Medeni Kanun'da değişikliğe değil kadını güçlendirici bütüncül politikalara ihtiyaç var
Kadınların nasıl koşullarda yaşadığını ve Medeni Kanun’da yapılmak istenen değişikliklerin kadınların hayatını nasıl etkileyeceğini SHUDER İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Ayşe Tek ile konuştuk.

Gün geçtikçe artan yoksulluk, devletin birçok sosyal hizmetinin erişilemez hale gelmesi, şiddete karşı alınmayan önlemler kadınların hayatlarını çekilmez kılıyor. Buna ek olarak iktidar, aile ve iş yaşantısının uyumlaştırılması adı altında kadınların çalışma haklarına ket vuruyor bir yandan da kadınların medeni haklarına yönelik saldırıları da örgütlüyor. Kadınların nasıl koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalıştığını ve aile hukukunda arabuluculuğun ve Medeni Kanun’da yapılmak istenen diğer değişikliklerin kadınların hayatını nasıl etkileyeceğini Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İstanbul Şubesi, Yönetim Kurulu ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu Üyesi Ayşe Tek ile konuştuk.


Bir sosyal hizmet uzmanı olarak sahada kadınlarla çalışma deneyimine sahipsiniz. Sizin deneyimlerinize göre, özellikle yoksul kadınların hayatlarında ne gibi zorluklar ve sorunlar öne çıkıyor?

Öncelikle yoksulluğu yalnızca ekonomik iyilik hali olarak ele almamak gerekli, yoksulluğun ekonomik boyutunun yanı sıra hak ve hizmetlere erişememek de yoksulluğun tam da içinde yer alır. Kadın yoksulluğu, kadınların en temelde kendi yaşamlarıyla ilgili karar verici olamamasına yol açıyor. Yoksullaşma, kadınların ev içinde üstlendiği bakım yükünü daha da artırıyor. Kadınlar, yoksulluk nedeniyle sağlık, eğitim gibi çok temel haklarına erişemiyorlar. En temel meselelerden biri de şiddet, kadınlar yoksulluk nedeniyle şiddete maruz bırakıldıkları evlerden çıkmayı, şiddete maruz bırakıldıkları ilişkiyi bitirmeyi göze alamıyorlar. Bugün, en çok konuşulan konulardan biri barınma hakkı örneğin. Kiraların durumu ortada, gittikçe yoksullaşan kaç kadın ayrılmaya karar verdiği zaman şiddete maruz bırakıldığı ilişkiden çıkabilir ve kendine barınmak için bir ev tutabilir?

Kadın yoksulluğu, kadınların güvencesiz ve ağırlaşan koşullarda emek sömürüsüne maruz bırakılmalarına neden oluyor. Kadınlar, yoksulluk içinde aynı zamanda torununu, çocuğunu, engellisini, yaşlısını ya da ona şiddet uygulayan kocasını da geçindiriyor. Bu durum yoksulluğun, işsizliğin, psiko-sosyal sorunların gittikçe derinleşmesine neden oluyor. Kadınlar, bu yaşam mücadelesinde destek istediklerinde kendilerini suçlu hissediyorlar.

Kadınlar, devletin sosyal yardımlarına erişebiliyor mu? Bu yardımlar yeterli mi?

Ekonomik krizin derinleşmesiyle beraber kadınların deneyimlediği yoksulluk derinleşti ve kadınlar üzerindeki şiddetini artırdı. Sosyal hizmet yalnızca ekonomik desteklere duyulan ihtiyaç bağlamında açıklanırsa eksik olur. Kadınlara; evi geçindirmek, çocuklarına ya da hane içinde bulunan diğer kimselere bakım vermek gibi ekstra sorumluluklar yüklendi. Evde özel ihtiyacı olan engelli bir çocuğu varsa örneğin, onun ihtiyaçlarını karşılayamıyor.

