Merhaba Ekmek ve Gül okurları, ben Esenyurt’ta bir plastik ambalaj fabrikasında çalışıyorum.
Pandemiden bir iki ay önce işsiz kaldım, 7 ay iş bulamadım. Ekonomik koşulların ve eve tıkılıp kalmanın garabetini yedinci ayın sonunda çözüme kavuşturmak için bir adım attım.
İlk günden itibaren enerjim herkes tarafından fark ediliyordu. Çalışmayı sevmemin yanı sıra özgürlüğüme kavuşmuşum duygusu yaşıyordum sanki. Geçim derdi elbette ağır basıyordu. Bunun üstüne yalnızlık ve işe yaramama duygusu aleni bir şekilde buhrana sürüklüyordu beni. Enerjimin asıl kaynağı oydu, üretimde olmak. Yaklaşık altı aylık çalışma sürecimde çok rahat elli kişinin işe girdiğini, çıktığını veya çıkarıldığını gözlemledim. İşten çıkarmalar yasak değil miydi? Evet yasaktı. Fakat bize işe girmeden önce istifa kağıdı imzalattılar. Kendi adıma işe ihtiyacım olduğu için imzaladım ve başladım çalışmaya. Tabii beraberinde acaba hangi gün kapının önüne konurum düşüncesiyle. Yemek molası anca yetişiyor da çay molalarımı asla tam yapmadım. Olur da birinin gözüne batar da beni işten çıkarırlarsa diye.
Ağır bir işimiz yok ancak içerideki baskı ağır. İstifa kağıdınız yoksa ve çıkarılmak isteniyorsanız patron nezdinde en etkili ve kesin çözüm mobbing. Beyaz-mavi yaka ayırmaksızın istinasız herkes kendi işi dışında mutlaka başka bir veya birden fazla iş yapıyor. Koca fabrikada tek temizlik görevlisi var. Makinede üç kişi çalışılması gerekiyorken yeri geliyor iki, yeri geliyor bir kişi çalışıyor. Günde 16 saatlik mesai yapıldığı oluyor.
Fazla iş yükü, üzerlerindeki baskı sebebiyle her işçi mutlaka bir hata yapıyor. Ve bu onlara ihtar, tutanak, savunma yazma ile geri dönüyor. Bu baskılara dayanamayanlar işten ayrılıyor ya da çıkarılıyor. Çok sık pozitif vaka görülmesi sebebiyle ayrılan da olmadı değil. ‘Evde yaşlı annem babam var, her gün bir arkadaşımız pozitif çıkıyor’ deyip gidene de şahit oldum. Pek çok yerde olduğu gibi bizde de ciddi önlemler olmadı ne yazık ki. Test sonucu pozitif olanlar karantinada kaldı, ama bantta yanı başında duran kişi için bir aksiyon alınmadı. Sürü bağışıklığı bizim fabrikada da devrede. Servisler dolu durumda; yemekhanede çapraz oturma düzeni, ateş ölçümü ve uyarı yazıları dışında önlem yok.
MUTSUZ VE TAHAMMÜLSÜZ İNSANLAR OLDUK
İşçilerin mola vakitlerinin biraz rahatlamak adına da olsa “futbol olsun, magazin olsun, gıybet olsunlar”la geçtiğini az çok biliyorum. Ancak şimdi görüyorum ki o beş dakikalık sigara molası bile insanların tasalarıyla geçmeye başlamış. Normalde sigaradan çektiğimiz her nefes keyif için işten, stresten beş dakika da olsa uzaklaşmak adınayken, şimdi çekilen her nefes “ne yapacağım, nasıl yapacağım” derdi ile bedenimizi sarar durumda. Tek hakkımız olan molalar bile zehir oluyor. Mutsuz ve tahammülsüz insanlar olduk. Bu mutsuzluk yaşamımızın her alanında bizimle. Ekonomik çöküntü bizlerin hanesine, bedenlerine işlemiş durumda.
