Kanla sulanmış bir coğrafyanın 13 Gül’ü...
Şen kahkahaları, şarkıları, dansları eksik olmuyor. Sevgileri ve muziplikleriyle Ventas hapishanesinin gaddar gardiyanlarını dahi yola getiriyorlar. Kanla sulanmış bir coğrafyanın 13 Gül’ü...

Carmen Barrero Aguado (24), Martina Barroso García (22), Blanca Brissac Vázquez (29), Pilar Bueno Ibáñez (27), Julia Conesa Conesa (19), Adelina García Casillas (19), Elena Gil Olaya (20), Virtudes González García (18), Ana López Gallego (21), Joaquina López Laffite (23), Dionisia Manzanero Salas (20), Victoria Muñoz García (19) ve Luisa Rodríguez de la Fuente (18)

Tarihe ‘13 gül’ (Las Trece Rosas) olarak geçen faşizme karşı barışı, özgürlüğü, eşitliği savunan ve bu uğurda can veren komünist kadınların isimleri... Hayalleri ve yarınları için savaşan, mücadele eden kadınların tarihinden ilham alarak bu mücadeleyi beyaz perdeye aktaran bir gerçek hikaye ‘13 Gül’ filmi de... Bundan 79 yıl öncesinin hikayesi...

ÖVÜNÜLEN FRANCO’NUN KATLİAMLARI DEĞİL, 13 GÜL!

Avrupa’yı milyonların öleceği bir savaşa götüren faşizm bataklığının İspanya’daki ayağıydı Franco diktatörlüğü. Bir coğrafyayı kanla sulayacak, kendisinden olmayanı bu kana bulayacaktı. Bu diktatörlüğe karşıydı 13 Gül ve beraberindeki mücadele dolu komünistler.
Franco faşizminde direten milliyetçilerin ve bu faşizme teslim olmak istemeyen cumhuriyetçilerin arasında yılları bulan savaşın sona yaklaştığı süreçte, ‘özgürlük’ isteyen kızıl kadınların vahşi bir nefretle nasıl işkenceye maruz kaldığını görmüyoruz yalnızca filmde. Bu işkencelere, bu katliamlara karşı kahkahalarıyla, dayanışmalarıyla, birliktelikleriyle, sosyalizme olan inançlarıyla nasıl dimdik ayakta durduklarını da odağına alıyor 13 Gül.
Her birinin ayrı hikayesi, ayrı hayali, ayrı bir yaşamı, aşkları olsa da çok büyük bir ortak noktaları var; yürüttükleri mücadele... Bu mücadele ve birliktelik ölüm anında dahi kopmaz bir bağla sürüyor. Bu savaşta her ne kadar Franco ülkenin başına gelse de, bu filmle galip gelenin Franco değil bu 13 gül olduğunu görüyoruz. Çünkü film; tarihin Franco’nun katliamlarıyla övünmediğini, 13 Gül’ün ise sevgiyle hatırlandığını söylüyor.


VENTAS CEZAEVİ, SEÇKİN BİR OTEL!