Kadınların onları bağımlı hale getirecek “yardım anlayışından” ziyade; bir yurttaş olarak özgürce karar alma becerilerini destekleyecek, kadınları ekonomik hayatın içine katacak, var olan yasaları etkin uygulandığı ve şiddetten uzak bir hayat sürmelerini sağlayacak bir sisteme ihtiyaç var. Bunun bir ayağı elbet sosyo-ekonomik destekler olabilir, ekonomik destekler sürerken kadınların maruz bırakıldıkları travmalar ile çalışan psiko-sosyal desteklere erişimi, kadınların eğitimlerinin desteklenmesi, ekonomik hayata katılımlarını kolaylaştıran ve kadının üzerindeki bakım emeği yükünü azaltan sosyal politikalara ihtiyacı var. Yalnızca ekonomik destek, kadınlar için oldukça önemli olsa da bu bir yere kadar. Kadınların eşit yurttaşlar olarak karar alma süreçlerine katılarak kendi yaşam koşullarını belirlemede söz hakkına sahip olduğu bir yapı gerekli. Mevcut yapı, konuştuğumuz güçlendirilmiş kadın imgesini destekleyen koşulları ne yazık ki oluşturmaktan uzak.

Sahada şiddete uğrayan kadınlarla ne sıklıkla karşılaşıyorsunuz? Kadınları şiddetten uzaklaştırmak ve onları korumak için alınan önlemler yeterli ve kadınlar açısından erişilebilir mi?

Kadına yönelik şiddete ilişkin yapılan en kapsamlı son araştırma, 2014 yılında ve bu araştırma bize şunu söylüyor; Türkiye’de Aile İçi Şiddet Araştırmasına göre her 10 kadından 5’i duygusal şiddete, her 10 kadından 4’ü fiziksel şiddete, her 10 kadından 1’i ise cinsel şiddete maruz bırakılmıştır. Elbette biz sosyal hizmet uzmanlarının kadınlarla birlikte çalışırken karşı karşıya olduğu tablo bundan farklı değil ve olmayacak. Hatta sosyal hizmet uzmanları, eşitsizliklerin en yoğun olduğu gruplarla çalışma yürütüyor. Dolayısıyla şiddet, yoksulluk, engellilik, yaşlılık, mültecilik gibi alanlar kesişimsel olarak çalışmalarımızda sıklıkla karşımıza çıkıyor.

Kadına yönelik şiddeti ve koruyucu-önleyici tedbirleri konuşuyorsak İstanbul Sözleşmesi’ne değinmeden bu konuyu konuşmak mümkün değil. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede en önemli araçlarımızdan biriydi ancak ne yazık ki Türkiye, imzasını bu önemli sözleşmeden geri çekti. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla birlikte, kadına yönelik şiddetin önemli ölçüde azaldığı bir trend karşımıza çıkarken, sözleşmeden çekilmek ve akabinde 6284 sayılı kanunu tartışmaya açmak yapılan tüm olumlu çalışmalara ket vurma riskini taşıyor ve yaşadığımız etkiler bu sosyo-politik karardan bağımsız değil.

6284 sayılı Kanun kadına yönelik şiddetin önlenmesinde ve şiddete maruz bırakılan kadınların korunmasında ise hala çok önemli bir role sahip. Önemli olan, buradaki tedbirlerin hiçbirinden vazgeçilmeden hayata geçirilmesi, nitelikli ve eksiksiz uygulanması. Özellikle biz sosyal hizmet uzmanları olarak, kadınlarla yaptığımız çalışmalarda ve yazdığımız sosyal inceleme raporlarında 6284 sayılı Kanun’a sıklıkla vurgu yapıyoruz.

Kadınlar hayatlarına devam edebilmek açısından psiko-sosyal desteğe ne düzeyde erişebiliyor? Bunun için devlet ne düzeyde olanak sağlıyor?

Kadınlar, ne yazık ki bu hizmete ihtiyaç duydukları zamanda ve düzeyde erişemiyorlar. Özellikle ruh sağlığı hizmetlerine erişim, kadınlar ve toplum için neredeyse lüks. Eğer kadının, ruh sağlığına ayırabileceği bir ekonomik geliri varsa bile bunu genellikle çocuğu için harcamak zorunda kalıyor.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığına bağlı kurumlarda psiko-sosyal destek çalışmaları oldukça önemli fakat; özellikle sosyal hizmet adı altında yürütülen politikalar ne yazık ki hâlâ sosyal yardımlarla özdeşleştiriliyor.

