Maktül mü-katil mi? Kırk katır mı-kırk satır mı?
‘Kadınlar olarak elbette ki ölmek de öldürülmek de istemiyoruz. Kadın cinayetlerinin artık çetelesi tutulamaz hale geldiği bu ülkede, ‘meşru müdafaa haktır’ı daha güçlü dile getirmek zorundayız.’

Çilem Doğan, Nevin Yıldırım, Yasemin Çakal, Name Öztürk, Hülya Halaçkay, Fikriye Özbek, Melek İpek, Nimet Akgün…

Bu isimler bir çırpıda sıralayabildiğimiz, şans eseri “maktul” olmaktan kurtulmuş, “katil” sıfatı verilmek istenen kadınlar. Son dönemde arka arkaya gelen birkaç haber bu konuyu yeniden ve yeniden konuşmamızı zorunlu kılıyor.

Yıllardır eşi Hakan Özbek’in ağır şiddeti altında yaşayan Fikriye Özbek, eylül ayında, eşinin zorla eline tutuşturduğu silahın patlaması sonucunda ölmekten kurtulmuş, ama katil damgası vurulmak istenerek cezaevine gönderilmişti. Ekmek ve Gül okurları onun hikayesinin ayrıntılarını bizzat ondan da dinlediler.

Fikriye’nin yargılaması halen devam ediyor. Kasım ayında görülen ilk duruşmada dinlenen her tanık Fikriye’nin sürekli şiddet gördüğünü, hatta bu şiddetin işkence boyutlarına ulaştığını anlattı. Hakan Özbek’in babası dahi Fikriye’den şikayetçi olmadı. Fikriye halen tutuklu. 7 ve 10 yaşındaki çocuklarına engelli olan annesi bakıyor. Duruşma öncesinde, Fikriye’nin o anki ruh halinin, psikolojisinin dosyaya yansıması açısından önceki şiddet öyküsünü ayrıntılı olarak anlatmasını istemiştik. Ancak mahkeme bu konuyu önemli görmeyip sadece olay gününün anlatılması konusunda ısrarlı bir çaba içerisindeydi. Hatta Fikriye’nin eşinden neden bu kadar çok korktuğunun anlaşılabilmesi bakımından Hakan Özbek’in soruşturma dosyalarının araştırılması istediğimiz de konu ile ilgili olmadığı gerekçesi ile mahkeme tarafından reddedildi. Oysa bu tam da konunun kendisi idi. Çünkü Fikriye ve onun durumundaki diğer kadınlar, tam da bu nedenle, yani karşısındaki şiddet failinden korktukları için bu pozisyona gelmişlerdi.

Önümüzde onlarca örnek var. Tüm bu örneklerde kadınların uzun süreli bir şiddet mağduriyeti geçmişine sahip olduklarını açıkça görüyoruz. Çoğu zaman bu şiddet öyküsünün mağduru, cinayete kurban gidip “maktul” olurken, kimi zaman da o şiddeti def etmeye, ölmekten kurtulmaya çalışırken “katil” oluveriyor. Maktul ya da katil olmak, tıpkı masallardaki “kırk katır mı, kırk satır mı?” sorusuna benziyor. Canını kurtarabilen bu kez de sağ kaldığı için yargı önüne çıkarılıp çoğu kez ömrünün kalanını cezaevinde geçirmek zorunda kalıyor. Zira katiller erkek olunca çok rahatlıkla uygulanabilen indirimler, kadınlar için uygulanmak istenilmiyor. Oysa maktul olmanın da katil olmanın da sorumlusu kadınlar değil, onlara şiddet uygulayan erkekler.

ÖLMEK YA DA ÖLDÜRÜLMEK İSTEMİYORUZ

Örselenmiş kadın sendromu, partnerinden uzun süre, sürekli şiddet gören kadınların içinde bulundukları travma sonrası stres bozukluğu halinin özel bir biçimi olarak tanımlanıyor. Bu sendromu yaşayan kadınlar, çaresiz oldukları ve şiddetten ancak failin ölümü ile kurtulabilecekleri algısını taşıyorlar. Bizim hukuk sistemimizde çok da kabul görüp uygulanmayan örselenmiş kadın sendromu olgusunu tartıştırmamız, meşru müdafaanın, cezasızlık hallerinin uygulanmasını istediğimiz olaylarda bu durumun altını çizmemiz ve bizim hukuk sistemimizde de bunun yer bulabilmesi için bir mücadele örgütlememiz gerekiyor.