KAMERALAR ALTINDA KONUŞMA ÇABASI
Kasım ayı sonunda kısa çalışmaya ayrıldık. Ayın yarısı kısa çalışma ödeneği aldık diğer yarısında fabrikadan çalıştık. Ancak bu süreçte faydalanan, faydalanmayan ayırmaksızın kimseye bir açıklama yapılmadı. Ücretsiz izin adı altında kağıtlar imzalatılıp 15 gün eve gönderdiler. Devlet ödeneğine dair başvuruları sorduk. “KÇÖ yapıldı, yapılacak” diye cevap aldık. Onun sonucunu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Belki bir dokunsak birbirimize neler çıkacak ama diyorum ya bir baskı söz konusu. Ciddi çekinceler var. Halimizi konuşabildiğimiz bir ortam oluşmuyor. Buna rağmen birkaç kişi ile konuşma fırsatı yakalıyorum. Günden güne yoksullaştığımız, gelecekten umutsuzluk düşüncesi hakim. Genç bir operatör “Bekarım, pahalılığın farkındayım ve evlenmeye cesaret edemiyorum. Birikimim yok” diyor. “Hangi parti gelirse gelsin iliğimizi sömürecek. Düzenin acımasızlığı bu, Ahmet gelmiş başa Mehmet gelmiş meselesi değil. Gelen düzene ayak uyduruyor.”
Yanımızdaki çalışma arkadaşımız da üç çocuk sahibi, tek başına çalışan bir işçi. Önce dinliyor konuşmaları. Belki dahil olmak da istiyor ama elindeki işi bırakıp bir şey demeye cesareti yok. Anlık izleniyoruz. Bu kameraların güvenlik amaçlı olduğunu söyleyenlere gülmeden de edemeyeceğim. Neyse başıyla onayladığı anlar da oluyor, konuşma hararetlenince bam telindeki baskı sözcüklerine yol veriyor… “Çok haklısınız. Geçmişte yine yoksulduk ancak paranın nereye gittiği az çok ortadaydı. Öbür maaş gelene kadar üç beş cebimde kalıyordu hatırlıyorum. Şimdi aldığım maaş ikinci güne kaldığında şaşırıyorum. Hangi vereceği atladım diyorum. Çocuğun biri okuyor. Diğerleri küçük. Nasıl okutacağım bir başıma, Allah’tan ev kira değil diyorum. Buna rağmen çok zorlanıyorum, boynum bükük.” İç geçirerek işini aynı anda yetiştirmeye çalışıyor.
İTİRAZLAR BÜYÜK AMA AH O BİRLİK…
Aynı günün çay molasında iki kadınla karşılaşıyorum. Selamlaşmadan sonra “KÇÖ’den faydalanabilecek miyiz”e bağlanıyor konu. Herkes bildiği kadarını, bize söylenmeyenleri biliyor, yani hiçbir şey. Biri genç, ilkokul mezunu, diğeri hemşire çocuklu bir kadın. Hemşire ataması olmadığı için fabrikada çalışıyor. Ancak onun ve bizlerin aynı alanda, o iş yerinin molasında bulunması garibime gidiyor. Buradan bile aslında üniversiteli olsun, liseli olsun ya da hangi mesleğe mensup olursa olsun konuştuğumuz, birleştiğimiz şeylerin aynı olduğunu görüyorum. Ve mutlaka bir yerlerde bir mağduriyet, bir noksanlık var biz emekçiler adına. Bilmediklerimizi aktardıktan sonra genç kadın “patronlar böyle yapıyor” gibi bir söylemde bulundu. Ona devletin zaten bu yolu mübah kıldığını anlatmaya çalıştım. İkna olması uzun sürmedi, zaten devlet ve onun yürüttüğü politikalar için de çok içten duygular yaşadığı söylenemez. “Birbirlerinin aynısı zaten onlar” deyiveriyor. Ve bu durumun fabrika ayağından başlayan itirazlarla büyüyerek devlet politikalarının düzeltilmesi noktasında birleşeceğini düşünüyor. Biz hiçbir şeye itiraz etmeyen insanlar olduk, birlik olsak yaparız bir şeyler de birlik olmuyoruz. Diğer kadın ise onaylıyordu tüm konuşmaları.
Görsel: Dorothy Strevens-Flickr
İlgili haberler
PETROKİMYA İŞÇİSİ KADINLAR: ‘Öncelikli’ sektörün ‘...
2017’de Sanayi Bakanlığınca teşvik, vergi indirimi ve kaynak tahsili için birincil öncelikli sektör...
Devrim ve Suzan: Binlerce kadının ortak hikayesi
Devrim ve Suzan, Karakoçan’da yaşayan iki bekar anne. İkisinin de hayatı boşandıktan sonra devam ede...
Cesur Çuval’da işçiler, mesaiye kalmaktan evin yol...
Yasağa ve pamdemiye rağmen zor koşullarda çalışan ve aldıkları ücret yetmediği için sürekli mesaiye...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.