Batı konusunda kafamızın biraz karışık olduğu dönemdeyiz. Bir yandan şok eğitim sistemleri, cımbızlanmış hukuki yöntemler alıp bunları da büyük büyük laflarla iç politikamızda pazarlamaya çalışırken diğer yandan azıcık sistem eleştirisi yapan insanlara -adeta ev sahibilermişçesine- ‘gitmek isteyen gitsin’ diye yol veriyoruz.
Nevin Yıldırım’ın davasının nasıl sonuçlandığını okumuşsunuzdur, senelerce kendisine silah zoruyla tecavüz eden kişiyi öldürdüğü için -adamın hiçbir sorumluluğu yokmuşçasına- indirim yapılmaksızın ikinci kez müebbet cezası verildi. Bilirsiniz, bu tarz davalarda temel olarak ‘tasarlayarak adam öldürme’ ile yargılanır kadınlar. Halbuki hikayenin kendisi ‘tasarlayarak’ adam öldürme ile değerlendirilemeyecek kadar tanıdık ve travmatiktir. Muhakkak başka bir düşünüş biçimi, yolu vardır derken gerçekten var olduğunu gösteren, İngiltere’de uygulanan farklı bir örnek sunacağız size.
KADINLARIN MÜCADELESİ SONUÇ VERİYOR
1989’da Kıranjit Ahluwaliaadlı Hindistan kökenli 1955 doğumlu bir kadın, on yılı aşkın süre fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddetine maruz kaldığı kocasını, yine ağır şiddet yaşadığı bir gün kendisini öldüreceği korkusuyla yatağında yakarak öldürüyor. “Tasarlayarak adam öldürmekten” yargılanıyor. Avukatları ve kendisi her ne kadar bunun provokasyon olarak değerlendirilmesini isteseler de kabul görmüyor ve hakim jüriyi “Bu davranış İngiltere’de yaşayan iyi eğitimli, makul bir aileden gelen, evli bir Asyalı kadının eşinin provokasyonuna karşı vereceği bir karşılık mıdır?” şeklinde yönlendirmeleri ile ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyor.Ardından kendi içlerinde bir şiddet vakasıyla karşılaştıklarında sorunu, toplumda zaten şiddet/şuç eğilimli görüldükleri için kendi içlerinde çözmeye çalışan göçmen kadın birlikleri sorunun sadece göçmen kadınların değil her kadının ortak sorunu olduğunu belirtip, tabiri caizse “kol kırılıp yen içinde kalmasın” diyerek mücadele başlatıyorlar. Özellikle Southall Black Sisters kadın grubunun öncülük ettiği mücadeleye İngiltere’deki birçok kadın grubu destek veriyor. Kadınların ısrarlı çabaları ve şiddete maruz kalan kadınlar üzerinde yaptıkları bireysel araştırmaları ile dava 2 yıl sonra 1991’de yeniden görülüyor. Davaya müdahil olan kadın grupları sistematik olarak şiddete maruz kalan kadınların farklı bir duygusal birikimi olduğunu belirtip, adına “Şiddet Gören Kadın Sendromu” (Battered Women’s Syndrome) dedikleri sendromun psikolojik süreçlerini açıklıyorlar. Bu sefer hakimden jüriyi yönlendirirken “İngiltere’de yaşayan, Asyalı ama şiddete maruz kalmış bir kadına” göre kıyaslama yapmasını istiyorlar ve Ahluwalia 3.5 yıl ceza alıp, yattığı süre göz önünde bulundurularak tahliye ediliyor.
O tarihten bu yana Britanya’da tüm aile içi şiddet davalarında “Şiddet Gören Kadın Sendromu” temel alınarak değerlendirme yapılıyor. Aile içi şiddete ya da tacize maruz kalan insanların yaşadıkları travma ile işledikleri fiillerin uzun dönemde kendini gösterebileceği kabul görüyor.
Ahluwalia davasından sonra 1996’da bir başka davada Thornton adlı kadın yine benzer koşullarda, uzun yıllar süren ağır bir şiddete maruz kalıyor ve bir gün kocasını bıçaklayarak öldürüyor. Bu fiilden önce bıçağını bilediği için bunun “tasarlayarak adam öldürme” olarak değerlendirilmesi düşünülüyor. Thornton, “Şiddet Gören Kadın Sendromu”na ek olarak bu sistematik şiddetin maruz kalan kişide yarattığı etkilerin kişinin zihinsel sağlığını olumsuz yönde etkilemiş olabileceği ve bu şekilde bu cinayeti işlemiş olacağı kararına varılarak tahliye ediliyor. Tabii ki bu süreçte de yine Britanya’daki kadın örgütlerinin ısrarlı takibi ve mücadelesinin katkısı büyük.
NEVİN NE KIRANJİT’İ NE DE THORNTON’U TANIYORDU AMA...
Bu, meselenin yaşanmış, bilimsel ve teorik süzgeçlerden geçirilen kısmı. Ama aynı bu manaya gelen şeyleri bunları yaşayan kadınlar zaten söylüyor. Nevin karar sonrası yazdığı mektupta yaşadıklarını şöyle yazmış mesela: “Bana başka bir çıkış bırakmadı, dayanacak gücüm kalmamıştı. Dolmuşluğun patlamasıydı, bunu bir kurtuluş gibi gördüm o psikolojiyle. Artık tehditlerinin, iğrençliklerinin son olmasını, bitmesini istedim. Onu ne görmeye ne duymaya dayanacak gücüm kalmamıştı. Ben kendimden geçmiştim.” İşin ehli insanların “Şiddet Görmüş Kadın Sendromu” diyerek dünyanın bir ucunda sayfalarca metin yazabildikleri şeyi belki hiç bunu duymadan hissettikleri ile anlatıyor zaten Nevin.Elbette can almak, bir hayata son vermek kimsenin istemeyeceği bir şey. Aslında kadınlar olarak meselemiz de, mücadelemiz de; kadınların nefes alabilmek için her türlü şiddete katlanmak ya da ölmemek için öldürmek zorunda kalmayacağı bir toplumsal düzeni kurmak, bunun için mücadele vermek... O düzeni kurana kadar bu düzende yaşamı elinden alınmak istenen kadınların var olma savaşını anlamak da öyle...
NEDİR?
Dayak Yiyen Kadın Sendromu / Battered Women’s Syndrome: Eşi veya birlikte yaşadığı erkek tarafından sistematik olarak şiddete maruz kalan, ancak bu istismarcı ilişkiden kurtulamayacağına inanan kadınların çaresizlik, güçsüzlük duygusu.
İlgili haberler
Kadınların erkek, yargı, devlet şiddetiyle mücadel...
Kadın cinayetlerinde artan vahşet tablosunu ve yaygınlaşan cezasızlığı Avukat Ezgi Duman değerlendir...
Vahşileşen şiddetin arkasında ne var, önüne nasıl...
Ülkede kadınlar için ölümün “olağan” biçimi neredeyse lüks. Giderek vahşileşirken bir yandan da sıra...
Nevin Yıldırım neden sustu?
“Tanıklar konuştukça buruk bir tebessümle, çaresizce gülümsemeyle cevap verdi iddialara Nevin.” Yarg...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.