Soytarılar ve hazineler
'Tüm mesaisini insanın yalnızlığından ve saygınlık arayışından para kazanma üzerine kuran, kendini devrimci sanan soytarılar... Kendine piramit inşa ettiren firavundan ne farkları var?'

“Tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder.”

Karl Marx

Yıllar evvel, nadir ziyaretçisi olan Edirne Ticaret Lisesinin kütüphanesindeki bir rafta yan yana dizili Moliere kitaplarını okumaya başladığımda pek çok acıklı gerçeğin, insanın içinde gizli bir kıkırtı oluşturarak da anlatılabileceğini öğrenmiştim. Acı bir alaycılığın değil de ironinin dilini böylece keşfetmiş oldum. Bu dil bana bir şeyleri anlatma aracı olmaktan başka kendi hayatımdaki trajedilerin yeniden anlatımında ve kişisel tarihimi aktarırken sağaltıcı da oldu.

İnsanın ölümlülüğüyle barışması zorlayıcı bir şey. O yüzden herkesin başına gelen kayıplar, hastalıklar ve yoksunluklar senin başına geldiğinde; “Ama nasıl olur?! Bu benim başıma gelmemeliydi” isyanı gayet anlaşılır bir şey. Tam bu noktada hayatın karşısında özneliğini yitirip nesneleştiğinde sahip olduğun bir gram anlam da erozyona uğruyor. Zavallı, kurban sen; koca dünyada yapayalnız ve edilgen kalakalıyorsun. Kaçırdığımız şey, olan bitenin aslında hepimizin başına geliyor olduğu gerçeği. Sadece aynı trajedileri, aynı zamanda yaşamadığımız için her şeyin, yalnızca senin başına geldiğini düşünüyorsun.

İnsan, ileride de benzerini yaşayabileceği ve yaşamakta olduğu bir yoksunluğu aktarırken biraz daha temkinli olmalı. Hemen hiçbir şey olmamış gibi davranmasını ve yaşadığı gerçekliğe mesafelenmesini kastetmiyorum elbette. Kendi tarihini biraz daha nötr bir duyguyla hatırlayıp anlatabilmeyi belki...

GÜÇ ZEHİRLENMESİ

Sosyal medyada takip ettiğim bir kadın vardı. Benim sevip okuduğum bir kadının ortağı olmasından, ilgimi çekmemesine rağmen, magazinel bir merakla onu da izlemeye başladım. Bir zaman sonra bu kadın eşinden boşandı ve bunu bir başarı hikâyesine dönüştürüp boşanma atölyeleri gibi konuyla ilgili alanlarda, başta tevazulu bir girişimcilik örneği sergileyerek kendi hayatını idame ettirmeye çalıştı.

Benim için görünen köy kılavuz istemiyordu. Elindeki imkanları ya da imkansızlıkları bahane gösteren o kadının yaptığını yapamayan nice kadın, mucizevi formül ondaymış gibi onun etrafına toplanmaya başladılar. İlginin çok yükseldiği ve bir kişiye odaklandığı durumlarda, odaklanılan kişi iyi niyetli olsa bile bir zaman sonra güç zehirlenmesi geçiriyor. Bu illa, hissedilen gücün kötüye kullanılacağı anlamına gelmiyor, kaldı ki aktardığım örnekte böyle bir şeye denk gelmedim. Bu işten para kazanılması dışında… Benim için akla ziyan bir durum.

Yazının burasında birileri diyecek ki “Arz mı talebi, talep mi arzı doğurur; ey büyük büyük yazan kadın? Ekmek gibi, ağrı kesici gibi, doktor tedavisi gibi, merhem gibi, bu da başka bir manevi ihtiyaç. Diğerleri nasıl ücretlendiriliyorsa bu da ücretlendirilebilir.” Ben “Peki!” diyeyim ki konu, soran için kapanmış gibi olsun.

ZAYIFLIKLAR ÜZERİNDEN KÂR

Başıma gelen bir tecrübe üzerinden kendi yaklaşımımı daha güzel anlatabilirim. Öğretmen olduğum için güç zehirlenmesiyle çok erken yaşlarda tanıştım ve bununla mücadeleniz emekli olana kadar bitmiyor. Zor bir sınav. Kim sürekli sevgili ve saygılı bir tavır görüp bunun içine postu sermez?