İç savaşta Franco’nun galip geldiği ilk günlerde kaçmak yerine ülkelerinde kalıp mücadele yürüten, yaşama bir şekilde devam etme kararı alan ve savaşta yenik düşen halkı ayağa kaldırmak için çırpınan kadınların kesişen yollarıyla ilerliyor film.
İhbarcılığın “görev” haline getirildiği bir ortamda kapana kısılmış bir vaziyette koşturuyor, ellerinden geldiğince halkı Franco faşizmine karşı örgütlemeye çalışıyor kadınlar. Ancak komünistlerin içinden bir muhbirin itiraflarıyla teker teker yakalanıyorlar. Sonrası işkence, taciz, insanlık dışı uygulamalar... Franco’nun ‘hizaya getirme’ çalışmasıyla binlercesi tutuklanıp aynı işkencelerden geçiyor. Sonra sahte suçlamalarla Ventas Hapishanesinin yolu görünüyor kadınlara. Farklı koğuşlarda kalsalar da aralarındaki birliktelik ve dostluğun kaynağı, ‘yanlış yapmadıklarına’ olan inançları oluyor.
Kendilerini yenilgi ve umutsuzluğun ruh haline bırakmak yerine güzel günlerin geleceğine olan inançlarıyla birbirlerine ve hapishanedeki diğer kadınlara moral oluyorlar. Şen kahkahaları, şarkıları, dansları eksik olmuyor Ventas Hapishanesinde. Gaddar gardiyanları dahi yola getiren bu genç kadınların sevgileri ve muziplikleri seyirciyi de gülümsetiyor.
Ancak hapishanedeki koşullar insanlığa müsaade etmiyor. Hücre cezaları, aşırı kalabalık, açlığa bağlı çocuk ölümleri ve her sabah Lider Franco için okutulan minnet marşı...
Hapishanedeki tüm bu tabloya karşı kadınlar hücre cezalarında birbirlerine şu şarkıyı söyleyerek duyuruyor seslerini:
Ventas Cezaevi, seçkin bir otel
Yiyecek ve serviste mükemmel
Ama ne uyku var, ne yatak
Daha iyidir cehennemde olmak
Kuyrukta beklersin tuvalet için bile
Çimento yersin ekmek yerine
Mercimek verirler yemekte
O da tek tastır bir günde
Döşekler için süslü fayanslar
Bize kalan her sabah ağrıyan sırtlar...

‘ÖLMEYE DEĞER BİR FİKİR’

Ventas hapishanesinde günler böyle geçerken Franco’nun mahkemesi tarafından ferman verilir. Adil ve bağımsız olmayan yargının kararı ölümdür. Kadınların son sözleri, son mektupları, birbirleri arasında geçen diyaloglarla filmin sonuna da yaklaşılır.
Virtudes’in babasına yazdığı mektubun ilk satırları şöyledir: “Beni suçlu olduğum için değil sadece ölmeye değer bir fikre sahip olduğum için öldürecekler...”
İstemeden de olsa güllerin bazılarının yakalanmasına sebep olan Carmen, kadınların ardında kalır ve Virtudes ona şunları söyler: “En çok neyin önemli olduğunu unutma Carmen. Haklı olduğumuzu unutma... Bir dava uğruna savaştığımızı... Korkmamıza gerek yok. Çok cesur olmalıyız, çok yürekli. Çünkü bizi affetmeyecekler ufaklık. Birimizin kalıp yaşadıklarımızı anlatması gerekiyor. Unutma...”
5 Ağustos 1939’da kamyonlarla götürülen kadınlar, birbirlerine sarılırken öldürülür.
Franco rejiminin intikamı, nefreti ve güç gösterisi bu insan avıyla İspanya’nın yüz karası olarak tarihe geçer. 13 Gül’ün mücadelesi ise dillerde ve yüreklerde gururla yerini alır.


UNUTMAMAYI ÖĞRETEN BİR FİLM
Emilio Martínez Lázaro’nun yönetmenliğini yaptığı film, gösterildiği 2008 yılında İspanya Sinema Akademisi tarafından verilen Goya ödüllerine 13 dalda aday oldu, 4 dalda ödül aldı. Türkiye’de ise gösterime girmedi.
Savaşın hele de iç savaşın işçi ve emekçilerin yaşamına etkilerini görmek açısından da izlenmesi gereken bir film 13 Gül. Bir yandan Avrupa’nın hali anlatılırken, bir yandan da iç savaşın etkisindeki İspanya’yı görme fırsatı yakalıyor izleyici. Her ne kadar ‘eski’ bir olayı anlatan ‘eski’ bir film olsa da tarihin ve mücadelenin asla eskimeyeceği hissi yaşatılıyor. Unutmamayı öğütlüyor...


İlgili haberler
GÜNÜN FİLMİ: Bar Bahr/In Between

Tel Aviv’de yaşayan üç Filistinli kadının aileleri ile yaşadıkları sorunlar, ortaklaşan hayatları v...

GÜNÜN FİLMİ: 4 ay 3 hafta 2 gün

Kürtaj tartışmaları yer yer, zaman zaman devam ediyor... Peki sinemanın açtığı pencerede kürtaj ile...

Kameralar işçi kadınlara döndüğünde...

Sadece zorlukları ve kölelik koşullarında çalışmanın ezilmişliğini değil, mücadeleyle değiştirebilme...