“Bu da oldu. Bunu da duyduk. Bunu da yaşadık. Bunu da gördük. Bunu da yaptılar. Bunu da dediler. Bu kadarı da...”
‘Bu iş ciddi’ dediğimiz her şeyin üstüne bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha biniyor. “Bunu unutmayalım” dediğimiz pek çok şey ertesi gün, asla unutulmaması gereken bir başka şeyle silikleşiyor.
İktidar, tüm yapıp ettikleriyle bize neyi, nasıl hatırlamamız gerektiğine ilişkin kurgulanmış bir hafıza dayatmaya çalışıyor sanki. Hafızamız da hafsalamız da almıyor olan biteni, aklımızla oynanıyor hissine kapılıyoruz, bazen takip bile edemiyoruz belki. Ama duygusu baki... Öfke oluyor adı bazen, bazen çaresizlik. Bazen yetmezlik oluyor, bazen bezmişlik... Bu ülkenin resmi tarihi gözümüzün içine baka baka başka türlü yazılsa da gerçek tarihi kazınıyor belleklerimize ve kalplerimize.
Mesela bizim bütçeler bir tatlı aş, bir güzel düş için yetmek bilmiyorken, geçen yıl bütçesi yetmediği için aldığı ek ödeneklerle 6.5 milyar lira harcayan Diyanet, bu yıl 1.3 milyar liralık ek ödenekle yıl sonuna kadar 8.1 milyar lira harcama yapmayı planlıyor. Yani bu yıl memleketteki her 4 kişilik aileden 340’ar lira daha alınıp Diyanet’e ek bütçe verildi. Diyanet’e bu da yetmedi, şimdi 65’er lira daha istiyor. Kapat gözünü, eğ başını diyorlar.
Bu arada sessiz sedasız bir inşaat yükseliyor memleketin el değmemiş güzellikteki Okluk Koyu’nda. Erdoğan için inşa edilen yazlık sarayın, sadece çevresini dolanacak Çin Seddine benzer koruma duvarı için binlerce ağaç kesiliyor. Sarayın sadece klimaları için 3 milyon liralık sözleşme imzalanıyor. Görmeyelim istiyorlar, “kapat gözünü” diyorlar.
Tam da bu inşaat yükselirken Diyarbakır Sur’dan Mehmet Ak, yıkılmak üzere olan evinin önünden feryat ediyor: “Bu Kürtler gâvur mudur? Bayramdan sonra binayı yıkacağım diyor! Nereye gideceğim, ne yapacağım? Ev bulamadım dışarıda sürüneceğim. Bana vermişler 41 bin lira para ev mi alacağım? Bir tuvalet yapılamıyor! Işıksız, ceyransız... Allah var Allah!” Mehmet’in feryadını duyuracak bir tek mecra kalmasın diye isim isim KHK’lanıyor gazeteler, ajanslar, televizyonlar. Gözümüzü kapatmaya çalışıyorlar.
Sonra eğitimde müfredat değişiyor. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ‘yapılmış en demokratik, en bilimsel, en çağdaş müfredat’ derken bir bakıyoruz kitaplar ‘kadınlar kocalarına itaat etmeli, bu itaat ibadet gibidir’, ‘kadınlar sabırlı ve kanaat ehli olmalı, israftan kaçınmalı’, ‘küçük yaşta evlilik gelenektir’ cümleleriyle dolmuş taşıyor. Kadınların gözleri ‘eğitim’ adı altında kapatılıyor. Gözlerimizi itaatla, kanaatla kapatanlar, yaşamlarını sefahatle sürdürüyor.
Onların sefahati sürerken sokaklarda, evlerde, okullarda, yurtlarda, kurslarda çocuklara tecavüz ediliyor, ensest tartışması almış başını gidiyor, analar çocuklarının hayatının kör bir bıçakla kesilmesini izlemeye mecbur ediliyor. Kadınların ve çocukların hayatlarını bir nebze kolaylaştırma görevi üstlenmesi gereken ama ‘kadınların ve çocukların olmadığı’ bir aileyi koruma bakanlığına dönüşen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bütçesiyle ne yaptığını duyuyoruz. 25 milyarlık bütçenin 15 milyarı sosyal yardımlara aktarılıyor. Kanaate tamah ettirmenin eğitimini verenler, sus payı olarak ‘yardım’ adı altında yarının ne olacağının garantisini vermeyen bir ulufe sistemi inşa ediyor.
