Hayatımızda yaptığımız seçimlerin bir karşılığı, daha doğrusu istediğimiz türden bir karşılığı olduğunu düşünüyoruz hep; irademizi kullanacağız, seçimimizi yapacağız ve seçimlerimizin sonucunda olmasını beklediğimiz neyse onu yaşayacağız...
Hayaller böyle, gerçekler Türkiye!
Bu ülkede kadınlar ne zaman “seçme” haklarını kullanmak istese, karşılarına zor ve hatta zorbalık çıkıyor.
Bakın, işte şu; yalnızca bir haftanın “zorbalık” bilançosu:
Kocaeli’de Cemal Oturak karısı Özgü Oturak’ı “Akrabalarına gitmesini istemiyordum, gitti” diyerek öldürdü... İzmir’de Cavit A. boşanmak isteyen hamile karısını bıçakladı... Diyarbakır’da Mesut Issı boşanmak isteyen karısı Müzeyyen Boylu’yu öldürdü... Aydın’da Hüsamettin Yavaş karısı Nergis Yavaş’ı bıçaklayarak öldürdü...
İstanbul Şehremini’de Özlem Bağdemir, boşandığı ama çocuklarının ısrarı sebebiyle birlikte yaşadığı eski eşi Tuncay Tezcan tarafından boğularak öldürüldü...
Biliyoruz ki bu cinayetlere verilen cezalar “Çorba fazla sıcaktı, gömlek ütüsüzdü, başkasıyla mesajlaştı sandım, erkeklik gururumu incitti” gibi gerekçelerle ya da “kravat taktığı için” indirimlerle kuşa çevrilecek. (Bu arada Nevin Yıldırım’a sistematik tecavüzüne uğradığı Nurettin Gider’i öldürdüğü için verilen indirimsiz müebbet hapis cezasının Yargıtay tarafından onandığını hatırlatalım.)
Kadınlar, hayat yalnızca nefes alıp vermekten ibaret olmasın, şiddetin uzağına, insanca yaşamanın kıyısına varsın diye seçim yaptıklarında “cezalandırılıyor.” Ölümle, tehditle, yaşamları boyunca peşlerini bırakmayan sıfatlarla, yoksullukla, korkuyla, gelecek kaygısıyla... Ama “seçme haklarından” vazgeçmiyorlar...
***
Şimdi yine bir seçim zamanı. Bu, kelimenin ilk anlamıyla, “demokrasiye” dair olan, sandıklı oy pusulalı seçimlerden... Bu seçim, tıpkı kadınların yukarıda anlattığımız “seçimleriyle” ne kadar benziyor hiç düşündünüz mü?
“Senden ayrılmak istiyorum” dediğimizde karşımıza nasıl önce erkeğin hiddeti ve şiddeti, sonra ailenin baskısı, mahallenin korkusu, devletin işleri zorlaştırması, çocukların geleceği ile korkutulma, uzayan dava süreçleri ve boşandıktan sonra yoklukla yoksullukla hizaya çekilme varsa, “artık senin yönetmeni istemiyorum” dediğimizde de aynısı çıkarılıyor karşımıza...
“Beka” sorununa çevrilen “belediye seçimleri”, çocuklarımızın hayatı, elimizden alınmakla tehdit edilen yardımlar, olmadı mahalle baskısı, yetmezse de devlet eliyle kurulan bir “senin seçimini tanımıyorum” kumpası ile iptal edilip yenileniyor. Dört bir yandan yalan haberler, çarpıtmalar, manipülasyonlar, tevatürler yayılıyor ortaya.
Seçim sonrasında bizi bekleyen “gerçekler” ise ekrandan hızla geçen alt yazılar gibi, bir dolandırma reklamının altında miniminnacık puntolarla yazılan ve suçu dolandırılana atmaya yarayan “bilgilendirme yazıları” gibi geçiyor gözlerimizin önünden.
Mesela; 23 Haziran İstanbul seçimlerinden hemen sonra meclisin ilk işlerinden birinin kadınların nafaka hakkının sınırlandırılması olacağını öğreniyoruz...