Karantina döneminde öğrencilerimle Zoom üzerinden devam ettirdiğim bir yazma atölyesi vardı. İşe yarama yanılsaması dışında bir çıkarım olmadığı için ferah feza haftalık toplantılarımızı yaparken, benim gibi yalnızlık ve anlam arayışı içinde olan insanlara da bu toplantıları açmaya karar verdim. Bir yazar olmadığım gibi, el yordamıyla yaptığım bu çalışmaların kaydını -bence iddialı bir biçimde- Youtube’a yükledim. İlginç mesajlar gelmeye başladı. Fiyat soranlar oldu. Atölye günü ve saatini ayarlamamı talep edenler oldu. “Zaten kaydı var, oradan izlersiniz” dediğimde kanlı canlı orada olmak istediğini söyleyen insanlarla yalnızlık hakkında epey konuştuk. Bir zaman sonra yeterliliğimin öz eleştirisini yaparak bu çalışmaları sonlandırdım.

Benimki gibi yazma grupları ve kitap tartışma atölyeleri salgın gibi yayıldı. Herkes kendine derman olacağını düşündüğü birden fazla atölyenin peşine düşmüştü. Gözlemlediğim atölye düzenleyicilerinin; omuzlarının zamanla dikleştiğini, ilkeli olanların kabiliyetlerini sömürü aracı yapmadan kullandıklarını ve fakat daha gölgeli tiplerin, insanların zayıflıklarını korkunç biçimde sömürdüğünü gördüm. Tüm mesaisini insanın yalnızlığından ve saygınlık arayışından para kazanma üzerine kuran, benim gibi insanlar tarafından bu üç kağıdın kabak gibi görüldüğünü bilmeyen ya da kabul etmedikleri için kendini devrimci sanan soytarılar... Böyle bakınca, kendine piramit inşa ettiren firavundan ne farkları var?

Tüm bunların yanı sıra alanlarında yetkin, sürekli üretim halinde olup bundan hiç kazanç elde etmemiş ve koşullar yüzünden üretimini devam ettirmekte güçlük çeken bazı gerçek hazineler var ki... Tevazuyla, çalışmalarına devam edebilmek için destek istiyorlar. İşleri rağbet görse belki yaşayacak kadar kazanacak ama nitelikli olanın görünür olması da rağbet görmesi, yukarıda bahsettiğim tezgahlarla karşılaştırılamaz bile.

Bu yazıyı yazarken bir kelimenin tarihine bakmam icap etti. Önüme bir video düştü. Bilmiş bilmiş konuşan koca kafalı bir adamın, klasik bazı yağlı boya resimlerle ve birkaç tarihi fotoğrafla süsleyip montajladığı, mesajı “hiç” olan videosuna 300 küsur yorum almış. Yorumlar da “Senin gibisini görmedik” minvaldeydi. Vasatı böylesine öven bunca insan varken buna trajedi diye bakarsam üzülürüm ben. Bu ancak komedi olursa kurtarır. İlahi Komedya derken Dante işi biliyormuş.

Herkese meraba arkadaşlar, ben de “Nasıl buraya düştüm?” atölyesi yapıcam. “Düşenin halinden en iyi düşen anlar” sloganıyla herkesi kalkmaya davet ediyorum. İlk gülen elenir, ilk kalkana şey hediye ediyoruz, bir yıllık üyelik. Ve unutmayın sonu güzel olmasa da bu bir komedya…

*[email protected]

 Fotoğraf: Canva Pro

İlgili haberler
Ekmek ve Gül dergisi Şubat 2024 sayısı

Biz de yoksulluğa, ölüme, terk edilmenin öfkesiyle; insanca, eşit, şiddetsiz, rant uğruna kendi tabu...

8 Mart’a giderken sömürü dişlilerini mücadelemiz k...

8 Mart Dünya emekçi kadınlar günü yaklaşırken yoksulluk ve eşitsizlikleri yeniden üreten, sömürü çar...

Petrograd’dan bugüne bu düzene ‘yeter’ diyoruz!

Bugün bizler de Petrograd’daki işçiler gibi ‘Sömürüye, yoksulluğa, savaşa, şiddete ve yıkıma artık y...