ÖRSELENMİŞ KADIN SENDROMU
Dayak Yiyen Kadın Sendromu / Battered Women’s Syndrome: Eşi veya birlikte yaşadığı erkek tarafından sistematik olarak şiddete maruz kalan, ancak bu istismarcı ilişkiden kurtulamayacağına inanan kadınların çaresizlik, güçsüzlük duygusu.

İşin bir başka boyutu ise kadınların bu aşamaya gelene kadar yaşadıkları süreç. Bu kadınların onlarca kez koruma kararı almalarına rağmen yine de şiddetten korunamadıkları bir gerçeklikle yüz yüzeyiz. Kadınlar şiddet gördüklerinde, kendilerine gerçek anlamda bir koruma sağlanamadığı için defalarca şiddete uğramaya devam ediyorlar ve bu şiddet sarmalından en son maktul ya da katil olarak çıkabiliyorlar. Kadın cinayetlerinde de kadınların öldürmek zorunda kaldıkları olaylarda da bu duruma oldukça sık rastlıyoruz. Burada sorumluluk, İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerinden biri olarak devlete düşüyor. Kadına, şiddet görmeyeceği, çocukları ile birlikte yeni bir hayat kurmasını sağlayacak maddi olanakların sağlanması gerekiyor. Oysa bizim sistemimizde, böyle olanaklar sunulması bir tarafa, “Kocandır olur öyle, büyütmeyin, ailenizi dağıtmayın” denilerek karakollardan geri çevrilen nice kadın var. Yine bizim ülkemizde engellenmesi gereken şey “boşanmalar” olarak görülüp tedbirler bu yönde alınmaya çalışılıyor. “Kadın ve Eşitlik” Bakanlığımız değil “Aile” Bakanlığımız var mesela. Isıtıp ısıtıp boşanmada zorunlu hale getirmeye çalıştıkları arabuluculuk sistemi var. “Nafaka mağdurları” var… Yenilenmeden, ilerlemeden kadınların anladığı ile yönetenlerin anladıkları aynı şeyler değil. İşte mücadelemizi, öfkemizi, birlikte gücümüzü yöneltmemiz gereken alanlardan biri de bu.

Kadınlar olarak elbette ki ölmek de öldürülmek de istemiyoruz. Kadın cinayetlerinin artık çetelesi tutulamaz hale geldiği bu ülkede, “Boşanmaları değil, cinayetleri engelle” sloganımızı daha güçlü haykırmak, “meşru müdafaa haktır”ı daha güçlü dile getirmek zorundayız. Bir kadın daha eksilmemek için, Çilem’in, Fikriye’nin, Melek’in yaşadıklarının bir kadının daha başına gelmemesi için seslerimizi, ellerimizi birleştirmeliyiz.

Bu yazı vesilesi ile 22 Ocak günü, saat 09.30’da, Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek olan Fikriye Özbek’in duruşmasını hatırlatıyor, tüm kadınları o gün Fikriye için adalet istemeye, Fikriye’nin sesi olmaya davet ediyorum.


İlgili haberler
‘Devletin koruması gerekirken biz kendimizi koruma...

Şiddet artar, şiddetin dozu vahşileşirken ölmemek için öldürmek zorunda kalan kadınlar da artıyor. K...

Fikriye katil değil, şiddet mağduru!

Adana’da şiddet gördüğü kocasını öldürdüğü iddia edilen Fikriye Özbek’in avukatı Ekmek ve Gül’e konu...

Örselenmiş kadın sendromu!

Nevin Yıldırım, yıllarca kendisine tecavüz eden kişiyi öldürdüğü için ikinci kez müebbet cezası aldı...