Acıyı bal eylemiş Belgüzar
“Belgüzar tek başına yaşamayı sürdürür evinde. Gözleri sevinçle parlayarak ağırlıyor bizi. Pir Sultan’ın torunlarıyık biz. Acıyı bal eyledik de yedik.”

Belgüzar’ın çileli hikayesi Sivas’ın Şarkışla’sında başlıyor. Hani şu “Allah sevdiği kulunu düşürmesin” dedikleri topraklarda… Daha dünyaya gelmeden, asker ocağındaki babasının ölüm haberini alırlar. Anne karnında yetim kalan Belgüzar, önce dede evinde sonra da üvey babanın evinde, başlar ömrünün en güzel çocukluk yıllarına.
Kapısını çaldığımızda 90 küsür yaşında, beli bükülmüş, sesi kısılmış olmasına rağmen yüzünü hiç terk etmemiş güzelliği, türlü türlü manileriyle karşıladı bizi Belgüzar. Çocuklar kadar sahiplendiği bayram telaşı, ayrı bir canlılık katmıştı davranışlarına. “Neydeceksiniz hayatımı benim kızlarım. Çileden başka ne var yazılacak.” Sohbetimiz boyunca belki onlarca kez tekrarladığı bu cümlesiyle başladı anlatmaya…

DİLİ, SÖZÜ MANİLER
Küçük yaşta, pek güzel pek becerikli olmasıyla, akranlarından seçilirmiş. Önce kilim yapmayı öğretmişler kendisine. Çocuk büyütmek, ev işlerini yetiştirmek, kapıda bacada çalışmak, hayvanlara bakmak, tarla işleri derken, toplumun erklerinin yoğurup şekillendirdiği hale gelmiş Bergüzal. Tıpkı köydeki her kadın gibi. Yalnız göz ardı ettikleri başka bir yeteneği varmış. Acı, tatlı tüm duygularını türküler maniler üreterek yaşarmış.;
On beşine varmadan, varlıklı bir aileye gelin etmek isterler. Oysa ergenlik çağının ilk kalp kıpırtılarını, sevdiği gençle yaşamaktadır.’’Otururduk bir taşa. Veriyorduk baş başa. Derken tutulu verdim. Bir çift kara kaşa.’’
Büyüklerin kararı çoktan verilmiştir; yakın köylerden varlıklı bir aileye gelin ederler Bergüzalı. Çedene dövüp kendir ip yapıp kilim dokumayı öğretirler hamarat ellerine. Çok geçmeden, evde çıkan büyük bir yangının sorumlusu tutarlar onu. Kendir ipler tutuşmuş, alevler evi sarmıştır. Gözünün yaşıyla gelin gittiği evden şaibeli bir şekilde kovulur. Geri döndüğü köyünde, sevdiği erkek beklemektedir Bergüzal’ı. Üstelik kendisinden sekiz yaş büyük karısı ile birlikte. Üç beş ay süren türlü hesaplaşmaların ardından Bergüzal’ı alırlar sevdiğine. Kuma olarak gittiği evde, kilim dokuması, dışarı çıkmaması koyulan şartların başında geliyormuş. Karşılığında ise ‘namusu’ kurtulacakmış genç kadının. Kadının gücü demek, gündelik işlerde, ırgat gücü demekmiş çünkü. Hele de dünya güzeli becerikli bir kadınsa, hiç gecikmeden alınması gereken bir ırgat…


BÜTÜN BİR YAŞAMI ANLATAN BİR TUTAM SAÇ
Çilesini doldurduğunu sanan Belgüzar ömrünün vahşet dolu yıllarına adım atmış böylece. Kayın pederinden eşine, kayın biraderlerinden kapıdaki çobana kadar dayak yemediği erkek kalmamış. Üç kızı iki de oğlu olmuş sonraları. Nüfus cüzdanlarında anne adını yazdıramadığı çocukları… Bir vakit sonra, eşi köyde çıkan bir kavgada hapse mahkum edilmiş. Belgüzar’ın da açlık yılları başlamış böylece. Gizlice kaçırdığı ekmekler olsun, komşu kadınların dayanışması olsun Belgüzar’ın doğurduğu son kız çocuğunu yaşatmaya yetmemiş. Ağılda doğurduğu yavrusunun tek kulağını horozlar yemiş önce. İlgilenememiş Belgüzar. Öküzün yerine sabana koşulmaktaymış çünkü. Açlık ve şiddete teslim edilen minik yavru daha fazla yaşayamamış.
Türlü sebeplerle dayak yiyen, iki kolu kırılıp kafa tası delinen Belgüzar, cehalet, yoksulluk ve feodalizmin kıskacında kadın olmanın bedelini ödemekle bitiremiyormuş. Taa ki saçları kökünden koparılıp çırılçıplak sokağa atılana dek… Kadın arkadaşları yetişmiş imdadına. Sarıp sarmalamış oracıkta. Yerde buldukları saç destesini Belgüzar’ın büyük kızına teslim ederler. Belki de kitaplara sığmayacak kadar çok kadına şiddet öykülerini, yüzyıllardan beri gelen ağıtları, duaları, ahları anlatan bir tutam saç…
Hapisten dönen Belgüzar’ın eşi, felç geçirir. Evin yaşlıları ise çoktan ölmüştür. Aynı evde yaşayan, aynı vahşetten nasibini alan Belgüzar’ın kuması ise tek bacağını kaybetmiş bir halde büyük oğlunun evine yerleşir. Felçli kocasına yıllarca bakar Belgüzar. Topladığı tüm cesaret ve iyi niyetini, o evde yıllarca harcadığı emeklerine hürmeten sergiler. Hasta eşini kaybetse de çocukları tek tek gitse de tek başına yaşamayı sürdürür evinde. Gözleri sevinçle parlayarak ağırlıyor bizi. “Pir Sultan’ın torunlarıyık biz. Acıyı bal eyledik de yedik. Bayram tatlımız da var. Çayınızı tazeleyek mi?”

İlgili haberler
Bitmeyen ağrılar omurga problemlerine işaret

Hiç bitmez kadınların sırtındaki yük de, zihinlerindeki yük de. Bu yükler daha genç yaşta etkiler ka...

Gülbeyaz

“Engin bir tarlanın yanı başındayız şimdi... İçimden haykırmak geliyor kendisine; Bak işte, hepimiz...

Kudret

“Yol aldığı bataklıktan, omzunu yalandan saran şalını çıkarıp, atıp, sımsıkı sarıldığı kızıyla, demi...