
Kamuda çalışan kadın emekçiler yalnızca yoksulluğun ve güvencesizliğin değil; aynı zamanda şiddetin, ayrımcılığın ve sessizleştirmenin hedefinde. Ama dayanışmayla ördükleri ağlar, cesaretleri ve örgütlü mücadeleleriyle her gün yeniden “Hayattayız, buradayız, direniyoruz” diyorlar. Tüm Bel-Sen Şube Başkanı Pınar Koşal ile sadece sendikal mücadeleyi değil; barıştan, kutuplaşmaya, 1 Mayıs’tan eşit temsiliyete kadar kadınların kamusal alandaki varoluş mücadelesini konuştuk.
Sendikal mücadeleye nasıl dahil oldunuz, sizi bu alana çeken neydi?
Memur olarak atanmamla birlikte sendikal faaliyetlere yöneldim. Beni bu alana çeken değil; alanı mücadeleye tekrar kazandırmaya çalışan kolektif bir tavrımız oldu. Çünkü ülkemizde son yıllarda yaşanan antidemokratik süreçler elbette sendikaları da etkiledi. Sınıf ve emek sendikacılığı zor dönemlerden geçti, geçiyor da. Şube yönetimine aday olduğumuzdan beri sendikayı tekrar alana ve sınıf temelli sendika çalışmalarına geri döndürmek için çalışıyoruz. Bu çıkışta ilk ateşi yakanlar kadınlardı. Bunu gururla söylüyorum. Eğer iş yerimdeki kadın arkadaşlarım beni arayıp “Hadi ne bekliyoruz?” demeselerdi bugün şube yönetiminde olamazdık. Sendikal çalışmalarda kadınlar inisiyatif alarak bizi güçlü bir örgüt yapabiliyor. Kısaca geceleri de sokakları da meydanları da iş yerlerini de varlıkları ile aydınlatıyorlar.
Özellikle son süreçte tırmanan yoksulluk ve güvencesizliğin kadına yönelik şiddeti de tırmandırdığı aşikar. Buna karşı ne yapılmalı? Belediyelerde çalışan kadın emekçilerin karşı karşıya kaldığı şiddet biçimleri neler?
Diğer şiddet türlerinin yanında ekonomik şiddet tüm acımasızlığı ile ortaya çıkıyor. Toplumun tüm kesimlerini etkileyen bu durumun kadınlar özelinde yarattığı ikinci bir rol var. O da eziyet. İş yerlerimizde ve hayatlarımızda birleşik ve sınıf temelli bir mücadele kuramadığımız sürece yara bandı işlevi görmekten öteye geçemeyeceğiz. O nedenle sendikaların da öz eleştiri yaparak ilkesel tavırlarını emek ve sınıf mücadelesi üzerinden ortaya koymaları gerekli. Bizler yaratılan krizlerin ve sefaletin gerçek nedeninin kapitalizm olduğunu kavramak ve mücadelemizi bu hat üzerinden kurmak zorundayız.
Son dönemde karşılaştığımız yaygın şiddet türlerinden birisi de psikolojik şiddet. İspat gerekliliğinin yarattığı olumsuzluklar, sürecin yürütülmesinde oluşacak yeni travmalar ya da kişinin öğrenilmesini istememesi ile kaotik bir durumun oluşması, öğrenildiğinde dışlanma ve sosyal hayattan kişinin kopma risklerini barındıran hem yatay hem de dikey hiyerarşide görülen bir şiddet. Şiddete uğrayan bireylerin doğrudan iletişime geçmesi zaman alıyor. Biz açıktan ve beyanı esas alan bir tavırla hareket ediyoruz. Konfederasyonumuz KESK’e bağlı iş kollarımızda bulunan uzmanlar, iş yeri temsilcilerimiz ve ilgili komisyonlarımızla süreci yönetiyoruz ama bu aşamalarda zorlandığımız husus işveren tavrı. Yerel yönetimlerin birçoğunda eşitlik eylem planları, eşitlik birimleri gibi birimler bulunsa da üst yöneticilerin tavrı değişkenlik gösterebiliyor. Kimi durumlarda 9 aya varan görüşmelerde sonuç elde ettiğimiz oldu.
