Bir küçük ablalık müessesesi
Doğumda kazandığımız biyolojik cinsiyet, doğduğumuz anda toplumsal cinsiyetle bir ömür boyu süren dinamik sürece giriyor.

Hayatta bizlere atfedilen pek çok rol mevcut. Biyolojik cinsiyet kadın ve erkek olmak kadar basit bir kavram olsa da, toplumsal cinsiyet kavramı için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Toplumsal cinsiyet bizzat içinde yaşadığımız toplum tarafından bize öğretilen, kadın ve erkek olmakla da çok büyük değişkenlik gösteren bir kavram. Bu yazıda toplumsal cinsiyete dayalı olarak bizlere atfedilen çeşitli rollerden birine değineceğim.
Doğumda kazandığımız biyolojik cinsiyet, doğduğumuz anda toplumsal cinsiyetle bir ömür boyu süren dinamik sürece giriyor. Erkek olduysak mavi, kız olduysak pembe tulumlarımız dahi hazır. Oyuncaklarımızdan tutalım da ebeveynlerimizin bizi seviş tarzına kadar her alanda ve zaman diliminde devam ediyor. Aslan ve ya prenses olmakla başladığımız, başlarda masum gibi gözüken bu süreç, zamanla dev bir sistem şuursuzluğuna dönüşüyor. Bizler bu yazının selameti için birer prenses(!) olduğumuzu ve ilerleyen süreçlerde kardeşlerimizin olduğunu düşünelim. Kardeşimiz olduğu andan itibaren ‘abla’ oluyoruz ve açıkçası bu, başlarda çok fiyakalı bir söylem gibi geliyor.

BAKIM EMEĞİNİN DESTEK GÜCÜ!
Ablalık başlarda çok sevilse de zamanla kardeş bakımında anneye destek olma süreci başlıyor. Sokakta oynanan oyunun en tatlı yerinde az nefes almak isteyen annenin, “Kardeşinin altını değiştir” diye çağırmasıyla ablalığın diğer yüzü ile karşılaşıyoruz. Yazının çok acımasız gözükmesini istemem ama işler masum bir alt değiştirme işleminden daha büyük bir hal alıyor. Öğle uykusunda sallamaktan tutun da yemeğini yedirme, sütünü içirme gibi faaliyetlerle ablalar da hane içi emeğe dahil oluyorlar. (Ayrıca abla olmasa dahi kız çocuklarının belli bir yaştan sonra ev işleri ile ilgilenmesi ve ev içerisinde üretilen emeğe dahil olması söz konusu.)

Yeniden üretim süreci içerisinde annelerimizin yardımcı aktörü ve zaman zaman başrol olsak da bakım emeği meselesinde işler daha da büyüyor. Eğer annelerimiz çalışıyorsa, yaz tatili boyunca tam gün, okul zamanı boyunca yarım gün kardeşlerimize bakmayı sürdürüyoruz. Örneğin okul çıkış saati kardeşi ile uymayan ablalar büyük zorluk çekiyor. Kardeşi bekleme ya da ona yetişme, arkadaşları ile dolaşamama, evde kardeşini yalnız bırakmamak için sosyal hayatından ödün vermek gibi birçok unsur mevcut.

AŞK BU DEĞİL!
Kardeşimiz büyüdüğünde ortaya çıkan bir sorun: Sevgi meselesi
Kadınlar ev içi emeği konusunda daima sevgi meselesi ile sınanmışlardır. Ev içerisinde üretilen emek kadının sevgisi ile orantılı olarak algılanmıştır. Çok güzel yemek yapan kadının yapamayan kadına göre eşini ve çocuklarını daha çok sevmesi söz konusu olabilir mi? Ürettiğimiz karşılıksız emeğin karşılığı teşekkürler olabilir mi? Ya da zaten işler yerine geldiği için, ellere sağlık olması?