Yaşamın zorlukları ya da kadınların maruz bırakıldıkları şiddet sonrasında, yaşadığı travma ile çalışılması üzere sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve psikiyatrist gibi kişilere erişimi oldukça sınırlı. Şiddet gören bir kadın yaşadığı travmaya dair psikoloğa gitmek istiyorsa bunun için özel ve kadın için oldukça yüklü bir kaynak ayırmak zorunda. Psikiyatristten ise randevu bulmak, günümüz sağlık sisteminde oldukça zor. Sosyal hizmet uzmanları ise şiddete maruz bırakılan kadınlarla çalışırken sistemin yapısı nedeniyle mesleki zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar.

Tüm bu tabloyla birlikte, kadına yönelik şiddet alanında çalışan oldukça özverili sosyal hizmet uzmanları, psikologlar mevcut. İyi uygulamaları onların mücadelesi sayesinde görebiliyoruz. Önemli olan kamu kurumlarında, yerel yönetimlerde, sivil toplum örgütlerinde olan bu mücadeleyi büyütmek ve dayanışmayı yaygınlaştırmak. Dayanışma, kadınlarla yapılan profesyonel çalışmalarla da mümkün, böylelikle kadınların yaşam koşulları bambaşka bir noktaya taşınabiliyor. Bu özverili çalışmalar, sistemin zorluklarıyla birlikte uzmanların tükenmesi pahasına yapılıyor. Kadınlarla bu anlamda çalışma yürüten meslek elemanlarını desteklemek, onlara alan açmak ve uygulamaların güncellenmesinde deneyimlerine kulak vermek bu anlamda kritik bir önem taşıyor.

Sizin sahadaki deneyimlerinize göre, eşinden boşanmak isteyen ancak şiddet ya da ekonomik sebeplerle bunu gerçekleştiremeyen kadınlar ne yoğunlukta? Bu durum kadınların ve çocukların durumunu nasıl etkiliyor?

Şiddet döngüsünün kırılmasının sistem nedeniyle zorlaşması, kadınları destekleyen bütüncül politikaların eksikliği ve kadınların yaşadıkları hak ihlalleri ne yazık ki kadınların şiddete maruz bırakıldığı ilişkiden çıkmasını zorlaştırıyor. Bu durum kadınların ve çocukların yaşamlarını doğrudan olumsuz etkiliyor. Bu travmalar, hem kadın hem de çocuk açısından uzun dönemli çalışmaların gerekliliğini ve zorunluluğunu ortaya çıkarıyor.

Kadınlar açısından bakacak olursak öncelikli olarak yaşam hakkını ele almak zorundayız. Erkek şiddeti kadınları öldürüyor. Buna şahit olmaya devam ediyoruz. Şiddet, kadınların bir bütün olarak sağlığını, ekonomik hayata katılımını, sosyal yaşantısını, adalete ve diğer hak ve hizmetlere erişimini doğrudan etkiliyor.

Çocuklar açısından da durum oldukça kritik. Ev içi şiddet ortamında olan çocuk da baş etmesi oldukça zor travmalarla karşı karşıya kalıyor. Çocukların güvenli, iyilik halinin bir bütün olarak desteklendiği bir ailede yaşama hakları varken bu hakkın her gün sistematik olarak ihlali, çocukların güvenliğini, sağlık hakkını, sağlıklı gelişim hakkını olumsuz etkiliyor. Çocuklar tüm bu hak kayıplarıyla ortaya çıkan ağır psiko-sosyal sorunlarla karşı karşıya kalıyor.

Şiddet durumlarında, kadınların şikayetçi olmasını ve boşanma sürecini başlatmasını engelleyen temel sebepler neler? Bu durumdaki kadınlarla karşılaştığınızda siz neler deneyimlediniz?

En temel neden toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve bu bakışla ortaya konulan sosyal politikalar. Kadınlar, ataerkil bakış açısının her gün yeniden üretildiği devlet mekanizmalarına başvurmakta zorluklar yaşıyorlar. Başvurduklarında koşullarının değişeceğine inanmıyorlar çünkü sisteme dair büyük güvensizlikler deneyimliyorlar.