Sendikalı olmak, kadınların şiddete karşı mücadelesinde nasıl bir güç sağlıyor? Dayanışma örnekleri üzerinden anlatabilir misiniz?
Bunun en somut örneği benim. Eğer örgütlü bir mücadelede olmasaydım şiddet karşısında bu kadar güçlü kalamazdım. Vazgeçmeye öyle yakın olduğum zamanlar yaşadım ki. Her defasında dayanışma ile ayağa kalktım. Şiddeti öyle ahlaksızca savunup uyguluyorlar ki can damarlarınızda hissediyorsunuz. Uykusuzluğu, diş sıkmaktan yaşanan çene sıkıntılarını, kadın olduğunuz için namus üzerinden geliştirilen ahkamları... Bugün şehirde en yüksek memur üyeye sahip bir sendikanın yürütmesinde görevliysem bu bana can suyu olan kadınlar sayesindedir.
“Aile yılı” ilan edilen bu yılda, kadınlar için nasıl bir mücadele yılı öngörüyorsunuz? Bu söylemin devlet politikalarındaki karşılığı nedir sizce?
Frida Kahlo’nun "BEN KADINIM... ve senin istediğin gibi değil, KENDİ istediğim gibi bir kadınım" sözüyle başlamak isterim.
Aile yılı söylemi devletin istediği sınırlarda istediği kadını yaratmaya çalıştığı süreçlerden sadece biri. Özellikle son çeyrek asırda toplumsal hareketleri gözlemlediğimizde kadın hareketinin büyük bir ivme kazandığını, bu hareketin her türlü kutuplaşmadan sıyrılarak dayanışma ile güçlendiğini görüyoruz. Sadece bizler değil, egemenler de bunun farkında. Tüm toplumsal kesimler ile büyüyen, aynı zamanda toplumsal sorunlara karşı da ses yükselten bu mücadeleye karşı bir tavrıdır aile yılı kavramı. Ama her şeye rağmen kadınlar haklarından da hayatlarından da vazgeçmiyor. “Ne kol kırılacak yen içinde kalacak, ne de bu yıl ‘aile yılı’ olacak!” diyerek meydanları dolduruyor.
1 Mayıs’a giderken kadın emekçiler olarak talepleriniz neler olacak? 1 Mayıs’ın sizce kadınlar açısından özel bir anlamı var mı?
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kapsamında bir sendika yöneticisi olarak gördüğüm eksikliği paylaşmak isterim. Sendikaların “başkan” kokan havasının değişmesi gerekli. Maalesef bu, kurumsal olarak bizim yapılarımıza da sirayet etmiş durumda. Bizler fırsat eşitliği istemiyoruz; toplumsal cinsiyet temelli bir yapılanma istiyoruz. Bu nedenle kadın mücadelesinin alanı sanılanın aksine çok geniş ve önemli. Bu sadece bir kadının yönetici olması veya eşit temsiliyet ile çözülecek bir durum değil. Hakkımız olanı ısrarla istemekten vazgeçmemeliyiz. O nedenle 1 Mayıs’ta alanlarda olup haykıracağız: “İstanbul Sözleşmesinin fesih kararı geri çekilsin! Lanzarote Sözleşmesi Uygulansın! 6284 etkin bir biçimde uygulansın! ILO’nun 190 Sayılı Sözleşmesi İmzalansın!”
BİR PERDE ARALANDI ARTIK
Son dönemde artan polis şiddeti, kadınların eylem hakkı üzerinde nasıl bir baskı yaratıyor? Sendika olarak bu konuda nasıl bir tutum alıyorsunuz?
Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz. Bir perde aralandı artık. Öyle görüyoruz. Kaybettiğimizde değil; vazgeçtiğimizde yenileceğiz. Bu orantısız güç kimden gelirse gelsin kadınların eylem hakkının bu durumun ötesinde olduğu ve egemenlerin de bunu kavrayamadığı çok açık. Bürokratik değil ,alan sendikacılığını yaygınlaştırarak bire bir görüşmelerle dayanışma kuruyoruz.
CİNSİYET EŞİTLİĞİNİ TEMEL ALAN POLİTİKALAR UYGULANMALI
Kadınların kamusal alanda güvenle var olabilmesi için belediyeler ne tür önlemler almalı? Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama yolunda yerel yönetimlerin rolü ne olmalı?
Yerel seçimler öncesi şube olarak hazırladığımız başlıkları kent yöneticisi adaylara ilettik aslında. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile ilgili politikaların yerel yönetimlerde hayat bulması adına yereldeki kadın örgütlerinin görüşlerinden aktif şekilde faydalanılması, toplu iş sözleşmelerinde “toplumsal cinsiyet eşitliği”ne dayalı başlıklara yer verilmesi, kadına yönelik şiddete duyarlı politikaların varlığı, 8 Mart ve 25 Kasım tarihlerinde idari izin, regl ve ebeveyn izni, HPV aşısı, binaları, meydanları ve parkları tasarlarken toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir bakış açısının yansıtılması, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Müdürlüğü, Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürlüğü, Kadın Danışma Birimi gibi birimlerin organizasyon şemasında olması, tüm hizmetlerle ile ilgili geri dönüşler için toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı veri analizinin yapılması ve değerlendirme süreçlerinde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” raporlarının da oluşturulması, kurum içinde ayrımcılık, taciz, şiddet ve mobbing yaşandığında başvurulacak bağımsız komisyonların kurulması.
Sonuç olarak kadınlar teorik bir eşitlikten çok hayata geçen ve yaşamlarına dokunan politikalar görmek istiyor.
‘BARIŞ SADECE MASADA OLMAZ’
Barış talebi ve toplumsal kutuplaşma gündemini düşündüğümüzde, kadınların barış ve bir arada yaşam mücadelesinde üstlendikleri rolü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadınlar, yaşadığımız her türlü kriz döneminde, savaşta, kutuplaşmada en çok bedel ödeyen ama en az söz verilen kesim oldu. Oysa kadınların barış talebi, sadece savaşların bitmesi değil; eşit, adil ve özgür bir yaşam kurma mücadelesidir. Biz barışı sadece çatışmasızlık olarak değil; haklarımızın tanındığı, şiddetsiz bir hayatın mümkün olduğu bir toplumsal düzen olarak görüyoruz.
Kadınların kurduğu dayanışma ilişkileri, hayatın her alanında bir arada yaşamın zeminini kuruyor. Çünkü barış sadece masalarda değil; mahallede, iş yerinde, sokakta kadınların emeğiyle, cesaretiyle, dayanışmasıyla kurulabilir. Bu yüzden gerçek ve kalıcı bir barış istiyorsak kadınların özne olduğu bir mücadele hattını örmemiz gerekiyor.
Fotoğraf: Pınar Koşal
İlgili haberler
Binlerce kamu emekçisi 'sefalet zammına' karşı iş...
Eğitimden sağlığa kadar birçok iş kolundan kamu emekçileri "Sefalet zammını kabul etmiyoruz" diyerek...
Kamu emekçisi kadınlar: Toplu sözleşmede kadının a...
KESK, iktidar ile Memur-Sen arasında imzalanan toplu sözleşmeyi protesto etti. Ekmek ve Gül’e konuşa...
İzmir'de kamu emekçisi kadınlar sendikal mücadeley...
İzmir'de kamu emekçisi kadınlar 8 Mart'a giderken yazarımız Fulya Alikoç'un katılımıyla 8 Mart'ı ve...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.