Merhaba kadınlar
Hayatımızda biriktirdiğimiz “yeni”lere bir yenisini daha eklediğimiz 2018’in bu ilk hafta sonu sabahına her nereden bakıyorsanız, oraya en güzel dileklerimizi, umut ve direncimizi göndererek hepinizi selamlıyoruz.
Yalnız değiliz üstelik. Yanımıza, Gülseren teyzemizin, hayata ve onun tüm getirdiklerine ısrarla yenik düşmemiş, eşsiz gülüşünü de aldık bugün. Hasta yatağından kalkıp yürüyememesine, akıcı konuşmasını yitirmiş olmasına rağmen tüm hikayesini, engin iyimser bakışlarına sığdırarak anlatan Gülseren teyze...
Yedi çocuklu bir ailenin ikincisi olarak dünyaya gelmiş. Henüz çok küçük yaşta iken, babasının geçirdiği, bilmedikleri ağır bir hastalığa şahit olmuş önce. Hem işitmesini hem de konuşmasını kaybetmiş babası. Böylece de ailenin tüm sorumluluğunu üstlenmiş annesi. Köy yerinde, emek gücüyle kimseye muhtaç olmamayı, hayatı çekip çevirmenin anlamını çocuk aklına yerleştirmiş, ta o zamanlar. Gülseren teyzenin, o günlerden kalan en keyifli anısı ise, annesinin bahçe sulama işleri sırasında, akan suyun içine uzanıp uyumakmış...
O toprakların yazgısı mıdır nedir, “çocuk gelin” adaylarından biri de Gülseren’dir. Daha 14’üne varır varmaz, akrabaları, onu oğullarına almak üzere gelir çıkarlar karşılarına. Eşinin ailesiyle tanıştırılmak yani “görücüye çıkmak” için yerine getirilecek en önemli şart “başörtüsüdür” elbette. “Kayınpederin yanına yaşmaksız çıkılmaz” denilmiş kendisine. Gülseren, sessizce denilenleri yapar, imam nikahı kıyılır, yine sessizce odadan çıkarıldığında, ilk işi başörtüsünü çekip yere fırlatmak olur. Haykırışları arka odadan yükselirken büyüklerine ilettiği mesaj oldukça anlamlıdır... “Off artık ben, bir daha da evlenmem.” Uzaklara dalmış gözlerini çeviriyor yüzüme. Tamamlıyor cümlesini; “O kadar ki çocukmuşum...”
Yaklaşık dört yıl nişanlı kalırlar. İki ailenin karşılıklı pazarlık ve dayatmalarını, Gülseren’in annesi kazanır. Kızının, ayrı tutulan bir eve yerleşip yuva kurmasını sağlamıştır. Sıra, Gülseren’in çocuk yaşta tanık olduğu “kadın mücadelesini”, kendi yaşamında hayata geçirmeye gelmiştir. Bunun için ilk şart, elbette ekonomik bağımsızlıktan geçmektedir. Düzenli bir işi olmayan eşini ikna eder, otel sahibi uzak bir akrabayla görüşmeye giderler. Otelde çalışmasını kabul etmez kocası. Gülseren çabucak bulur çaresini. Yıkanacak otel çamaşırları, eve getirilecek, yıkanıp ütülenecektir. Çamaşır makinesinin olmadığı evinde, kol gücüyle üstesinden geldiği işi, cümle aleme karşı gurur kaynağıdır artık.
ÖĞRENMENİN VE ÖĞRETMENİN KEYFİ
Gülseren, ilk çocuğuna hamileyken, eşini askere uğurlar önce. Yaklaşık iki yıl süren, “dar zamanlarını” yaşarken, hem kendisi, hem de eşi için eğitim olanakları yaratmanın çaresini de kurmuştur kafasında. “Kışlık erzağımızı, odunumuzu kömürümüzü hazır edip, üstüne de okuma yazma kursunu bi tamam edip bitirdim o sene” diye devam ediyor anlatmaya. Gülseren, eşine sunduğu destekle, önce ortaokulu, sonra da liseyi dışarıdan bitirtmiş; hatta memurluk sınavlarına girmeyi bile başarmışlardır.
Derken, ilk tayin yeri Kars iline yolculuk başlar. Gülseren için, bambaşka bir dünyanın kapısı aralanmaya başlamıştır. Şehir yaşantısında, memur eşi olmak... Gülseren, hayatındaki bu anlamlı kazanımı, hiçbir zaaf ve özenti ile gölgelememiş, azimle çabalamanın, üretmenin, paylaşmanın eşsiz keyfini yaşamış ve dokunduğu herkese yaşatmıştır. Komşu sohbetlerinde tanıştığı okuma yazma bilen kadınlarla bilmeyen kadınları bir araya getirir, kurs programı hazırlarlar hep birlikte. Öğrenmenin keyfine, öğretmenin keyfini harmanlamışlar böylece.
Bir akşam sohbetinde, Gülseren ve eşi, arkadaşlarla kurulan “kooperatif” usulü ev almaya karar verirler. “Köy yaşantısına benzemez şehir hayatı Meltem Hocam. Burada her şey para. Ekmeği bile evde pişiriyorum” diye özetlediği şehir yaşantısında ürettiği alternatifleri tek tek ekliyor sonra. Dört kızını okuturken, küçük el işçiliğine de başlamıştır artık. Giyimden aksesuara, ev eşyalarından boncuk oyalara varana kadar ekonomik güce dönüştürdüğü her şeyi sıralıyor art arda... Kah gülerek, kah gözyaşıyla geçirdiği onca yılda evi de yapılır biter, çocukları da büyür gider Gülseren’in. Onca zaman içinde, ne kadın dayanışmasını, ne de emek ortaklaşmasını hiç terk etmemiştir. Yaşadığı bölge öğrencilerinin eğitimine katkı amaçlı kurulan kermeslere başkanlık görevi üstlenir Gülseren.
Yine bir kermes dönüşü evin kapısına vardığı sırada, geçirdiği beyin kanaması sonucu, Gülseren’de “inme” tablosu gelişir. Yoğun bakım, hastane ve rehabilitasyon süreci birbirini takip eder sonra. Sohbetimizin sonunda, sımsıkı buluşuyor ellerimiz. Beklediği soruyu yöneltirken kendisine, gururla parlayan gözlerini yöneltiyor yüzüme; benim nezdimde tüm kadınlara elbette...
“DİRENCİNİZİ KIRMAYIN, GÜÇLÜ OLUN KADINLAR, GÜÇLÜ OLUN...”
İlgili haberler
Gülbeyaz
“Engin bir tarlanın yanı başındayız şimdi... İçimden haykırmak geliyor kendisine; Bak işte, hepimiz...
Zeliha
Zeliha’nın babası ‘Sarıkamış şehidi’ olmuş. Kıtlık günleri başlamış sonra. Hele de annesi hastalanıp...
Gevri Nine
Yayla yolunda, at sırtında, belinde silahı kadınların önündedir yeri. Köy meydanında, alınan her kar...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.