Bir yandan da ‘kadınların yaşadığı mağduriyetler’ kullanılarak, ama mağduriyeti yaratan meselelere hiç dokunmayan yasalar hazırlanıp alelacele meclisin önüne getiriliyor. Hayatlarımızı çok boyutlu bir biçimde etkileyecek düzenlemeleri bize sormadan, ihtiyaçlarımızı gözetmeden, bize rağmen yapıyorlar. Yalan beyanları ve sahte ‘düşüncelilikleri’ ile gözümüzü boyuyorlar. Gözümüzü kapatıyorlar. Gözdağı veriyorlar. Haklarımızın kırıntısının kalmaması için gözlerini karartmışlar, ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.
Ekmek ve Gül’ün bu sayısında yine mektupları, hikayeleri, röportajlarıyla kadınlar o karanlığın bize aslında nasıl bir çaresizlik dayattığını gösteriyor. Bu çaresizliği kırmak için en gerekli şeylerden birinin ne olup bittiğini bilmek olduğu kadar, harekete geçmek olduğunu da gösteriyorlar. Gözümüze batanla mücadele etmenin yolunun göz yummak olmadığını söylüyor öğrendiklerimiz.
Hayatlarımız hakkında karar verenlerin bizden sakladıklarının ne olduğunu anlatan önemli yazılarımız var bu ay. ‘Yasa’ deyip geçmememiz gereken, hayatlarımız üzerinde kurulan tahakkümün ibretlik belgeleri olan Müftülük Yasası olarak bilinen Nüfus Hizmetleri Tasarısı ve Mağdur Hakları Tasarısının bizleri nasıl daha eşitsiz ve güvensiz hale getirdiğini anlatan yazılarımız öne çıkıyor.
Bugünler aynı zamanda yeni eğitim döneminin de ciddi sorunlarla başladığı bir dönem. Her sene farklı bir boyutuyla öne çıkan eğitimde yaşanan sorunlara topyekûn bir bakış açısı ortaya koyan yazılarımız var.
Ve ne yazık ki dergimizde bu ay da yer alan istismar, ensest, şiddet olaylarında kadınların anlatılarının ortaya koyduğu çıplak tablo şu: Kim hangi oranı ne kadar büyük ya da küçük bulursa bulsun; o rakamlar sadece rakam değil, her birimizin hayatının o kadar da uzağında olmayan gerçek hikayeler.
Elimizin değdiği, gözümüzün gördüğü her kadının böylesi bir hikayenin içinden çıkıp yaşama tutunmak için ne kadar büyük bir gayret gösterdiğini gördükçe birbirimize hafıza, birbirimize umut, direnç ışığı olmanın ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu da görüyoruz. Ülke tarihinin unutturma, hatırlamama, görmeme üzerine kurulu olduğu bizimki gibi topraklarda işte bu bellek hem kendimiz hem de sonraki kuşaklar için hakikate açılan bir kapı gibidir. Hakikatimize ve adalet duygumuza kast edildiğinde elimizde tek kalan; belleğimize ve inadımıza göz kulak olmaktır...
Unutma ve göz yumma ki sana, bana, bize göz kulak olanımız olsun... Varlığımızdan güç ve umut devşiren çocukların bir geleceği olsun...
Bugünler, unuttuklarımıza, bize unutturmaya çalıştıklarına, hatta hiç öğrenemediklerimize rağmen, uzun zaman sonra bile olsa, çok eziyet verip ölümcül olmayan ağır bir hastalık gibi geçecek. Geriye bugünden kalan tecrübe, birbirimize verdiğimiz emek, birbirimizden öğrendiklerimizle ve hatırlattıklarımızla yarattığımız akıl ve bilgeliğimiz kalacak.
İlgili haberler
Kadınlar, arabalar, ensest
Bir hakimin, kadını ve arabayı bir satış sözleşmesinin çerçevesinde tanımlaması ile bir kadının kızı...
Bu yasalar kimin ihtiyacı?
Yasaların oluşturduğu düzen her zaman toplumsal ihtiyaçla şekillenmez. Kimi zaman bu ihtiyaç, toplum...
Sadaka ya da yardım değil, Dayanışma ve mücadele ç...
Kadınlar yoksulluk, şiddet, çaresizlik ve yalnızlık sarmalında boğuşuyor. Tablonun sadece Esenyalı’d...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.