Kadınlar, boşanma kararı almak ya da şiddet uygulayan kişiyi şikayet etmek için ciddi bir iç hazırlık sürecinden geçmek zorunda kalıyorlar. Kendilerini, bununla baş edecek güçte hissetmediklerinde de koruyucu-önleyici sisteme başvurmakta çekince duyuyorlar. Kadınlar, bu nedenle artık şiddet ya da ilişki içinde maruz bırakıldıkları hak ihlalleri son noktaya gelmeden, bu yolu genellikle seçmiyorlar. Çünkü bunun zorlu bir yol olduğunun farkındalar ve bu süreçte göze almaları gereken birçok farklı faktör iç içe geçmiş durumda; yoksullaşma riskinin artması, dışlanma, hatta boşanmak istediği için yaşam hakkının ihlal edilmesi riski... Bütün bu risklerle yapılandırılmış ve bütüncül destekler olmadan ya da çok sınırlı desteklerle üstlenmek ve bu risklerle başa çıkmak kolay değil.

Toplumdaki yaygın algılar ve normlar; kadınların birbirlerinin deneyimlerinden öğrendikleri; erkeklere nasılsa “bir şey olmayacağı” yönünde. Bu algı aslında bize şiddetin yaygınlığı ve yaygınlığının temelindeki koca bir sistemi resmediyor. Ancak, kadın mücadelesi ve mesleki mücadelemizin bize öğrettiği şey, bu sistem içinde ve bu sisteme rağmen kadınların deneyimlerinden ve hak mücadelesinden beslenen çalışmaları ortaya koymak.

Boşanmaların artması iktidarın uzun süredir sorun olarak tarif ettiği bir durum. Ailenin kutsallığı ve birliğinin bozulmamasına dair de iktidarın çeşitli söylemleri ve politikaları var. Bunlardan biri de aile hukukunda zorunlu arabuluculuk değişikliği. Bu değişiklik kadınların lehine gibi lanse ediliyor. Sizin deneyimlerinize göre, kadınlar aile hukukunda arabuluculuğun zorunlu olması durumunda neler yaşayacak?

Öncelikle bu bir sistem değişikliği. Bunu görünür kılmamız gerekiyor. Medeni Kanun, 6284 sayılı Kanun gibi kadın hareketinin önemli ve temel kazanımları var. Şimdi kazanımlarımıza sıkı sıkıya tutunarak eski günlere geri dönmemeye çalışıyoruz. Bu durum kadınların kazanımlarına karşı geliştirilen siyasi ve politik duruşun açık bir göstergesi.

Mevcut siyasi iktidar ve iktidara yakın kesimler sahte mağduriyetler yaratılıyor. Örneğin nafaka, yalnızca kadınlar için bir hak değil; kadınların nafakaya ihtiyaç duymasının temel sebeplerini yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak gerekli. Kadınlarla-erkekler; kız çocukları ve oğlan çocukları eşit koşullara ve eşit fırsatlara sahip değiller. Yapılacak olan değişiklik, kadınların sistem içinde daha da yalnızlaştırılmasına neden olma riskini açık bir şekilde taşıyor. Bugüne dek yargısal süreçlerde kamu otoritesini öyle ya da böyle yanında gören kadınlar artık erkek karşısında yalnız bırakılıyor ve hatta devlet erkek yanında konumlanıyor. 

Boşanmaların hızlandırılması gerekçesiyle, boşanma sürecinde kadınların talep edebileceği; mal paylaşımı, nafaka, tazminat gibi temel haklarının boşanma davasından ayrılması ve sonraki bir aşamaya bırakılması kadınların hukuki süreçte yaşadıkları zorlukları katlayacaktır. Boşanma davalarında arabuluculuk görüşmelerinde erkekle baş başa bırakılacak kadınlar ya sürecin uzamaması için nafaka gibi en temel haklarından vazgeçmek zorunda kalacak ya da bu süreçleri hiç göze alamayarak kendini zorunlu olarak evlilik içinde ve erkeğe bağımlı bir yaşam içinde bulmaya devam edecek. Boşanma kadınlar için psikolojik ve sosyal yükleri ağır olan bir süreç, hele de ülkemizdeki kadına bakışla bu daha da ağırlaşıyor. 

