek bir erkek tecavüz nedeniyle idam edilmedi. Aksine 10’u aşkın kadın ölmemek için erkek öldürdüğü için idam edildi. Dolayısıyla burada en önemli mesele işlenen suçların toplumsallığını bilmemiz ve bütüncül ve eşitlikçi politikalar için mücadele etmemizdir.

Resim: Paul Delaroche// Wikimedia Commons