Bir ablanın kardeşine duyduğu sevgi de onun ihtiyaçlarını yerine getirmesi ile ilgili bir durum değildir. Tam tersi onunla daha çok şey paylaşmak, onunla beraber yaşamaktır. Sırtında kardeşinin sorumluluğu olan çocuk önceliğini hep sorumluluktan yana kullanır. Fedakardır mesela, ama fedakarlık gerçekten olumlu bir sıfat mıdır? Değildir. Fedakar olmak durumunda bırakılmıştır ve bu bir sevgi meselesi değildir.
Annesi ve babası çalışan çocuklar bu durumda içten içe isyankar olsalar da bildikleri bir şey vardır ki, anne babaları çalışmak zorundadır ve başka seçeneği yoktur. Aslında bu yüzden belki de bu konuyu, bu kadar açık tartışma fırsatımız olmamıştır.

Sonuç olarak bakım emeğini kadınlar üzerinden görünür kılmak kadar, kız çocukları üzerinde de görünür kılmayı hedef belledim ve değinilen mesele de toplumsal roller bakımından hane içi görünmeyen emeğin ve karşılıksız bakım emeğini üreten ‘bir küçük ablalık müessesesi’ oldu.


BİZİM HİKAYE’DEKİ ABLA
Yazının başında toplumsal rollerden ve bu rollerin toplum tarafından öğretildiğinden bahsetmiştik. Toplumsal rolleri pekiştiren kurumlardan biri de medya, özellikle de televizyonlar ve diziler. Yazının bundan sonraki bölümünde daha somut olması açısından bir televizyon dizisinden kısa bir kesit ile devam edeceğim.
Shameless dizinin yerli versiyonu olan ‘Bizim Hikaye’ epey eleştiri ve çözümlemelere maruz kaldı. Benim değinmek istediğim nokta ise yerli versiyonda Filiz’e yüklenen ablalık rolü. Dizinin Amerikan versiyonunda esas kadın karakterimiz olan Fiona, kardeşleri için gerçekten çok fazla emek harcayan ve onları seven bir abla. Ama Fiona kardeşleri için elinden geleni yapsa da, kendi hayatını yaşayabildiği kadar yaşamaya çalışıyor. Zevk aldığı şeyler ve kardeşleri dışında kısıtlı da olsa bir zamanı var. Ancak yerli karakterimiz Filiz’in kardeşleri dışında tek sosyal hayatı erkek arkadaşı. Hatta esas oğlan da ablanın bu cefakarlığına aşık olduğunu söylüyor ilerleyen bölümlerde.
Shameless’da dizideki her bir kardeşin kendine özgü bir hayatta kalma ve yaşama biçimi varken, Bizim Hikaye’de ailede gerçekleşen her olaydan Filiz sorumlu. Filiz tam bir abla! Durun size daha bir çarpıcı örnek vereceğim. Dizinin yabancı versiyonunda ilk sezonlarda köşeye sıkışan esas oğlan, kadın karakterimizi de alıp kaçmak istiyor. Kadın karakterimiz bu fikri düşünüyor ve gitmek istiyor ancak fikrinden vazgeçiyor. Yerli versiyonda bu konuya ileride değinebilecekler mi bilemiyorum ama esas karakter kadına hiç bir şey söylemedi. Yani bırakın birlikte kaçmalarını, kıza soramadı bile. Büyük ihtimal sorma cesaretinde bulunsaydı ablamız ağzına geleni söyleyecek ve bir daha kendisi ile görüşmeyecekti. Diyeceğim o ki Fiona’ya kaçıp gitmek bir seçenek olarak sunulmuşken, Filiz için böyle bir seçenek olmadı.
İlgili haberler
‘Piremses’ masallarında değiliz!

Gaziantep Üniversitesinden kadınlar ‘Piremses masallarına son’ dedi. “Sihirli elmayı da yemem, prens...

GÜNÜN ARAŞTIRMASI: Kız kardeşi olanlar daha mutlu

İngiltere’de bulunan De Montfont Üniversitesi ve Ulster Üniversitesinden yapılan bir araştırma, kız...

GÜNÜN TARTIŞMASI: Masallardaki kadınlar nasıl kurt...

Masumiyeti, iyiliği, sevgiyi öğrettiğini düşündüğümüz masallar aslında bize edilgenliği, tecavüzün m...