Cumhurbaşkanı, “Seçimin hemen ertesinde hızla düzenleme yapacağız” diyerek boşanma süreçlerinde “aile arabuluculuğunu” getireceklerini “müjdeliyor.”
Paket üstüne paket açıklayan Ekonomi Bakanı, “ivmeli dövmeli” paketlerinin içine bakıyoruz; kıdem hakkımızın tırpanlanması, zorunlu bireysel emeklilik çıkıyor karşımıza...
İçimizi yakan her bir çocuk istismarı vakasında “etkili önlem hazırlığımız var” dedikleri yeni düzenlemeleri de seçimden sonraya bıraktıklarını söylüyorlar. Bu “yeni düzenlemeler”le aslında neredeyse af anlamına gelecek uygulamalar tarif edildiğini biliyoruz.
Bunlara krizin etkilerinin iyiden iyiye hissedildiği memleket koşullarında halkı “hissizleştirmek” için seçim öncesi “örtülü ödeneklerden” ortalığa saçılan yardım ve ödentilerin seçim sonrasında vergiyi tabana yaymak adı altında söke söke geri alınacağını eklediğimizde...
Görüyor ve biliyoruz ki bu seçimler yalnızca “Belediyeyi kim yönetecek?” seçimi değildi, şimdi artık daha da çok “Nasıl bir hayat” istediğimizin seçimi haline geldi.
Biz kadınlar, her türden zor ve zorbalığa karşı, erkek-devlet işbirliğinde hayatlarımızın onların “seçtiği biçimde” yaşanmasına “hayır” diyebilmenin ne demek olduğunu, neleri değiştirdiğini bilerek yapacağız seçimlerimizi yine.
Bu sayımız da neleri, nasıl değiştirebileceğimizin işaretleriyle dolu. Değiştirmek için taşın altına elini koyan kadınların hikayeleri var; Kocaeli’de kreş için, İzmir 9 Eylül Hastanesinde ağır çalışma koşullarına karşı kendi birliklerini oluşturan kadınlardan alınacak feyzler var. Bunlara, en büyük dertlerimizden olan kadına ve çocuğa yönelik şiddet karşısında duygularımıza tercüman olan, ama bununla kalmayıp “Ne yapmalı” sorusuna yanıtlar üreten kadınların yazıları, mektupları ekleniyor. Kriz koşullarında daha da ağırlaşan kadın işsizliğine ilişkin tabloyu hem nedenleriyle hem de sonuçlarıyla ele alıyoruz; genç kadınlar, işçi sayılmayan ama her türlü işin en ağırına muhatap edilenler, işsizlik korkusu yüzünden nelerin görünmez kılındığını anlatanlar...
Elbette bu zor günlerde sanattan, edebiyattan, yüzümüzü güldüren muhabbetlerden, fikrimizi ışıtan bilgilerden vazgeçmiyoruz. Kitap sayfamızda Kadınların Göç Hikayeleri, sinema sayfamızda Asghar Farhadi’nin Satıcı filmi ve her dertten paylaşılacak bir sonuç çıkaran kadınların kadınlığa dair her meseleyi bizlerle paylaşan mektupları sizleri bekliyor sayfalarımızda...
Bir sonraki ay, her şeyin çok güzel olmasına bir adım daha yaklaştığımız bir dergide buluşmayı umuyoruz.
İyi okumalar!
İlgili haberler
Sandık bir şeydir, örgütlü güç her şey
Bunca sefalet, bunca yalan dolan, bunca güvensizlik, bunca çirkinlik içinde “Her şey güzel olacak” d...
Biraz nefes alabilmek biz kadınların elinde...
Pazarlarda alacağımız sebzelerin önünden en az beş defa geçiyoruz ki en ucuzunu bulalım. Temennim bu...
Umudumuzu mücadeleyle birleştirelim
AKP’ye oy veren, vermeyen işçilerde birçok fikir olmasına rağmen “Seçimlerde usulsüzlük yapıldı. Bin...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.