Birleşmekten başka çare yok!
Üniversitede okurken çalışmak zorunda kalan kadınların yaşadıkları hiç de kolay değil. Tacizin, baskının, şiddetin yanına bir de koca bir emek sömürüsü ekleniyor...

Üniversiteyi kazandığımdan beri sürekli çalışmak zorunda kaldığımı söylesem abartmış olmam. Dört yıl boyunca sürekli farklı işlerde çalıştım, çünkü aldığım burs bana yetmiyordu. Ailemden de maddi bir destek görmeyince “İş başa düştü” dedim. İlk iki sene okul çıkışlarında kafelerde çalışıyordum, işten çıkmam gece yarısını, hatta bazen mekanın toplanıp temizlenmesi derken üçünü buluyordu. O yorgunlukla sabah yedide kalkıp okula gitmek ve dersleri dinlemek giderek zorlaşıyordu. İlk zamanlar kendimce çözüm yolları bulmaya çalıştım. Çünkü derslerim gittikçe kötüleşiyordu, derslerde sürekli uyuyakalıyordum ve sınıfta kaldığım taktirde bursum krediye dönecekti. Bulduğum tek çözüm yolu içtiğim kahve sayısını artırmak oldu! Final haftasında ise işten izin vermedikleri için o yorgunlukla sınava girip işe gidiyordum ve benim için beklenen son kapıya dayandı. Bir sene kaybettim ve bursum krediye döndü.

Çalıştığım kafelerde benim gibi okurken çalışan birçok arkadaşım oldu ve onlarla konuştuğumda birleştiğimiz ortak payda verilen bursların hiçbir ihtiyacımızı karşılamadığı, burs ücretlerine yapılan artışların hayatın pahalılığı içinde eridiği ve gelecekte bir işe sahip olmak için bugün okurken çalışmak zorunda kaldığımız ironisiydi.

İki yıl kadar garsonluk yapıp; bu işten nefret etmeme sebep olacak bir dizi olay yaşadıktan sonra artık garsonluk yapmama kararı aldım. Bir keresinde çalıştığım kafenin müdürü yaz için bana staj konusunda yardımcı olacağını söylemişti. Daha sonra kendisi bizim bahşişlerimizi çaldığı için işten kovuldu. Bir süre sonra bana mesajlar atmaya başladı. İlk başlarda sadece staj hakkında tanıdıklarından cevap beklediği ve bana yardımcı olmak istediğini yazıyordu. Ben teşekkür edip, netleşince haber vermesini rica edip konuşmayı bitiriyordum ancak sürekli fazla samimi şekilde hitaplarda bulunuyordu, ben de kendisini uyarıyordum. Sonunda sert bir şekilde staj ayarladığımı ve mesaj atmamasını, özellikle de bu şekilde konuşmamasını söyledim. Sinirli bir şekilde gayet normal şeyler yazdığını söyleyerek beni suçlamaya kalkışmıştı. Başka bir yöneticinin de ben müşterilere siparişleri götürürken sırtımı sıvazlar gibi yaparak iç çamaşırıma dokunmaya çalıştığını hissettiğimde çoktan bu işten nefret eder konuma gelmiştim...

FEDAKARLIĞIN KARŞILIĞI YOK
Bir gün sosyal medyada dolaşırken eski bir arkadaşımın paylaşımını gördüm. Çalıştığı gömlek mağazasına part time eleman alınacakmış. Okulumdan dolayı oturmak zorunda olduğum semte bir buçuk saatlik uzaklıktaydı bu mağaza. Garsonluk yapmama kararı aldıktan sonra uzun bir süre iş bulamayınca bu sorunun gözümde bir önemi kalmıyordu. Hemen arkadaşımla konuştum ve birkaç hafta içerisinde işe başladım.
Mağazada iki müdür ve iki kadın arkadaş vardı çalışan olarak. Başladığım dönemin en yoğun zamana denk geldiğini çünkü hem Babalar Günü hem de bayram haftası nedeniyle mağazanın normalden çok daha yoğun ve kalabalık olacağını söylediler. Çalışma saatlerim belliydi, öğlen 12.00’de başlayıp akşam 21.00’de paydos ediyordum. Ama hem müdürler hem de satış danışmanları bir hafta boyunca 13-14 saat çalıştılar. Ben onlar kadar uzun saat çalışmasam da uzun süre işsizliğin verdiği hamlık vardı üzerimde ve gün içinde kendimi yorgunluktan bayılacakmış gibi hissediyordum. Bazen dinlenmek bahanesiyle alt raflardaki gömlekleri katlamak için oturma pozisyonunda birkaç dakika ayaklarımı dinlendiriyordum. Normalde bir saat dinlenme hakkımız var, ama o haftanın yoğunluğu ve personel eksikliğinden dolayı bizden ekstra bir özveri bekliyorlardı.