Türkiye’de yargı süreçlerinin yavaş işlediği herkesin malumu... İktidar da bunun farkında olarak bu süreçleri daha da zorlaştırıyor, kadınların göze alamayacağı bir hale getirmeye çalışıyor. İktidar aslında hem gerici kitlelerin taleplerinin başında gelen nafakanın kaldırılmasını böyle dolaylı bir yoldan sağlayarak, toplumsal tepkiyle de karşılaşmaktan kaçınarak, istediği sonuca ulaşıyor hem de kadınlar için evlilikleri; içinden çıkılamaz bir yapı, adeta cezaevi haline getiriyor. Ayrıca burada aslında kadınların hak kaybının sanki iki tarafın da iradesinin sonucu olduğu gibi bir görüntü yaratmaya çalışıyor. Eşitsiz koşullarda arabulucu masasına oturacak kadın ve erkeğin, o masadan adaletli bir sonuçla kalkmayacağı açık. Kadınlar, bu hukuki süreci takip edebilecek ekonomik ve sosyal olanaklara sahip değilse kadının hak kayıplarının birbirine eklemlenmesiyle sonuçlanacak süreçlerde tekrarlanan ya da artan hak ihlalleri ortaya çıkacaktır. Bu risk oldukça büyük.

Kaldı ki arabuluculuk görüşmeleri “gizli” görüşmeler. Bu görüşmelerde kadınların hangi argümanlarla baş başa kalacağını bilmiyoruz. Boşanmanın koşutu ne olacak bu arabuluculuk görüşmelerinde? Kadınların nafaka haklarından vazgeçirilmesi mi örneğin? Bu durum kadınların adalete erişimini imkansız hale getirerek, adalete olan inancını ortadan kaldırabilir.

Sizce kadınların toplumdaki konumunun iyileştirilmesi; barınma, güvenli ve insanca yaşam gibi ihtiyaçlarının karşılanması için neler yapılmalı? Burada sizin meslek grubunuzun, kadın hareketinin ve diğer alanların ne gibi sorumlulukları olmalı?

Toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen politikaları ve kadının kazanılmış insan haklarını bir bütün olarak yaşamın her alanında talep etmekte ısrarcı olmalıyız. Hak ihlallerine karşı yaşamın her alanında sessiz kalmamak; görmek, duymak ve görünür kılmak da bir o kadar önemli. Hak temelli izleme ve veri temelli savunuculuk ise olmazsa olmazı. Her gün mücadeleye yeniden devam etmemiz çok önemli.

Sosyal hizmet uzmanlarına burada oldukça kritik bir rol düşüyor. Kadını merkeze alan sosyal politikaların geliştirilmesiyle ilgili özellikle Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği olarak sürekli olarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kadınların, yaşamın her alanında söz sahibi olabilmesini destekleyici sistemlerin ortaya konulması için kadınların deneyiminden beslenen, güçlendirici, özgürleştirici bir sistemin yaşama geçirilmesini hedefleyerek her fırsatta mesleki bilgi, becerilerimizden beslenen çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Elbette meslek örgütünün yanında birçok sosyal hizmet uzmanı, kadın hareketinde de örgütlü ve bu alanla mesleki bilgi, deneyim ve bakış açılarını birlikte ortaya koyuyor. Özellikle kadın meslektaşlarımın bu anlamda çok kıymetli çabaları mevcut.

Kadınlarla çalışma yürüten tüm meslek örgütlerinin, akademinin, kadın bakış açısı olan medya çalışmalarının ve kadınlarla çalışma yürüten sivil toplum ya da kadın örgütlerinin birlikte mücadele etmesi çok önemli. Uzmanlık alanlarının bir araya gelmesi ve birbirinden beslenmesi mücadelemizi büyütmek için; görünür kılmak için yapabileceğimiz en güzel şey. 

Fotoğraf: Ayşe Tek kişisel arşiv
Kapak fotoğrafı: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Bir sosyal hizmet görevlisi anlatıyor: Her kapıda...

‘Her gün sosyal destek başvurusu yapan ailelere gelir tespiti yapmak için ev ziyaretleri gerçekleşti...

Arabuluculuk kadın için dayatma ve şiddet demek

Adalet Bakanlığının düzenlediği Medeni Kanun Çalıştayında arabuluculuk başta olmak üzere yürütülen t...

Bu mu ‘sosyal hizmet’! 481 lirayı al ve sus!

Devlet; 1.5 ay önce tedbir kararı konulan çocuklar için ancak dosya haberimizden sonra devreye girdi...