Arkadaşlarımın çalışma şartlarını hatırlayınca kendi yorgunluğumdan utanıyordum adeta. Çünkü orada çalışan ve üniversite sınavına hazırlanan arkadaşım eve gittiğinde ayakta kalmaktan bacaklarında morluklar oluştuğunu ve artık ayaklarında sürekli nasırlar çıktığını söylüyordu. Evi tek başına geçindiriyordu. Annesi ile kalıyordu ve kira, elektrik, su faturaları derken o işte kalmak zorunda olduğunu hatırlatıyordu kendisine. Bayramda da izin yapamayacaktık. Ancak tam zamanlı çalışanlar karşılığında hak ettikleri primleri ve mesaileri alacaklarını ve ellerine bir miktar toplu para geçeceğini düşünerek dayanıyorlardı. Maaş günü geldiğinde hiç de düşünüldüğü ve olması gerektiği gibi olmadı. Primler yatırılmadı, yatan fazla paraları mesai ücreti olarak yansıttılar, üstelik onu da eksik yatırmışlardı. Mağazanın o hafta sadece bir günlük geliri 20 bin liraydı. Önümüze konulan haftalık hedefi tutturmuştuk. Ücretlerin eksik yatırılması sadece satış danışmanlarına değil müdürlere de aynı şekilde yansımıştı. Herkes patronlardan bir açıklama bekliyordu, ancak olayın üstü kapatıldı ve hiçbir açıklama yapılmadı.

Bu olaydan sonra da sürekli bize haftalık ve günlük kota koydular. “Eğer prim almak istiyorsanız bu kadar satış yapmanız lazım” gibi... Ama çalışanlar tepkiliydi, gerçekte ne kadar satış yaparsak yapalım o paraların bir şekilde, hileyle, yalanla verilmeyeceğini görmüştük.

ONUN SINIFI AYRI, BİZİMKİ AYRI
Orada çalışan ve beni işe alan müdür arkadaşımla sürekli konuşup şakalaşırız. Bana sürekli “Patronlar kalleş değil mi, yaşasın işçilerin birliği” gibi espriler yapar, “Ben beyaz yakayım, iş yapmam, yaptırırım. Çalışcaksam neden müdür oldum!” gibi şeyler söylerdi. Ama bu durum bir kez daha bize gösterdi ki ister müdür ol ister işçi, ister beyaz yaka ol ister mavi yaka söz konusu patronun kendi çıkarları olduğunda üzerine basmayacağı kimse yoktur. Bu dünyada onun sınıfı ayrıdır, bizim sınıfımız ayrı. Kimimiz kol emeğini kiralıyor kimimiz kafa emeğini, ama neticede emeğimizi kiralayarak hayatımızı idame ettirmek zorundayız. Ve birileri bundan kâr elde ediyorken bizim birleşmekten başka çaremizin olmadığını görmemiz lazım. Çünkü gücümüz birliğimizden gelir.

Çalışmak zorundayım, dolayısıyla işi bırakamam, ama daha iyi koşullarda çalışmak ve emeğimizin karşılığını almak için yapmamız gerekeni biliyorum: Örgütlenmek.

İlgili haberler
Kanla sulanmış bir coğrafyanın 13 Gül’ü...

Şen kahkahaları, şarkıları, dansları eksik olmuyor. Sevgileri ve muziplikleriyle Ventas hapishanesin...

Nataşa Bolşevikova, bir kadın örgütçü

İşçi sınıfı ırmağının yönünü belirleyen, her koldan onu besleyerek gürül gürül akmasını sağlayan o “...

Kızıl Meydan’ın sosyalist dengbeji: Sûsika Simo

Ayağındaki prangaları kopardı, sesini tüm Sovyet ülkesine duyurdu, Lenin’e yazdığı kılamlarla anıldı...